AKP’nin Libya savaşı: Yeni bir ‘stratejik iflas’ mı?

Tunus’ta Nahda iktidarını kaybetti, Mısır’da Sisi darbesiyle İhvan mevsimi sona erdi. Geriye bir tek Libya’daki İhvancı iktidar kaldı. O da milisleriyle birlikte Trablus’a sıkışıp kaldı ama AKP bu son kaleye sımsıkı sarılmaya devam ediyor

AKP’nin Libya savaşı: Yeni bir ‘stratejik iflas’ mı?

Suriye savaşında gelinen noktada cihatçı belasıyla nasıl baş edileceğinin belirsizliğini koruduğu bir dönemde AKP, Libya’da yeni bir “stratejik derinlik” hattında yol alıyor. El birliği ile kan gölüne çevrilen Libya, iç ve dış güçlerin çıkar çatışmalarına ev sahipliği yapıyor. Libya’nın zenginliklerine göz diken dış güçlerin, Kaddafi’yi linç ettirdikten sonra bu ülkede soluğu alma yarışına nasıl girdiklerini hatırlayalım. Yarışta geride kalanın öfkesini “Rol kapmaya çalışıyorlar”[1] şeklinde dile getirdiğini de hatırlatalım. Ancak bu rol ya da mal kapma yarışında taraflara bir avuç hayal kırıklığı, ama Libya halkına bolca kan ve gözyaşı kaldı…

Şu anda kanlı baharını yaşayan parçalı bir Libya var. İç savaşın kol gezdiği Libya’da, biri Halife Hafter komutanlığındaki Libya Ulusal Ordusu’nun desteklediği Tobruk Meclisi, diğeri “devrimci milislerin” desteklediği İhvancı Trablus Hükümeti olmak üzere resmi olarak iki başlı iktidar mevcut. Dış güçlerin hepsinin desteklediği biri var. Kimileri sessizce destekleyip güçler dengesinin yönünü gözetliyor. Ama biri var ki, alenen, göstere göstere destekliyor, hem de uluslararası karar olmaksızın… Yani buna balıklama atlamak da denilebilir, tıpkı Suriye savaşında olduğu gibi. İşte bugünlerde bu derin aklın Libya politikası, gündemin başında yer edinmiş durumdadır. Ülkenin büyük bir bölümünü kontrol altına alan doğudaki Tobruk Hükümeti’ne karşı AKP, Trablus’taki İhvancı hükümeti destekliyor. Hem de Libya’daki iç savaşa açıktan taraf olmak anlamına gelen bir rahatlık içinde veriliyor bu destek.

Başından itibaren Katar ve Türkiye’nin İhvancı hükümeti desteklediği biliniyor. Fakat önceleri bu denli açıktan destek sunulduğu görülmedi. Hafızaları yokladığımızda şu hatıralar dökülür: Ocak 2018’de Yunanistan Sahil Güvenlik Teşkilatı tarafından Libya’ya patlayıcı yapımında kullanılan malzemelerle yüklü bir gemi ele geçirdi. Tanzanya bayrağını taşıyan geminin Türkiye’ye ait olduğu ve Libya’daki İhvancı hükümete silah desteği sağladığı açıklandı. Türkiye’den bu iddiaya yalanlama geldi ama Tobruk Hükümeti Türkiye’yi teröristleri desteklemekle suçladı. Libya Ulusal Ordusu sözcüsü de, Türk gemilerinin Libya’ya silah ve patlayıcı malzeme taşımasının bir savaş suçu olduğunu kabul etmeleri için Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Afrika Birliği ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne çağrı yaptı.[2] Bunun üzerine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Gemi silah yüklü değil. Gemi içinden çıkan iki konteynerdeki kurusıkı silahlarla ilgili bir süreç var. Biz bu konularda çok hassasız ve bu konuda birlikte soruşturma yürüteceğiz” dedi.[3] Konu bu şekilde ortada kaldı, ancak yakın bir zamanda o kadar hassas davranılmadığı görüldü.

Bu yılın mayıs ayında Türkiye’den Libya’ya çok sayıda zırhlı araç gönderildiği, BMC üretimi “Kirpi” adı verilen zırhlı araç ve ağır silahların Trablus’ta milislere teslim edildiği fotoğraflarıyla birlikte basına yansıdı[4] ve buna dair Türkiye’den herhangi bir yalanlama da gelmedi. İşte aleniyetle birlikte, Hafter güçleri Türkiye’yi “düşman hedef” olarak ilan etti. Böylece AKP, Türkiye’yi resmen Libya iç savaşının bir tarafı haline getirmiş oldu. Zira Libya Ulusal Ordusu Sözcüsü Ahmed el-Mismari’nin Türkiye’yi Libya’yı kuşatmakla suçlamasının ardından aralarında üst düzey subayların da bulunduğu Türk askerlerinin pasaport görüntüleri yayımlandı[5] ve Türkiye yapımı bir insansız hava aracının düşürüldüğü[6] basına yansıdı. Ecdebiye’de 6 Türk vatandaşının alıkonulması ise aralarında askerlerin de olabileceği iddialarına yol açtı.

Yani aslında uluslararası topluma, Türkiye’nin de fiili olarak bu savaşın içinde yer aldığı duyurulmuş oldu. Peki Türkiye neden kendini göstere göstere Libya savaşına dahil oluyor? Havuzda üretilen stratejilere bakılırsa Türkiye, Birleşmiş Milletler’in (BM) ve uluslararası toplumun tanıdığı “tek meşru hükümeti” savunmak için müdahale etti ve bu da uluslararası hukuka göre “meşru bir müdahaledir”… BM’nin dahi aklına gelmeyen bu meşruiyetin kaynağı nedir? Bunu analiz etmek için Libya’da ne olduğuna bakmak gerekir. 

Libya’da ne oldu?

Libya’da 15 Şubat 2011’de başlayan isyanla avuçlarını ovuşturan ABD, Fransa ve İngiltere Paris’te “Libya Koalisyonu”nu kurdu. Bir gün sonra BM’den Libya’ya müdahale kararı çıktı. NATO müdahalesiyle yerle bir edilen Libya’da, sözde siyasi geçiş sürecini, NATO’nun desteğiyle çatışmalara dahil olan Ulusal Geçiş Konseyi (UGK), Kaddafi’nin devrilmesinden sonra BM tarafından tanındı. Seçime kadar görev alan UGK, Temmuz 2012’de yapılan Genel Ulusal Kongre (GUK) seçimlerinden sonra kendini lağvetti. Bu ilk seçimlerde GUK içerisinde ağırlıklı olarak, Müslüman Kardeşler’in Adalet ve İnşa Partisi başta olmak üzere İslamcı gruplar yer aldılar. GUK’un 18 aylık görev süresi belirlenmişti. Fakat ülkeyi bu süre içerisinde seçime götüremedi, görev süresini bir yıl uzattı. Ama bu süre içerisinde “Libya Devrimi”ni darbeyle ilk tanıştıran GUK oldu. Dönemin Başbakanı Ali Zeydan’ın başına gelenler Hollywood filmlerini çağrıştıran türdendi. Önce İhvancılarla ilişkisi olduğu bilinen “İslami Libya Devrimci Operasyon Odası” adlı örgüt tarafından kaçırıldı. Bir otelde alıkonulduktan sonra serbest bırakıldı. Ardından “kaçırılan bir başbakanın hükümetin itibarını düşüreceği” gerekçesi öne sürülerek GUK’un kendisinden güvenoyunu çekmesi sonucu görevi bıraktı ve sonra ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Kendisinden güvenoyunun çekilmesinde etkili olan parti, İhvancıların desteklediği Adalet ve İnşa Partisi idi. Yani aslında ilk hükümetin başbakanına yönelik en erken darbeyi yapanlar, Müslüman Kardeşler’dir. Darbe kültürünü ilk yerleştiren İhvancılar ile liberaller arasındaki kavganın startı ta o zaman verilmiş oldu.

Önce kaçırılan, sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalan Zeydan’ın yerine, onun kabinesinden Savunma Bakanı olan Abdullah Sini, geçici olarak başbakan tayin edildi. Sonra GUK’ta yeni başbakan arayışlarına gidildi ve birkaç gün sonra yine İhvancı Adalet ve İnşa Partisi’nin ağırlığıyla Ahmed Maitik, yeni başbakan olarak seçildi. Buradan anlaşılacağı üzere Türkiye’deki AKP’nin kardeş partisi olan Libya AKP’sinin ülkeyi ele geçireceği “endişesi” o zamanlar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Dahası, Kaddafi’ye karşı İslamcı hareketleri destekleyen ABD ve diğerlerini endişelendiren şey şu oldu: İslamcıların “Libya Devrimi”nde payı oldukça büyük, ama El-Kaide uzantılı oldukları ifşa oldu… Dahası, ABD’nin Bingazi Konsolosu’nun El-Kaideciler tarafından tıpkı Kaddafi gibi linç edilerek öldürülmesinin ABD kamuoyunda yarattığı infialin Beyaz Saray’a faturası ağır oldu… Keza bu süreçte hem liberaller ile İslamcıların hem de onları destekleyen dış güçlerin Libya’yı dönüştürme ve talan etme konusundaki çıkar çatışmaları da gün yüzüne çıkmaya başladı…

Hafızalarımızı yoklarsak eğer, “devrimden sonra” Libya halkına ait olan petrollerin batıdaki milisler tarafından Akdeniz’e kaçak yollarla taşındığı, ABD’nin ise bunu kontrol etmek adına Akdeniz’de adeta korsancılık oynadığı dönemi hatırlarız. 2012-2013 yıllarında Libyalılar böylesine atraksiyonlu bir “devrim” yaşadılar… Akdeniz’e kaçak yollarla petrol yüklemesi yapılan yer, Libya’nın batısı, yani İhvancı Trablus Hükümeti’nin kontrolündeki bölgedir…

Darbeler ve Libya’nın resmi olarak bölünmesi

Bu süreçte sokaklara sadece milislerin çatışmaları egemendi. Milisler sorununun çözülememesi, dolayısıyla güvenliğin bir türlü tesis edilememesi gibi bir başarısızlığa imza atan, öte yandan siyasi darbeyle anılan UGK’nin görev süresini bir yıl uzatması, “bardağı taşıran son damla” gibiydi.

14 Şubat 2014 günü emekli General Halife Hafter bir basın açıklaması yaparak, GUK’u feshettiğini ve Libya Askeri Geçiş Konseyi ilan ettiğini duyurdu. Bu açıklama bir darbe girişimi olarak nitelendirildi ve Hafter hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Böylece GUK darbe girişimini bertaraf ettiğini ilan etmiş oldu. Ancak kısa bir süre sonra bu kez oldukça güçlü olan ve Hafter’i destekleyen Zintan milisleri de, parlamentoya kendini feshetmesi için beş gün süre tanıyarak darbeye kalkıştılar… İşte Hafter’e değil, ama Zintanlıların bu darbe girişimine karşı birden sesler yükseldi. Buradan şunu anlıyoruz ki, Libya’yı kol kola vererek yerle bir eden güçler, Kaddafi sonrasında çıkar kaygısına girdiler ve kendi elleriyle güçlendirdikleri İslamcılara karşı liberalleri “itinayla” desteklemeye başladılar. O yüzden Halife Hafter, bu ilk darbe girişiminde başarılı olmadıysa da, uluslararası toplumdan tepki almadığı (ve aslında kabul gördüğü) için yeniden denemek üzere motivasyon kazandı.

Nitekim Mayıs 2014’te Halife Hafter, dinmeyen iç çatışmaları gerekçe göstererek “Libya’nın Onuru Operasyonu” adı altında Bingazi’ye operasyon düzenledi ve bölgeyi kontrol altına aldı. İhvancıların Zeydan yerine seçtikleri geçici başbakan Abdullah Sini’nin basın sözcüsü, GUK’un “teröristleri desteklediğini” söyledi, buna karşı harekete geçen Hafter’in desteklenmesi için halka çağrılar yaptı. Ardından azledilen Ali Zeydan, GUK ile Adalet ve İnşa Partisi’ni ağır bir dille eleştirerek, Hafter’in çıkışını desteklediğini duyurdu. Bunun üzerine Tobruk’taki Libya ordusu birlikleri, Libya Özel Kuvvetleri ve Libya Hava Kuvvetleri komutanları da Hafter’e katıldıklarını açıkladılar. Böylece Hafter, harekete geçirdiği milisler dışında bu organizeli katılımlarla birlikte “meşru Libya Ulusal Ordusu’nun meşru komutanı” sıfatına erişmiş oldu. Libya’nın resmi olarak bölünmesi de bundan sonra geldi. Oysa bu süreçte Hafter sözde yargılanıyordu!…

25 Haziran’da (2014) ise Temsilciler Meclisi seçimlerinde, Adalet ve İnşa Partisinin öncülük ettiği İslamcı güçler 200 sandalyenin sadece 30’una sahip oldu.[7] Katılımın yüzde 20 civarında olduğu bu seçimlerin sonuçları İslamcı grupların pek hoşuna gitmedi ve nitekim Libya Anayasa Mahkemesi de bu seçimi iptal etti.[8] Bu demektir ki, İhvancı Adalet ve İnşa Partisi ilk seçimde istediği sonucu alamadıysa da Kongrede ağırlığı kazandı, ancak ikinci seçimde kaybetti.  Yani seçimle geldi, yine seçimle kaybetti. Ama sonuca razı gelinmedi…

“Devrim” çocuklarını yemeğe başladı

Liberaller, şiddet yanlısı oldukları gerekçesiyle İslamcılara karşı Hafter’i ve ordusunu desteklerken, İslamcılar da Hafter’i bir darbeci olarak nitelendirip karşısında direnme kararı aldılar. Bu çatışmalar sonucu biri Tobruk’ta Temsilciler Meclisi (TM), diğeri Trablus’ta Milli Genel Kongre (MGK) olmak üzere iki rakip hükümet ortaya çıktı.

Bölünme bununla da sınırlı değil. NATO müdahalesiyle birlikte milislere silahlanma serbestliği ve desteği sonucunda -Sirte hariç- her kentin milis gurupları vardı. Keza kimi kabilelerin kendi yaşam alanlarını koruma savaşı verdikleri bir süreçte, Libya’nın güneyinde Tebu halkının, Libya’nın güneybatısında da Taureg halkının egemenlik kurdukları yarı özerk bölgeler mevcuttur. Resmi olarak İslamcıların Trablus Hükümeti ile Liberallerin Tobruk Hükümeti karşı karşıya. Ancak fiili olarak kabilelerin kontrol ettikleri bölgeler var, keza “Zintan Devrimcileri” ve “Misrata Güçleri” gibi öne çıkan milislerin yanı sıra, kent milislerinin ve dahi IŞİD’in kontrol ettiği bölgeler de ülkede mevcuttur. Şu anda ülkenin yüzde 80’ine yakın bölümü Tobruk Hükümeti’nin kontrolü altında. Genel anlamda ülkedeki durum şudur:

Halife Hafter öncülüğündeki Libya Ulusal Ordusu (Tobruk Hükümeti) ülke topraklarının %77,58’ine hakim.

Trablus Hükümeti’nin kontrolündeki alan ise ülkenin %6,35’ine tekabül ediyor.

261 bin kilometrekarelik alana hakim olan Tebu halkının yarı özerk bölgesi de ülkenin  %16’sına tekabül ediyor.[9]

Libya’daki son durumu gösteren 24 Haziran 2019 tarihli harita. [Kaynak: @riskstaff]

Hangi hükümet daha meşru?

Hangi hükümeti kimin desteklediğine gelince; AKP’nin strateji yazarlarının hep bir ağızdan dile getirdikleri “Meşru hükümet, Trablus Hükümeti’dir” tezinin temeli, BM’nin bu hükümeti tanıdığı iddiasına dayanıyor. Bu tez kısmen doğru ancak eksiktir.

Libya’da kaosun bir türlü dinmemesi ve doğu ile batı arasındaki çatışmaların şiddetlenmesi sonucunda BM devreye girdi. BM’nin arabuluculuk ettiği, bir yıldan fazla süren müzakerelerin ardından iki taraf arasında barış anlaşması Aralık 2015’te, Fas’ın Suheyrat kentinde imzalandı. Suheyrat Anlaşması’na göre, BM aracılığıyla Libya’nın Trablus ve Tobruk kentlerinde birbirine rakip iki parlamento arasında yürütülen müzakereler sonucunda ortak bir ulusal birlik hükümeti kurulması için anlaşmaya varılmıştı. Fakat bu anlaşma hiçbir zaman hayata geçmedi.

Uluslararası alanda tanınan Tobruk’taki Vekiller Meclisi’nin başkanı olan Agila Salih İsa ile Trablus Hükümeti’nin Meclis Başkanı Nuri Ebusehmen ilk kez Malta’da bir araya getirildiler, uzlaşmaya onay verdiler. Her şey tamamdı. Fakat BM aracılığıyla sağlanan Suheyrat Anlaşması’nın imza töreni öncesinde Libya’daki iki parlamentodan bir olan Trablus’taki GUK’un başkanı Nuri Ebusehmen yaptığı açıklamada, anlaşmanın meşruluğunun olmadığını söyledi. Ebusehmen anlaşmayı imzalayacak olan vekillerin başkanlık ettiği parlamento tarafından yetkili kılınmadığını açıklamıştı. Yani aslında ulusal birlik anlaşması ölü doğdu ve böylece siyasi kriz devam etti. BM, anlaşma gereği kurulacak olan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) tanıdı, fakat aynı zamanda Tobruk’taki Libya Temsilciler Meclisi’ni de “Libya’nın meşru meclisi” olarak tanıdı. Üstelik anlaşmanın temel şartını, “Güvenlik sorununu çözecek bir ulusal ordunun oluşturulması ile silahlı milislerin tasfiye edilerek ulusal orduya entegrasyonu” oluşturuyor. Fakat Trablus Hükümeti, kendi kolluk gücü blokunda yer alan İslamcı milisleri silahsızlandırmaya yanaşmadı. BM, UMH’ye silahlı milislerin varlığına son verme çağrılarına[10] rağmen, Trablus başta olmak üzere liman kentleri ve önemli yerleşim merkezleri ile havalimanı, petrol ve altyapı tesisleri gibi stratejik öneme sahip yerlerde milis güçlerin varlığı, olduğu gibi devam ediyor.[11] UMH Başbakanı Fayez el-Serac, “milislerin terörist değil, devrimi koruyan güçler” olduğunu söyledi. Yani Tobruk Hükümeti, BM’nin tanıdığı bir uzlaşı hükümetinin “başkenti teröristlerden temizleme” konusundaki vaatlerini bilerek yerine getirmemekle suçluyor ve “başkent terörden tamamen temizlenmeden”  Trablus’taki yetkililerle barış görüşmesi yapılmayacağını söylüyor[12] ve kimse de buna itiraz etmiyor. Öyleyse bu durumda hangi hükümetin daha meşru olduğunu tartışmanın önünü kesen şey, İslamcı milislerin “terörist” olarak nitelendirilmesi ve buna BM’nin de onay vermesidir. Çünkü BM sürekli “milis terörü”ne son verilmesi çağrı yapmıştır. Bu durumda hangi hükümetin daha meşru olduğuna kim karar verecek? Hele ki Libya halkına soran yok!… Ama hükümetleri   ayrı ayrı destekleyen  ve dışarıdan gazel okuyan ülkeler var.  Şu an Tobruk Temsilciler Meclisini açıktan destekleyen ülkeler: Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa..  Keza ABD’nin de desteklediği ortadadır. Çünkü Halife Hafter zaten bir CIA ürünü olarak Libya’ya gönderildi, darbesi de desteklendi. Hatta Trablus operasyonunu başlattığında ABD ne arkasında durdu ve de önüne geçti, ama kuvvetlerini Libya’dan çekerek aslında yol verdi. Diğer yandan İhvancı Trablus Hükümeti için yazılan ve söylenen şey şudur: “Katar ve Türkiye’nin desteklediği Batı Libya Hükümeti”!…

Türkiye’nin Libya’da ne gibi çıkarları olabilir?

Libya’ya müdahalede yarışa giren bütün emperyalist güçlerin kendilerine özgü bir Libya ajandası vardı ve buna Türkiye’de dahildir. Türkiye’nin, önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?” çıkışının hemen ardından İzmir’i NATO için karargah yaparken Libya ile ilgili hayalleri başkaydı, sonralar daha başka oldu. O zamanlar “müteahhit aklı” baskındı. Fakat Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalede “eş başkan” rolünün büyük bir hevesle üstlenilmesinden sonra hayaller, yeni Osmanlıcılığa kaydı, “Büyük Ortadoğu” coğrafyasının İslamcı rol modeli olma heveslerine doğru yürüdü. Tunus’ta İhvancı Nahda Hareketi’nin tepeden iktidara indirme yapması, ardından Mısır’da Mursi’nin, Libya’da İhvancı Adalet ve İnşa Partisi’nin başarıları, “AKP’nin Baharı” oldu adeta. Ancak bu bahar uzun sürmedi. Tunus’ta Nahda iktidarını kaybetti, Mısır’da Sisi darbesiyle İhvan mevsimi sona erdi. Geriye bir tek Libya’daki İhvancı iktidar kaldı. O da milisleriyle birlikte Trablus’a sıkışıp kaldı ama AKP bu son kaleye sımsıkı sarılmaya devam ediyor. Burada ideolojik fayda var, ama yine “derin strateji” yazarlarının bugünlerde üzerinde durdukları bir başka fayda söz konusu. O da, Doğu Akdeniz doğalgazı üzerindeki kavga ile ilgili. Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı meselesinde Türkiye’nin güya Libyalıların çıkarı için savaşa müdahil olduğu iddiası söz konusu. Bu tezi savunanlara göre “Yunanistan, Libya’ya ait olan deniz alanını işgal etti ve ülkeyi 63.000 km2’ye hapsetti…” Konuyla ilgili Türkiye, Trablus merkezli UMH ile görüştü ve bu haklarını geri alması gerektiğini iletti. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da geçtiğimiz yıl Libya’ya yaptığı ziyaretinde Trablus Hükümeti’ne, Libya’nın bu kaybettiğini geri alma konusunda Türkiye’nin destek sözünü verdi.[13]

Şimdi bu destek sözü, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de tek taraflı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan edip fiili olarak sondaj çalışmalarına başlamasının yarattığı gerilimin ardından verildiyse, bu söz, dış politikada sıkışmışlığın kanıtıdır. Çünkü Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkelerle karşılıklı çözülmesi gereken bir meselede Türkiye tamamen tek başına kalmıştır. Kıyıdaş ülkelerden Suriye’ye düşman, Güney Kıbrıs’la ve dolayısıyla Yunanistan ile MEB konusundan sorunlu, Lübnan ile ilişkisi yok… İsrail desen, zaten Mavi Marmara meselesinden bu yana o cenahta İsrail-Güney Kıbrıs-ABD ortaklığı ile Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarına devam ediliyor. En son Mursi’nin yasını tutma uğruna Mısır ile de diplomatik ilişki sıfırlandı. Son zamanlarda Mısır, Doğu Akdeniz doğalgazının sıvılaştırılması ve taşınması ile ilgili ortaklığa dahil oldu. Geçtiğimiz aylarda “Doğu Akdeniz Gaz Forumu”na ev sahipliği yaptı. Bu forumda, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden sadece Suriye ve Türkiye yer almadı. Bu forumun ardından Mısır, Doğu Akdeniz’de resmen Türkiye ile karşı karşıya geldi.[14]

Bu yüzden bütün ilişkilerini tüketen Türkiye’nin, Doğu Akdeniz denkleminde yer almak için elinde yalnızca Libya’nın Trablus Hükümeti kalıyor. İşte AKP’nin Libya savaşının içinde yer almasında ne tür bir “ulusal çıkar” gözettiğine, bütün bu gelişmeler ışığından bakmak önemlidir. Ama ne tür bir “stratejik akıl” ile hareket edildiği ve sonuçlarının ne olacağı daha da önemlidir; stratejik başarı mı, derin iflas mı? Görünen köy kılavuz istemez, ama biz yine de soralım: Türkiye’nin Libya’da ne işi var?

Dipnotlar:

[1] http://www.aljazeera.com.tr/haber/erdogan-libyada-rol-kapmaya-calistilar

[2]  https://www.skynewsarabia.com/middle-east/1012838-%D9%84%D9%8A%D8%A8%D9%8A%D8%A7-%D8%AA%D8%AA%D9%87%D9%85-%D8%AA%D8%B1%D9%83%D9%8A%D8%A7-%D8%A8%D8%AF%D8%B9%D9%85-%D8%A7%D9%84%D8%A7%D9%95%D8%B1%D9%87%D8%A7%D8%A8-%D9%88%D8%A7%D9%84%D8%AA%D8%AF%D8%AE%D9%84-%D8%B4%D9%88%D9%94%D9%88%D9%86%D9%87%D8%A7

[3] https://www.haberturk.com/cavusoglu-acikladi-libya-ya-giden-silahlar-icin-ortak-sorusturma-2270047

[4] https://www.independentturkish.com/node/32921/d%C3%BCnya/t%C3%BCrkiye%E2%80%99den-libya%E2%80%99ya-%C3%A7ok-say%C4%B1da-z%C4%B1rhl%C4%B1-ara%C3%A7-g%C3%B6nderildi

[5] https://almarsad.co/en/2019/06/30/bayraktar-killer-drones-run-by-turkish-military-experts-in-tripoli-exclusive-al-marsad-report/

[6] https://www.reuters.com/article/us-libya-security-turkey-drone/haftars-forces-say-they-destroyed-turkish-drone-in-tripoli-idUSKCN1TV0UM

[7] https://www.evrensel.net/haber/97275/libyaya-kim-hukmedecek

[8] https://www.raialyoum.com/index.php/%D9%84%D8%AC%D9%86%D9%87-%D9%81%D8%A8%D8%B1%D8%A7%D9%8A%D8%B1-%D8%A7%D9%84%D9%84%D9%8A%D8%A8%D9%8A%D8%A9-%D8%AD%D9%83%D9%85-%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%AD%D9%83%D9%85%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D8%B9%D9%84%D9%8A/

[9] https://www.stratejikortak.com/2019/06/libya-son-durum-haritasi.html

[10] https://www.alhurra.com/a/%D8%A7%D9%84%D8%A3%D9%85%D9%85-%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%AA%D8%AD%D8%AF%D8%A9-%D8%AA%D8%AF%D8%B9%D9%88-%D8%A7%D9%84%D8%AD%D9%83%D9%88%D9%85%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D9%84%D9%8A%D8%A8%D9%8A%D8%A9-%D9%84%D9%88%D8%B6%D8%B9-%D8%AD%D8%AF-%D9%84%D9%84%D9%85%D9%8A%D9%84%D9%8A%D8%B4%D9%8A%D8%A7%D8%AA-%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%B3%D9%84%D8%AD%D8%A9/455860.html

[11] https://www.orsam.org.tr/tr/libya-da-milis-gucleri-duzenleme-cabalari-bm-anlasma-taslaginin-degerlendirilmesi/

[12] http://ewanlibya.ly/news/news.aspx?id=323041

[13] https://www.stratejikortak.com/2019/06/libya-son-durum-haritasi.html

[14] http://www.almayadeen.net/news/politics/959811/%d9%85%d8%b5%d8%b1-%d8%aa%d9%88%d8%a7%d8%ac%d9%87-%d8%aa%d8%ad%d8%af%d9%8a%d8%a7%d8%aa-%d8%a3%d9%85%d9%86%d9%8a%d8%a9-%d9%85%d9%86%d9%87%d8%a7-%d8%aa%d8%b5%d8%a7%d8%b9%d8%af-%d8%ad%d8%b1%d8%a8-%d8%a7%d9%84%d8%ba%d8%a7%d8%b2-%d9%85%d8%b9-%d8%aa%d8%b1%d9%83%d9%8a%d8%a7


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur