Parayı buldukça başkalaşım geçiren muhafazakâr elitlerin Fatih’teki yoksullarla aralarında oluşan kültürel farklılıklar türbe yeşili ile doların yeşili arasındaki ton farkından daha geniş bir açıya hatta yarılmaya dönüşür. Nitekim kitaptaki bir röportajda söylenen “Başakşehir’e sığındık” ifadesi Fatih’ten yani yoksullardan kurtulma isteğinin itirafı niteliğindedir
Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Orhan Veli
Peyami Safa, Fatih-Harbiye romanıyla genç Cumhuriyetin modernleşme projesinin nasıl bir kültürel yarılmaya yol açtığını anlatmıştı. Birbirine tramvayla bağlı olan iki semtten birine geçenler ezan ve ud sesi geride bırakıp, caz ve baloya kulak kesiliyordu. Romanın kahramanı Neriman bu kültürel eşikten atlarken siyah başörtüsünü çıkartıyordu.
İrfan Özet, bu romandan esinlenerek adını koyduğu çalışmasında iktidarın nimetlerinden yararlanarak zenginleşen İslamcı hareketin içerisinde oluşan farklı yaşam tarzlarını, beğenileri, yeme-içme alışkanlıklarını muhafazakarlığın sembolik mekanları olan Fatih ve Başakşehir’i karşılaştırarak gösteriyor. Araştırma Weber’e ait “sosyal kapanma” ile Bourdieu tarafından formüle edilen “habitus” kavramlarına yaslanarak yapılmış. Sosyal kapanma kavramı, Marksist eşitsizlik analizlerine alternatif olarak ortaya atılmış ancak önyargılı olmaya gerek yok, habitus kavramı ile araştırmada sınıfsal boyut yakalanıyor.
İrfan Özet, 1950’li yıllardan itibaren kentte yaşanmaya başlanan İslamileşmeyi sosyal hareketler üzerinden yorumluyor. O tarihlerde henüz siyasal bir hareket olamayan İslami cenahın bugün Akepe etrafında kenetlenmesinin anlaşılması biraz da bu arka planın bilinmesinde yatıyor. Kendi sembolleri ve kurumlarıyla büyük şehirlerde otoritesini kurmuş olan Kemalist iktidar karşısında kırdan kente doğru yaşanan göç dalgası ile İslami habitus kent mekanlarında filizlenmeye başlar. Sosyal sermaye ağları (hemşericilik, akrabalık, aile), cami cemaatleri, dini ağlar (tarikat), iktisadi ağlar (esnaf mobilizasyonu), öğrenci yurtları ağları (İsegev/Türgev vb.) ile örülen yatay dayanışma ağları başlangıçta kente tutunma işlevi görürken, zamanla bu ağlar etrafında oluşan dinamizm dikey sıçramaya zemin hazırlayarak İslami hareketin siyasallaşmasını sağlar.
Kırdan kente göç sırasında hemşericilik ve cemaat ilişkileri sayesinde ortaya çıkan dayanışma ağları, ilk başta tutunmaya dönük kaygıları gidermeye yararken, zamanla şehirde parti, dernek ve cemaatlerle biriktirilen güç, bu ağları toplulukların dikey hareketini sağlayacak dönüşümü göstermeye iter. Sınıfsal sıçramayla birlikte dayanışmacı kapanma yerini dışlayıcı kapanmaya bırakır ve bu aşağıya doğru bir güç kullanıma karşılık gelir.
İktidarın ele geçirilmesi İslami habitus içinde yer alanlara yükselme ve sıçrama olanağı sağlar. Parti, belediyeler, STK’lar, şirketler, cemaatlerin yarattığı imkanlar sosyal dışlama kuralının işlemesine bu da İslami habitusun dönüşümüne yol açar.
Öte yandan küreselleşmenin sonuçları da İslami habitus içinde ayrışma eğilimlerini tetikler. Hizmetler sektörünün nitelikli emek ihtiyacı ve yarattığı rekabet ortamı İslami orta sınıflar üzerinden gelişen dışlama dinamiklerini harekete geçirir.
Başakşehir yüksek gelir düzeyi ve kültürel kimlik kodlarıyla İslami habitusta yeni bir deneyimi temsil eder.
Köyden şehre inen İslami kesim kentte tutunabilmek için kendine özgü bir modernizasyon projesi ile dönüşümünü sağlar. Taşrada dergâh, tarikat biçiminde var olan yapılar şehirde cemaat görünümüne bürünerek kent hayatının dayanışma, istihdam, kariyer gibi ihtiyaçlarını karşılar. Dikey hareketlilikler için ise izleyen yıllarda STK’ler devreye girer.
Merdivenaltı diyebileceğimiz informel kanallar üzerinde gelişen kolektif bilinç ve ilişki ağları 1980 sonrasında formelleşme yönünde evrilirken, mantar gibi biten STK’ler İslami kesime görünürlük kazandırır. İslamcıların iktidara geldiği 2000’li yıllardan bu yana ise bu STK’ler İslamcıların sembolik iktidarının kurulmasını ve cemaat kültürünün meşruiyet kazanmasını sağlar. Bir dönem yüksek perdeden sürdürülen mağdur edebiyatının solun bir kısmı üzerinde bile etkili olduğunu hatırlarsak İslami STK’lerin hakkını teslim etmemiz gerekir.
Cemaatlerin mesken tuttuğu Başakşehir, bu cemaatleri temsil eden altmıştan fazla örgütlü STK ile bir ağ toplumu hüviyetindedir.
Parayı buldukça başkalaşım geçiren muhafazakâr elitlerin Fatih’teki yoksullarla aralarında oluşan kültürel farklılıklar türbe yeşili ile doların yeşili arasındaki ton farkından daha geniş bir açıya hatta yarılmaya dönüşür: Kapı önüne çıkarılan ayakkabılardan rahatsızlık duyma, pazar yeri, dolmuş istememe gibi kültürel farklılıklar aslında sınıf farklılıklarına işaret etmektedir. Nitekim kitaptaki bir röportajda söylenen “Başakşehir’e sığındık” ifadesi Fatih’ten yani yoksullardan kurtulma isteğinin itirafı niteliğindedir.
Başakşehir’de oturan din eğitmenlerinin yoksul mahallelerde görev yapmak istememesi, oralarda Kuran okutacak fahri öğretici bile bulunamaması, sonunda müftülüğün taşımalı eğitimle soruna çözüm bulması sınıf farkının, din kardeşliğinin bile üstünü örten bir leke olarak görüldüğünü gösteriyor. Ümmet sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle olamıyor.
Bir özel lisenin afişinde; “ahlaklı ve başarılı nesiller” sloganının hemen altında “12 kişilik VIP sınıflar” yazması başarının da ahlakın da üst sınıflar tarafından satın alınabilecek özellikler olarak kabul gördüğünü resmederken, kimliğin, sınıf tarafından domine edildiğinin altını çiziyor.
Yüksek statüye ulaşan müminler bir lokma bir hırka felsefesini bir yana bırakıp, statüsünü gösterme zorunluluğu duyuyor. 800 TL’ye satılan ithal eşarplara duyulan talep lüks tüketiminin İslami elitler arasında farz haline geldiğini gösteriyor.
Pasta kesilerek şölen havasında geçen hatim partileri, üzerinde türbanlı kadınların resminin bulunduğu “Yılbaşında Dj. Fatma Civelek’in sizi coşkuyla yeni yıla sokacağı geceye hepinizi bekliyoruz” afişi, bilet-akbil nedir bilmeden büyüyen çocuklar, parayı nereye harcayacağını bilemeyen Başakşehir’deki zengin İslamcıların Fatih gibi yoksul ilçelerdeki Müslümanları sınıfsal olarak dışladığını, bunu da sembolik ve kültürel ayrımlar yoluyla yaptığını gösteriyor.
Ortaya çıkan yarılmayı şu tabloyla özetlemek mümkün: Fatih fakir güneyse, Başakşehir zengin kuzeydir; Fatih TESK ise, Başakşehir MÜSİAD’dır; Fatih hacı yağı ise, Başakşehir parfümdür; Fatih çarşafsa, Başakşehir eşarptır, Fatih Karagümrükspor ise Başakşehir Barcelona’dan Arda Turan’ı transfer eden kulüptür.
“Abdestli kapitalizm” yakıştırmasının da yapıldığı kapitalizme entegre olmuş İslam ve burjuvalaşan Müslümanların incelendiği Fatih-Başakşehir kitabı sınıf çalışmaları açısından da ilgiye değer sonuçlar çıkartmış.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.