AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar, toplumsal gücünü kaybettikçe, ülkeyi bölgesel krizin merkezine doğru sürüklüyor. Çatışmayı yeni krizlerle besleyerek ayakta kalmanın yolunu arıyor
Türkiye ile ABD arasındaki görüşmeler açık ve kapalı diplomaside yoğun olarak devam ediyor. Ankara ile Washington/Pentagon arasındaki sorunlarda birkaç konu ön plana çıkıyor: Rusya ile ilişkiler ve S-400’lerin satın alınması, Rojava’da oluşturulması düşünülen tampon bölge, Doğu Akdeniz’deki enerji yatakları ve İran meselesi olarak sıralamak mümkün.
Ankara ile Washington arasında sorunun çözümüne dair somut bir gelişme olmadığı takdirde 2020 yılının Nisan ayında sevkıyat tamamlanacak. Erdoğan’ın “Bu iş bitti, S-400’lerden geri adım atmak yok ve geldiklerinde aktifleştirilecekler” şeklindeki açıklamaları bir kararlılık örneği olarak değerlendirildi. Ankara’nın S-400’lere ilişkin izlediği askeri politik stratejiye daha önceki değerlendirmelerimizde değinmiştik. Özetle, S-400’lere Doğu Akdeniz havzasında çok zayıf olsa da askeri bir çatışmanın yaşanma olasılığı nedeniyle ihtiyaç duyulmaktadır. Ankara, Doğu Akdeniz’de tespit edilen özellikle doğalgaz rezervlerinin paylaşılmasında ve enerji koridorunda Türkiye’nin devre dışı bırakılmasının yaratacağı gerilimde askeri bir üstünlük sağlama amacı taşıyor. Böylelikle olası bir çatışmada NATO sisteminde olmayan bir savunma sisteminin kullanılması askeri açıdan önemli bir avantaj olarak görülüyor.
Ankara, S-400’lerin satın alınmasını, bölgenin askeri dengesinde kendisi için önemli bir askeri başarı olarak görse de, bunun yaratacağı ciddi sorunların altından nasıl kalkacağına dair ortaya konulmuş bir planı bulunmuyor. NATO üyesi olarak NATO sistemi dışında ve aynı zamanda NATO askeri sistemine karşı tasarlanmış bir askeri ekipmanın kullanılmasının büyük risk oluşturacağı açık. Ayrıca S-400’lerin yazılımının Rusya’nın elinde olması, Türkiye’nin askeri bağımlılığını daha da arttıracaktır. Örneğin, Kıbrıs Rum kesimi tarafından alınan ve bugüne kadar Girit adasında atıl halde tutulan S-300’lerin aktifleştirilmesi halinde, oldukça zayıf bir olasılık olsa da Ege Denizi’nde Türkiye ile Yunanistan arasındaki olası bir çatışmada her iki tarafta karşı taraftan gelen füze saldırısına karşı S-300 ve S-400 savunma sistemlerini kullanacaklardır. Ancak Rusya’ya ait iki sistemin karşı karşıya gelmesine Moskova’nın asla izin vermeyeceği açıktır. Bu bakımdan S-400’lerin hangi düzeyde kullanılacağının inisiyatifi ve yetkisinin Moskova’da olacağı açıktır.
Örneğin, Moskova, S-400’lerin Yunanistan’a, Güney Kıbrıs’a, Suriye’ye, İran’a karşı kullanılmasına izin vermez. Peki, Ankara, satın almakta kararlı olduğu S-400’leri kime karşı kullanacaktır? Bu sorunun yanıtı henüz verilmiş değil.
ABD ve AB, Ankara’nın S-400’leri satın almasına karşı açık tutum aldılar. Her ne kadar diplomatik dilde daha esnek bir yöntem izlense de alınmaması konusundaki yüksek kararlılıkları devam ediyor ve özellikle NATO tarafından kabul edilmez olduğuna dikkat çekiliyor. S-400’lerin NATO sistemine entegre edilmesinin mümkün olmadığı gibi, NATO ekipmanları hakkında önemli bilgilerin deşifre olacağı ve Rusya’ya geçebileceği yönünde ciddi kaygılar var.
Mevcut gelişmeler dikkate alındığında Ankara’ya karşı askeri ve ekonomik ambargonun uygulanması için çok yönlü planların devreye konulacağına dair çok sayıda veri var. Türkiye’nin 5. nesil olarak tanımlanan F-35 projesinden çıkartılmasına dair bir karar alındı. Bu ayın sonunda eğitilmek üzere gönderilen askeri personelin Türkiye’ye geri gönderileceği açıklandı. Askeri ambargo daha da boyutlanacak gibi görünüyor. Hatta NATO’daki TSK subaylarının görevlendirilme pozisyonunda ciddi değişikliklere gidileceği belirtiliyor. Özellikle NATO’nun hava ve deniz kuvvetlerindeki stratejik konumda olan alanlarda Türk subaylarının devre dışı bırakılmasının tartışılmaya başlanması, Ankara’nın NATO’daki askeri-politik pozisyonunun geleceği bakımından bize bir fikir veriyor.
Dikkat çeken bir başka gelişmede Kıbrıs’ta yaşanıyor. ABD, S-300’ler nedeniyle Güney Kıbrıs’a uyguladığı askeri ambargoyu kaldırdı ve sembolik de olsa 2 milyon dolar askeri yardım kararı aldı. Basit gibi görünen bu karar, Türkiye’ye karşı alınacak tutuma dair bir fikir veriyor.
Trump’ın kapsamlı bir ambargodan yana olmadığına dair basında yer alan haberlerin nispi bir doğruluk payı olsa da, ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının Ankara’nın “güçlü bir şekilde cezalandırılması” ısrarı çok daha öne çıkacaktır.
Cumhuriyetçilerin ve Demokratların Kongre’de oy birliğiyle almış oldukları, “Ankara’ya karşı güçlü ambargo seçeneklerinin mutlak bir şekilde uygulanması” isteğinin Trump tarafından dikkate alınmaması pek mümkün görünmüyor. Trump’ın Ankara’ya karşı izlediği taktik politikanın özü şudur: İlişkileri germeden, Erdoğan’a bazı noktalarda hak vererek ve hatta yakın ilişki kurarak, Türkiye’nin S-400’leri almasını engellemek ve yeni alternatifler sunmak. Türkiye’ye karşı “Şimdilik ambargoyu düşünmüyorum” mesajı özellikle cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik uyarı niteliğinde bir taktik plandır. ABD’de tutuklu bulunan Halk Bankası’nın Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın beklenilenden erken serbest bırakılması, Halk Bankası’na kesilmesi beklenen büyük miktardaki para cezasının sürekli ertelenmesinin arka planı S-400’lere yönelik verilen mesajdır. Ancak Ankara, bu gelişmeleri doğru okumuyor.
ABD Kongresi’nde Türkiye’ye karşı uygulanacak yaptırımların “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası” (CAATSA) kapsamında olması işin ciddiyetini gösteriyor. Trump’ın Kongre’de oy birliğiyle alınmış olan bu kararı uygulamama şansı pek bulunmuyor. ABD’de Türkiye’ye karşı başlatılacak olan ambargonun boyutları ve yöntemleri üzerinde henüz tam bir irade birliği oluşturulmadı. Hatta Trump, aşamalı bir süreçten yana olmasına rağmen başta Kongre olmak üzere Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları, CAATSA kararına bağlı olarak ambargonun çok yönlü olarak uygulanmasında diretiyorlar. Ankara, Trump’ın tutumu nedeniyle ciddi bir sorunla karşılaşmayacağını belirtse de gelişmeler ambargonun uygulanacağını gösteriyor. Risk kapıda, Trump’ın bir gece yarısı atacağı tweet ile dengeler değişebilir.
AB, Türkiye’ye verilen “Desteklenme fonlarının önemli oranda kısıtlanması”, “Hava Taşımacılık Anlaşması için yürütülen müzakerelerin durdurulması” gibi kararlarla ambargonun ilk adımlarını atmaya başladı. AB Başkanlar Konseyi’nden beklenildiği gibi kapsamlı bir ambargo kararı çıkmadı. Şimdilik uyarı niteliğinde olan kararın etkileri Doğu Akdeniz’deki gelişmelere paralel olarak çok fazla olacaktır. Ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya olan Ankara, AB’nin desteklenme fonlarını önemli bir kaynak olarak kullanıyordu. Örneğin, Avrupa Yatırım Bankası, Ankara’ya 2000 yılından bu yana 28,9 milyar avro kredi vermiş. AB, üyelik müzakereleri nedeniyle belirli alanları desteklemek için 2014-2020 yıllara arasında 4,4 milyar avro fon desteği kararı almıştı. Bu miktarın ciddi oranda kesilmesinin, Ankara için önemli bir dezavantaj olacağı açıktır. Ayrıca, göç ve Doğu Akdeniz sorunları nedeniyle AB ile sorunların devam etmesi ve özellikle İstanbul Borsası’ndaki dengeleri, Türkiye aleyhine olumsuz etkileyecek bir kısım kararların alınması sürpriz olmaz.
ABD, AB ve NATO’dan gelen uyarıları hesaba katmayan Ankara’nın bu yönelimi karşısında dünyanın askeri, ekonomik ve politik dengelerini belirlemede önemli etki sahibi olan bu üçlünün mevcut durumu sessizce kabulleneceklerini beklemek politik saflık olacaktır. Ankara’nın politik ısrarına karşı şu an görünenin ve beklenilenin çok ötesinde kapsamlı bir ambargonun uygulanmaya konulacağına dair çok sayıda veri var. Ambargonun boyutunu, bütünüyle ilişkilerin düzeyi belirleyecektir.
S-400’lerin oluşturacağı ekonomik, politik ve askeri kriz, Türkiye’nin iç dengelerini ciddi oranda etkileyecektir. İktidar dâhil güç dengelerinin değişme olasılığının artması; Türkiye’ye yönelik izlenen politikaları ve alınan kararları da etkiler. Güç dengelerinin değişim olasılığı nedeniyle, Ankara’ya karşı topyekûn bir tutum almak yerine aşamalı bir strateji izleyerek en azından bugünkü iktidar üzerinden baskı oluşturulması şeklinde tercih edilen bir taktik planın varlığından bahsedebiliriz. ABD ve özellikle AB’nin hassasiyeti iktidarın değişim olasılığından kaynaklanıyor.
Küresel güçlerle Ankara’daki iktidar arasında oluşan krizin yaratacağı sarsıcı baskılara rağmen politik dengelerin değişmesi ve iktidar ilişkilerinin yeniden dizayn edilmesi esasen iç toplumsal dinamiklerle sağlanacaktır. 23 Haziran 2019’da yenilenen İstanbul seçimleri bunu çok net olarak ortaya koydu.
S-400’lerin aktifleşme tarihi en erken Mayıs 2020’dir. Bu zamana kadar Türkiye’nin politik dengelerinde ciddi değişikliklerin olması sürpriz olmaz. S-400’lerin kaderi ile Türkiye’nin politik değişimi arasında doğrudan bir bağ bulunuyor.
AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar, toplumsal gücünü kaybettikçe, ülkeyi bölgesel krizin merkezine doğru sürüklüyor. Çatışmayı yeni krizlerle besleyerek ayakta kalmanın yolunu arıyor. Ülkenin askeri güvenlik meselesi olarak ön plana çıkarttığı S-400’ler krizini aynı zamanda iç politik dengeleri yeniden kendi lehine çevirecek bir araç olarak kullanmak istiyor.
AKP, S-400’ler krizin iktidarın bir aracı haline getirilmesinin de beklediği etkiyi yaratmayabileceğini görüyor ve buna paralel olarak yeniden Rojava’ya yönelik bir kısım askeri operasyonlara yöneleceğinin mesajını veriyor. S-400’ler krizine Rojava’ya yönelik sınırlı da olsa, askeri bir operasyonla karşılık vererek dengeleri bozmak istiyor. Ancak başta ABD olmak üzere Rojava’da bulunan küresel güçlerin onayı olmadan böylesi bir maceraya atılması, krizin derinleşmesi ve iktidarın beklenilenden daha önce çözülmesine zemin hazırlar.
Yenilgiyi doğru okumayan ve gerekli dersleri çıkartmayan en güçlü iktidar dahi sürekli hatalar yapar ve çözülme sürecini kendi başarısız planıyla hızlandırır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.