Eğitim Meclisi toplantısını dolduran solcular ve komünistler bunun kitap yakma ve yasaklamanın ilk adımı olduğunu söylemeye ve tarihî, ilerici resimleri “ırkçılık karşıtı” maskenin arkasına saklanarak kaldırmaya çalışmanın tehlikesini anlatmaya başlayınca sular geriye doğru akmaya başladı
Amerika’da ırkçılar ve ırkçılık karşıtları birbirine karşı mücadelelerini özellikle Trump başa geçtikten sonra sanat üzerinden devam ettiriyorlar.
Tam da Türkiye’de AYM’nin Erdoğan’ın “ucube” olarak görerek anlayamadığı heykellerin yıkılmasını heykeltıraş Mehmet Aksoy’un ifade ve sanat özgürlüğünün ihlal edilmesi olarak kabul ettiği sırada benzeri bir mücadele San Francisco’da verilmekte. Ama bu mücadele sadece yerel San Francisco sınırlarını değil, ABD sınırlarını da aşmış, tüm dünya solcuları ve sanatçılarını “kimlik politikacılarının” saldırısına karşı ortak tavır almaya getirmiştir. Çünkü yapay olarak yaratılan tartışmanın tam ortasında komünist bir ressamın bir lisenin duvarlarını süslediği resimler var.
ABD’de zaten hiçbir zaman yok olmamış ırkçılığın yeniden hortlaması
Trump’ın başa geçmesi ve kendine “Amerika’yı Tekrar Kudretli Yap” sözlerini slogan yapması geçmişi yüceltmesi anlamına geliyordu. Geçmişin yüceltilmesi ise daha çok beyazların “ah, o güzelim eski günler” diye anımsadıkları, siyahilerin tam anlamıyla bastırıldığı kölelik günlerine özlemlerini dile getiriyor. Hele de işsizliğin, daha da öte, yoksulluğun panik yaratacak seviyelerde seyrettiği ve bir kriz içinde olan ABD için böyle bir hayal, emekçi sınıfları “o şanlı geçmiş” hayallerine dönerek “tembellikten başka bir şey bilmeyen” yabancı ve siyahilerin toplumdaki yerlerini hatırlatması ve kendilerine biraz olsun umut vermesi açısından birebir. Bu hayalle en azından Amerika’nın üçüncü dünya ülkelerince “itilip kakılmasına”, tüm dünyanın yükünü tek başına kaldırmasına, ona buna yardım etmekten, siyah ve kahverengi yüzlüleri kayırmaktan kendisine bakamamasına bir çözüm bulunacak zannetmekteler.
Bir önceki başkanın siyahi olması, yazar Michelle Alexander’ın çok yerinde bir gözlemini doğruluyor. Avukat Alexander, ABD tarihinde ne zaman siyahiler bir kazanç elde ettilerse hemen arkasından müthiş bir karşı taarruza hedef olduklarını ve belki eskisinden de geriye çekildiklerini yazıyor.[1] Her ne kadar Obama’ya ilerici denemezse de salt deri renginden rahatsız olan beyaz ırkçılar, fırsatını beklediler ve adeta bu gözlemi ispat edercesine Trump başa geçince siyahilere açıktan saldırılara başladılar. Yani ırkçı karşı taarruz, arkalarında yarı-deli bir başkanın da desteğiyle bodoslama başladı.
Sol sanatı ve ırkçılık-karşıtı yapıtları ırkçı olarak göstererek saldırı
San Francisco’da birdenbire çıkan bir tartışma ise bu kadar açık bir saldırı değil, daha gizli, daha planlı ve daha bir tehlikeli. Kendilerini ırkçılık karşıtı olarak tanımlayan bir grup, kimlik politikalarıyla ırkçılığı mahkûm eden resimlere saldırmaya başladılar. Hem de Orwell’i kıskandıracak bir taktikle bu resimleri ırkçı ilan ederek.
Konunun merkezinde bir lisenin duvarlarına 1936’larda yapılmış bir dizi resim var.
Lisenin adı George Washington. ABD’nin kurucularından birisi Washington ve ilk başkanı. Doğudan batıya doğru açılmanın da önderlerinden. Bu açılım yerlilerin soykırıma uğramasının ve sonlarının başlangıcıydı. Washington 56 yıl boyunca kendisi de köle sahibi olduysa da pek çok kez bu kölelik sistemiyle tam olarak uzlaşamamış ve köleliği kaldırmak istediğini dile getirmiştir. Her ne kadar köleliği kaldırmaktan bahsetse de kaldırmamış ve Washington’un evinden birkaç kez siyahi köleler kaçarak özgürlüğe kavuşmak istemişlerdir. Hatta bir keresinde Washington’un kişisel yardımcısı Christopher Sheels ve nişanlısı kaçmaya çalışmış ama yakalanmıştır. Ama evin aşçısı Hercules ve Bayan Washington’un kişisel hizmetçisi Ona Judge kaçmayı başarmıştır. Yani, kölelik döneminde yaşayan Amerika’nın ilk başkanı açık seçik köle sahibi, kölelikten yararlanan ve yerlilerin soykırımına imza atan birisiydi. Ama bunlar tarihî gerçekler ve Amerikan tarihinin bu karanlık yüzü unutulamaz, unutturulamaz. Ne kadar acı ve vahşi olsa da.
Lisenin adıyla uygun olsun diye, 1936’da, Stanford Üniversitesi sanat profesörü Rus göçmeni Victor Arnautoff, okulun iç duvarlarına George Washington’un hayatını yansıtan resimler yapması için görevlendirilir.
1930’lu yıllar özellikle sanatın ve yeniden yapılanmanın şahlandığı yıllardır Amerika için. Bu yıllar, kapitalizmin en büyük ve yıkıcı krizinden kurtulmak için devletin her yere yollar, köprüler, binalar, parklar, milli parklar yaparak işsizliğe çare bulmaya ve yatırımların altyapısını inşa etmeye çalıştığı dönemdir. Devlet, “Yeni Anlaşma” (New Deal) denilen bu dönemde krize çare bulmak için sanatçıları da göreve çağırıp her yerde resimler, tiyatrolar, konserlerle hem toplumsal ilerlemeye hem sanata hem de sanatçıların istihdamına çözüm bulmaya çalışır.
Bu program dahilinde lisenin duvarlarına Washington’un hayatını resimlemekle görevlendirilen Profesör Arnautoff bir komünisttir. Kendisine verilen görev ise bir kölecinin ve yerli Kızılderililerin soykırımına neden olan birisinin yaşamını kamuya resimlerle anlatmaktır. Hem de bu köleci, soykırımcı başkanın adını taşıyan bir lisede. Bir komünist için hiç de kolay olmayan bir görev olacaktır bu. Uzun müddet projeyi düşünüp çalışmalar yapar Rus asıllı Arnautoff. Sonunda karar verir; resim tarzı olarak kullandığı Toplumsal Gerçekçilik ile hem bu ilk başkanı resmedecek ama eleştirel bir yaklaşımla aynı zamanda başka bir hikâye daha anlatacaktır. Bir komünist olarak yalan söyleyemez, olanların üzerini kapatamaz, olmamış gibi yapamaz, emperyalizmin, köleciliğin ve soykırımın başkanını bir kahraman olarak gösteremez.
Sonunda Arnautoff’un 13 eseri lisenin duvarlarında yerlerini alır.
Şehir merkezinde tarihi binada orak çekiç ve Sovyet bayrağı
Bunları ve daha sonra da yapıldıkları günün gerçeğini anlatan başka duvar resimlerini San Francisco’nun her yerinde bulmak mümkün. 2. Dünya Savaşı sonrası Hitler’e karşı savaşın kazanılmasının resimleri merkez postane binasının (Rincon Annex) girişindeki duvarları süsler. Bu resimlerde muzaffer Amerikalılarla aynı masada oturan Sovyet liderleri bulunur ve galiplerin bayrakları sıralanırken orak çekiçli Sovyet bayrağı da gururla bu resimlerde yerini alır.
Ama yıllar geçip Sovyetlerin savaşı kazandığı unutturulmaya çalışıldıkça o resimler de yöneticilerce rahatsızlık kaynağı olarak görülmeye başlar. San Francisco’nun şehir merkezindeki kocaman tarihî postane binasında orak çekice ve Sovyet bayrağına artık dayanamayanlar bu duvar resimlerini silme kampanyası başlatır.
1953’lerin anti-komünist paranoyasının tavan yaptığı günlerde bir kampanya başlatılır. Nasıl olur da Amerikan halkının verdiği vergilerle şehrin tam göbeğinde, orak çekiçlerle, sanki halkla alay edercesine komünist propaganda yapılırmış? Amerika’nın geçmişine, tarihî kahramanlarına nasıl hakaret edilirmiş? Postanede çalışanlar nasıl komünist olmaya zorlanırmış?
Bu soruları sormak için Washington’da “Kamu İşlerini İnceleme Meclis Komisyonu” (the House Committee on Public Works) toplanır ama sorgulanan sadece komünist propagandası değildir, tamamen bir sanat şekli olan “Modern Sanat” da mercek altına alınır.
Neydi bu “Modern sanat, modern sanat” dedikleri? Akademik değildi, kabul edilmemişti, o zaman nasıl oluyor da vergilerin ödediği sanat böyle ne idüğü belirsiz resimlerle ve sol temalarla karşımıza gelmeye cüret ediyordu?
Ancak o yılları iyi hatırlamakta yarar var. 1953’te, San Francisco’nun 1934’teki tarihî genel grevi hâlâ unutulmamıştı. Bu grev sadece San Francisco’yla sınırlı kalmamış, Amerika’nın tüm Batı sahilleri bu greve katılmış hem üretimi hem dağıtımı “zınk” diye durdurmuş, işçi sınıfı polis ve askerlerle çatışmış, “Kanlı Perşembe” olayında iki işçi yaşamını yitirince San Francisco 4 gün boyunca baştan aşağı durmuştu. Bu grev sonucu Amerika’nın tüm Pasifik sahilleri olan batısı sendikalılaşmış, kapitalistler her an bir komünist devrimle alaşağı edilebileceklerini anlamışlardı. Bu yüzden de yöneticilerce solun temsil ettiği yenilik, eşitlik, soykırım karşıtlığı, siyahilerin ve yerlilerin de insan olarak sayılmaları fikirleri mevcut sistemi temelinden çökertebilecek potansiyele sahip olduğundan derhal bastırılması gerekmekteydi.
Ancak dünyadaki sanat akımı, sol fikirler, halkları temsil eden sanat, tarihi gerçekten ve olduğu gibi yansıtan sanat ve etkileri de direncini gösteriyor, yok olmuyor, Dylan Thomas’ın çığlığı gibi, usulca gecenin içinde kaybolmuyor, “ben buradayım” diyordu.
Gitme o güzel geceye usulca
İhtiyarlık yanmalı ve saçmalamalı gün kapandığında;
Öfkelen, öfkelen ışığın ölümünün karşısında.[2]
Sanat uyanışı çatışmalarla devam ediyordu. Roosevelt bu Yeni Anlaşma programı içinde sanat uyanışını dostu George Biddle’ın tavsiyesiyle Kanun Hükmünde Kararnamelerle başlatıp arkasını dönüp gitmişti. Uygulamayı da her bölgenin milletvekillerinin inisiyatifine bırakmıştı.[3] Sağcı saldırılardan programı korumak için Biddle devletin sanata yardım ettiği bir model arayarak Meksika’yı bulmuş ancak oranın toplumsal, politik durumunu ve toplumsal muhalefetin ABD’den taban tabana zıt konumunu tam olarak kavrayamamıştı. O dönemde görev alan iki Meksikalı ressamın duvar resimleri bardağı taşıran son damlalar olmuş, ulumalar arasında dünyanın en zenginlerinden Nelson Rockefeller resmin bitmesinden 4 yıl sonra dayanamayarak kendi binasının girişindeki Diego Rivera’nın yaptığı resmin kazıtılmasını emretmişti. Sanki düelloya davet edercesine Rivera bu resmine hem Lenin’i koymakla kalmamış üstüne üstlük etrafları ölüm, savaş, toplumsal kalkışmalarla dolu kapitalistlerin merkezi olarak tanımlanabilecek bir yemek ve kumar masasına doğru yüzmekte olan frengi mikroplarını göstermişti.
Rivera sadece New York’ta kalmamış, San Francisco’ya Coit Kulesi’nin duvarlarına resim yapmak için geldiğinde pek çok ressamı da etkilemişti. Bu ressamlardan birisi de George Washington lisesinin duvarlarını resimleyecek olan Victor Arnautoff idi.
Tam da 1934 genel grevi sırasında “Kalifornia’da Günlük Hayat, 1934” adlı resimleme çalışması belki kötü bir zamanlamanın kurbanı olacak ve Aranautoff resmine bugün bile hâlâ yayımlanmakta olan San Francisco’nun meşhur günlük anaakım gazetesi Chronicle yerine “Kitleler” ve “İşçi Günlüğü” gibi gazeteleri koyarak sağcıları şoke edecekti.
Kim ırkçı, kim değil?
Bu resimleri bir türlü yerlerinden edemeyen yönetici sınıflar başka bir numaraya başvurmak zorunda kaldılar.
Son günlerde kimlik politikalarının öne çıkmasıyla solu kendi oyununda yenme oyunlarına bir yenisi daha Arnautoff’un resimleri etrafında oynanmaya başlandı.
Öyle görünüyor ki, bu “Kendi oyununda yenmek” özellikle Trump döneminde tercih edilen bir numara. Solun yıllardır şampiyonluğunu yaptığı konuşma hakkı, söz söyleme hakkı, ifade özgürlüğü konularını tersine çevirebilmek için faşistler en ırkçı, en milliyetçi ve gerici sözcülerinden birisini, Milo Yiannapaulos’u, ifade özgürlüğünün kalesi sayılan solcu Berkeley Üniversitesi’ne nefret kusmaya gönderiyorlardı. Bu faşistin kışkırtma ziyareti hem öğrenciler hem de Berkeley “Antifa” (anti-faşist) örgütlenmesi tarafından engellenince de ciyaklama başlıyordu, “Hani siz ifade özgürlüğü istiyordunuz?” diye.
Benzeri bir örgütlenme de Arnautoff’un resimleri için başladı.
Sendikacıların, halkın, akademisyenlerin, gazetecilerin, işçilerin ve solcuların kazınmaktan korudukları postane ve Coit Kulesi duvar resimlerinin öcünü almak için George Washington Lisesi duvarlarındaki resimlerin “ırkçı” olduğu söylentileri başlatıldı. Böylelikle yerli ve siyahilerin gözü boyanacak, resimleri ırkçı olarak tanıtırlarsa onların da desteğiyle bu resimlerin kaldırılması sağlanacaktı.
Arnautoff, lisenin duvarlarına Toplumsal Gerçekçilik geleneğiyle boyadığı resimlerde ABD tarihinin vahşi tarafını ortaya koyuyor, siyahilere, yerlilere yapılanları gösteriyor. Ancak kendi görüşünü de resimlerin yapılışında belirtiyor, aslında ırkçılığı ve yerli soykırımını mahkûm ediyor.
Resimde ilk dikkat çeken Washington’un halkı batıya gitmeye çağırması ki bu Kızılderili soykırımının başlangıcı oluyor. Bunun sonucu bir yerli öldürülmüş halde yerde yatıyor ve onun bedeni üzerine basarak beyazlar batıya doğru genişliyorlar. Dikkat edilirse resmin her yeri renkli. Renkli olmayan tek yer soluk ve sanki bir hayalet gibi gri boyanmış beyaz işgalci ve yayılmacılar. Ellerinde silahlarla önlerine geleni ezerek, öldürerek, yayılıyorlar. Resmin sağında kırılmış dalı olan bir ağaç var. Büyük bir ihtimalle yerlilere verilip de tutulmayan sözleri temsil ediyor olabilir.
İşte birdenbire ırkçılıkla suçlanan ve kazınması istenen resim bu.
Liberal baltayı solcu taşa vurmak
Yeni San Francisco belediye başkanı seçilen London Breed siyahi liberal bir kadın. Onun desteklediği liberal Eğitim Meclisi çabuk ve kolay bir başarı elde etmek için bu tablonun ne kadar iğrenç olduğunu, ırkçılığa San Francisco gibi ilerici bir yerde izin verilmeyeceğini söyleyerek alelacele tablonun kazınması için oy birliğiyle karar verdi. Bu tablonun kaldırılması için bir fiyat bile aldılar, maliyet 600 bin ilâ 800 bin dolar arasında olacaktı.
Liberallerin bu kolay zafer sarhoşluğu çok sürmedi.
Konunun duyulması üzerine “eski tüfekler” birleşip sorular sormaya başladılar. Başta bütçe açığından dolayı öğrencilere kitap bile alamayan Eğitim Meclisi’nin 800 bin doları nereden bulacağı soruldu. Tabii ki yanıt, eğer ırkçı bir panonun indirilmesi gerekiyorsa, “Paranın ne önemi var, mühim olan insanlık” şeklinde geldi.
Eğitim Meclisi toplantısını dolduran solcular ve komünistler bunun kitap yakma ve yasaklamanın ilk adımı olduğunu söylemeye ve tarihî, ilerici resimleri “ırkçılık karşıtı” maskenin arkasına saklanarak kaldırmaya çalışmanın tehlikesini anlatmaya başlayınca sular geriye doğru akmaya başladı.
Tartışmaları ilk kez duyanlar hem Arnautoff’a hem de bu tablolara birdenbire ilgi duymaya başladı. Sadece San Francisco’da değil, ilk önce yurt çapında, daha sonra uluslararası medyada resimleri korumak gerektiğini savunanların sesleri anaakım medyayı bile doldurmaya başladı. Japonya bile bu tartışmaya girdi. Belli olmuştu ki Arnautoff’un tablolarını kaldırmak Nelson Rockefeller’in özel binasından Diego Rivera’nın tablosunu kaldırdığı kadar kolay olmayacak. Bütün dünya bu tabloların insanlığın bir parçası, Amerika’nın vahşi tarihinin bir şahidi ve belgesi olduğuna ve kimsenin bunları kaldırmaya hakkı olmadığını söylemeye başladı.
Çok zor durumda kalan Eğitim Meclisi ve tablo karşıtları bu kez liseli gençleri bu tablonun ne kadar ırkçı olduğuna inandırmaya soyundular. Onlara göre özellikle yerli çocuklar bu tablonun önünden geçerken bir yerlinin ölü bedenini gördüklerinde travma yaşıyor, bakamıyor, sarsılıp derslerine bile çalışamıyorlardı.
Bu tartışma da doğu yerlilerinden Chaktow Kızılderili kabilesinin Yaşlılarından birisinin bir toplantıya gelerek resimlerin ibret olması ve tarihi doğru anlamak için kalması gerektiği ve kendisinin de konuyu kabile Yaşlılarına danışıp hepsinin bu kanıda olduğunu söylemesiyle daha da ilginçleşti. Ona göre de Eğitim Meclisi gerekeni yapmamış, resimlerin yanına açıklayıcı ve eğitici yazılar koymamış, öğrencileri tarih ve tarihin, emperyalizmin, ırkçılığın ve ABD tarihinin yerli halka neler yaptığını anlatmayarak görevlerinde başarısız olmuştu. Resimleri kapatmak yerine olanları açıklayan yazılı panolar konarak durum ırkçılığa karşı bir eğitim programına kolayca dönüştürülebilirdi.
Tartışma buraya gelince resim düşmanları bu kez resimleri koruyanları soykırım yanlısı olarak tanıtmaya ve “beyaz ırkçılık” yaparak azınlığı bastırmakla suçladı. Tabii karşılığında bir sürü siyahi devrimci, Filipinli ve Kızılderili liderlerin çıkıp, “Ne yani ben mi beyaz ırkçıyım?” sorusunu kahkahalar arasında sormasına neden oldu.
Geçen hafta yapılan Emek Festivali (Labor Fest) programları arasında konu tartışmaya açılınca 200 solcunun resimleri korumak için toplantı yaptığı salona gelen 4-5 liberal öteki liberal toplantılarda hiç karşılaşmadıkları bir durumla yüz yüze geldiler. Arnautoff hakkında bir kitap yazmış bir sanat-resim profesörünün resimleri anlattığı konuşmasını kesip zorla konuşmaya çalışarak devrimcileri ırkçılık ve soykırım taraflısı olarak tanıtmaya çalışınca yuhalanıp susmak zorunda kaldılar. Ama ancak program sonunda herkes gibi sıraya girip, söz alıp bir şeyler söylemeye çalıştıklarında da “bu toplantıda bilmediğimiz pek çok şey öğrendik” diyerek gerçekten konuyu bilmediklerini de göstermiş oldular. O “ölü Kızılderili” resmini görüp travma yaşayanların akıllarına bu resimlerin ırkçılığın bir eleştirisi olduğu hiç gelmemişti.
Ancak sanırım bu itiş kakıştan çıkan en güzel sonuç kendilerine ırkçı olarak tanıtılan tablolara bu tartışma sonucu bakmaya başlayan ve kanlı, vahşi, ırkçı bir geçmişi irdelemek zorunluluğunu anlayan bir öğrenci kesimi doğdu. Irkçılık ve milliyetçilik geçmişin resimleri silinince silinmiyor, yok olmuyor. Ama geçmişin vahşetini gösteren, soykırımı belgeleyen gerçekçi resimler liberaller için “travma” yaratsa da bu resimler dünyamızı anlamakta müthiş bir eğitim aracı. Hepimizin yüzleşmesi gereken bir geçmişimiz var. Geçmişi soykırımla kirlenmiş uluslar bunu gösteren belge ve resimleri hangi maske altında olursa olsun saklayarak, silerek, yakarak, kazıyarak temizleyemezler. Bu pisliği kabul edip, nedenlerini, koşullarını anlamak, anlatmak, böylesi bir vahşetin nasıl ve neden olabileceğini tartışmak gelecekteki soykırımları engellemenin bir başlangıcı olabilir.
Bugün Almanya’da kendi yaptıkları Yahudi soykırımı zorunlu ders. Amerika’da ilericilerin uzun mücadeleleri sonucu tarih kitaplarında yaşanan gerçekler yerlerini çok küçük adımlarla da olsa alıyor. Bu bir mücadele, tarihe sahip çıkma mücadelesi. Açıktır ki Trump’ın başkanlığıyla bu mücadele iyice eğimli ve zor bir yokuş yukarı savaş olarak devam ediyor. Hele okullarda evrim yerine İncil’deki peri masallarının konmaya başlandığı bugünlerde yerlilere ve kölelere gerçekte neler olduğunu anlatmak giderek zorlaşıyor.
Bu yüzden tam da bu günlerde bu tablolara her zamankinden fazla gereksinim var.
Dipnotlar:
[1] The New Jim Crow. Michelle Alexander, 2012.
[2] https://www.antoloji.com/gitme-o-guzel-geceye-usulca-siiri/
[3] http://www.foundsf.org/index.php?title=Trial_of_the_Rincon_Annex_Murals