Mesele halkın öfkesinin, adalet arayışının, eşit bir yaşam beklentisinin Erdoğan faşizmini yıkma hedefiyle ve sol bir programla örgütlenmesi. Ve bu programın halkın mücadelesi içinde anlam kazanması, gerçek bir harekete dönüştürülmesi
Yazın sıcağına politikanın sıcağı ekleniyor. Tayyip Erdoğan için kolay bir süreç değil. Eylül’de Anadolu turuna çıkacakmış, sahaya inecekmiş, teşkilatı gezecekmiş. Bu defa da Erdoğan’ın tılsımıyla bu kriz ortadan kalkar mı bilinmez ama seçim sonuçlarının ve sonrasında oluşan atmosferin gör dediği, artık gitme vakitlerinin geldiği. Halk AKP’den yüz çevirmeye başlamışken ortaya çıkan krizi derinleştirmek ve yıkılmaları için mücadele etmek ertelenemeyecek bir görev.
AKP içinde 23 Haziran seçim sonuçlarını bekleyenler vakit kaybetmeden harekete geçti. Ali Babacan, Erdoğan’la görüşmesinin ardından “aklen ve kalben bir ayrışma yaşadım” diyerek partisinden istifa ettiğini duyurdu. Babacan’ın “yeni bir çalışma başlatmak kaçınılmaz hale gelmiştir” diyerek işaret ettiği yeni parti çalışmaları AKP’den kaç vekil koparır? Siyasette ne kadar etkili olur? Bunları konuşmak için çok erken. Ancak AKP’ye oy veren halkın bir kısmı sandıkta tercihini değiştirmişken, içeride ve kamuoyu önünde ‘AKP rüzgârını kaybetti’1 tartışmaları yapılıyorken ve henüz Erdoğan’dan karşı operasyon gelmemişken Babacan’ın çözüleni toplama hamlesi yaptığını söylemek yanlış olmaz. Üstelik içerideki tek kriz Babacan ve Gül değil. Damat Albayrak ve ekibine duyulan tepki, Davutoğlu’nun henüz yeni bir oluşum açıklaması yapmamış olsa da açıktan maddelendirdiği eleştiriler, seçim yenilgisinin nedenleri üzerine dönen tartışmalar ve kabine değişikliği talepleri AKP’de suyun durulmayacağının göstergesi. Tüm bunların karşısında Erdoğan’ın sahip olduğu yetkiye dayanarak hem içeriyi tutmaya çalışacağı hem de kaybettiği desteği yeniden kazanmak için sahaya inmesi bekleniyor. Sahada adalet duygusu zedelenmiş bir halk var. İçeride ise tek sorun partide değil. Emperyalizmin ve büyük sermayenin desteğini tutmak ve kontrgerilla içi gerilimleri yönetmek gibi ertelenemeyecek işler var.
ABD emperyalizmiyle yaşadığı gerilimleri Rusya’ya bağımlılık yaratan hamlelerle aşmaya çalışan Erdoğan’ın başındaki büyük belalardan biri de dış politikada gelinen nokta. İdlip’te cihatçı çetelerle iş tutarken diğer yandan Rusya ile masaya oturmanın karşılığı Reyhanlı’da ortaya çıktı. Libya’da aktör olma heveslisi Erdoğan, ülkeyi Suriye’den sonra yeni bir bataklığa daha sürüklemekle meşgul. S-400 füze savunma sistemi krizi, ardı ardına gelen çelişkili açıklamalarla idare ediliyor, en azından kamuoyu idare edilmeye çalışılıyor. Temmuz ayı içerisinde savunma sisteminin Türkiye’ye getirileceği, sistemin barış dönemlerinde bakım ve tatbikat dışında açılmayacağı söyleniyor. Aç kapa oyuncak gibi anlatılan şey, menzili yaklaşık 400 kilometre olan 192 füzeden oluşan bir savunma sistemi. ABD yaptırımlarının nasıl aşılacağı meçhul, bu tartışma mümkün mertebe kamuoyundan uzak tutuluyor. 2,5 milyar dolara alınan ve ABD yaptırımlarıyla maliyeti daha da artacak olan bu füze savunma sisteminin, ekonomik krizin üzerine halkın sırtına epey yük bindireceğini gizleseler de durum ortada. Bu bilgi halktan gizleniyor ama bir yolunu bulup halka ulaştırmak gerekir.
Ekonomi ise çoktan Erdoğan ve damadının günü kurtarma politikalarına terk edilmiş vaziyette. Merkez Bankası Başkanı, Erdoğan’ın söylediği üzere faizleri indirmeye direndiği için görevden alındı. Erdoğan ve ekibinin bir amacı da enflasyonu düşük göstererek maaş zamlarını en alt noktada tutmak. Son olarak ekonomik düzenlemeleri içeren yeni torba yasa Meclis Genel Kurulu’na getirildi. Torba yasa içinde bulunan “ihtiyat akçesi genel kurul kararı aranmaksızın Hazine’ye verilir” düzenlemesi2 iktidarlarını ekonomik olarak ayakta tutmak için ülkenin birikmiş bütün kaynağını yağmalamaktan çekinmeyeceklerini gösteriyor.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, torba yasa tartışmaları sürerken asıl yük halkın sırtına bindiriliyor. Yüksek enflasyon, işsizlik, vergilerdeki artış yetmedi seçim geçer geçmez çaya, şekere, elektriğe, motorine, benzine, sigaraya ve alkole zam geldi. Her geçen ay açlık ve yoksulluk sınırıyla reel ücretler arasındaki uçurum artıyor. Artan uçurum sadece yoksulluk sınırıyla değil; Yüksek İstişare Kurulu üyelerinin maaşlarıyla, Emine Erdoğan’ın çantasıyla, AKP’li bürokratların makam araçlarıyla, şürekâlarının şatafatlı düğünleriyle halkın yaşamı arasındaki uçurum büyüdükçe büyüyor. Bu eşitsizlik, adaletsizlik, haksızlık duygusu egemenlerle ezilenler arasındaki çelişkinin güncel toplumsal karşılığını gösteriyor.
İşte AKP’nin 23 Haziran’da kaybetmesinin nedenlerinin başında AKP ile halk arasında büyüyen bu uçurum sayılıyor. Ekonomik krizin etkisi, haksızlık yapıldı duygusu ve adalete olan güvenin sarsılması… Buna bir de yeni rejimin kuralı olan yüzde 50+1 matematiği eklenince herkes kendi tarafını daha kolay seçiyor. 23 Haziran’da CHP’ye oy verenlerin önemli bir bölümünün asıl amacının CHP’ye destek değil Erdoğan’a kaybettirmek olduğu bir gerçek. Bu gerçekten yola çıkarak AKP’nin kaybettiği, büyükşehirler ve bütün belediyelerde başta sosyalistler ve Kürt halkı olmak üzere AKP’ye kaybettiren halkın taleplerini önceleyen adımların atılması ertelenemez. Kamusal haklardan eşit ve parasız yararlanma, yolsuzlukların üzerine gidilmesi, şeffaflık, kentin yönetiminde söz sahibi olma gibi talepler enkaz devraldık denilerek ertelenmemeli. Sandıkta oluşan halk desteği, yolsuzlukla hesaplaşırken de kamu hizmetine eşit ulaşma sağlanırken de değerlendirilmeli, atılacak adımlar halkla birlikte atılmalı. Bu noktada seçim süreci boyunca bağımsız sol bir çizgiyi ve pratiği örgütleyen sosyalistler kolları sıvayacaktır. Yerel yönetimler sosyal ve kültürel dönüşüm ve yerel siyasette güçlenmenin bir alanı olarak değerlendirebilir. Kentler, halkla AKP iktidarı arasındaki çelişkiyi büyüten bir çatışma alanı olarak örgütlenebilir.
ODTÜ öğrencileri kayyum rektör Verşan Kök’e “Artık gitme vaktin geldi” diye sesleniyor. ODTÜ’ye atanan kayyumun önce ODTÜ şenliğini yasaklamaya çalışması şimdi de ODTÜ’deki yeşil alana inşaat yapma gözü dönmüşlüğü… Bunlar tanıdığımız AKP pervasızlıkları. Ama farklı olan her kesimden alınan destek, hep beraber olursak başarabiliriz duygusu. Çankaya Belediye Başkanı’nın inşaatın ruhsatsız olduğunu söylemesi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nın yurt yapıp ODTÜ’ye hibe etme teklifinde bulunması… Bunlar mücadelenin yeni kazanımları. Yine de “ODTÜ’lü olmak” biraz daha cüretli olmayı gerektiriyor sanki.
Sadece Verşan Kök’ün değil AKP’nin gitme vakti de çoktan geldi geçiyor. Ancak, Erdoğan devlet gücüne emperyalizmle işbirliğine ve sermaye programı uygulamaktaki ısrarına dayanarak iktidarını hala koruyor. Halkın gözünde meşrulukları sarsıldı ama bir seçim yenilgisi AKP iktidarının yıkılması için yeterli olmayacak. Halkın AKP’den yüz çevirmesinin nedenleri nelerse o çatlaklar devrimcilerin yuvalanma alanları olmalı.
Halkın gözünde meşru değiller. Nasıl olsunlar. İşte Meclis’te reddedilen önergelerin birkaçı: EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) ile ilgili araştırma komisyonu kurulması, Rabia Naz’ın ölümüyle ilgili verilen araştırma önergesi, Çorlu tren faciasıyla ilgili verilen araştırma önergesi… Hepsi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Suçu örten, halkın talebine kulak tıkayan bir çıkar şebekesi. Meşru değiller ve bunca yıldır harcanan emek, verilen mücadele, bundan sonra yapılacak olanlar da boşa değil. Çorlu Katliamı davasında bir tane devlet yetkilisi yargılanmıyor, ölen 25 kişinin yakınları mahkeme önünde tartaklanıyor, heyet dosyadan çekiliyor… Neoliberal politikalarla, denetimsizlikle gelen katliam ve katliamın hesabını sormayı engelleyen faşizm ve adaletsizlik. Bu ülkenin hak savunucu devrimcilerinin bu davayı AKP’ye karşı adalet arayışının bayrağına dönüştürmesi gerekmez mi? Sadece Çorlu değil! Önümüz 20 Temmuz, Suruç Katliamı’nın yıldönümü… Bu topraklarda adalet arayanların birbirinden güç alması ve Erdoğan faşizmini yıkma hedefine yönelmesi için dayanacağımız çok mahkeme kapısı, dolduracağımız çok meydan, sesimizi duyuracağımız çok pazar yeri var.
Bugün haksızlığa, eşitsizliğe, gericiliğe, Erdoğan faşizmine karşı toplumda öfke birikiyor. Programsız ve hedefsiz olduğunda hızla sönebilecek olan bu öfkeyi daha önce de gördük. Mesele halkın öfkesinin, adalet arayışının, eşit bir yaşam beklentisinin Erdoğan faşizmini yıkma hedefiyle ve sol bir programla örgütlenmesi. Ve bu programın halkın mücadelesi içinde anlam kazanması, gerçek bir harekete dönüştürülmesi. Alametler belirdi ancak gitme vaktini getirecek olan halkın örgütlü gücü, yolu açacak olan da bu memleketin sosyalistleri olacak.
Dipnot:
* (Kıyamet Sureleri-Nazım Hikmet Ran)
1- Arınç: “Rüzgârımızı, heyecanımızı kaybettik”
2- Yedek akçe ya da yaygın bilinen adıyla “ihtiyat akçesi” TCMB’nin kanun gereği olağanüstü durumlarda kullanılmak üzere kenara ayırdığı rezervler anlamına geliyor.