Komün’ün, elbette, kadın erkek birçok kahramanı var. Ancak Didier Daeninckx sayesinde bu kahramanlardan birini çok daha yakından tanımış oluyoruz. Hatta kendimizi kitabın içinde zaman zaman Maxime Lisbonne’la omuz omuza savaşır gibi hissediyoruz
Çok sayıda roman ve öykü kaleme almış, ödüllü yazar Didier Daeninckx “Açların Şöleni” kitabında Paris Komünü’nü, barikatların bir kahramanı olan Maxime Lisbonne gözünden anlatıyor bize. Böylelikle bu sürükleyici romana aynı zamanda bir biyografi özelliği de kazandırıyor. Romanda Komün’ün harika betimlemelerle anlatılması sizin de kendinizi Paris’in Komün günlerine götürmenizi sağlıyor ve 1871 Fransa’sını daha iyi görebiliyorsunuz, Komün hareketini daha iyi anlayabiliyorsunuz.
Kitabın baş karakteri Maxime Lisbonne parasızlıktan dolayı pek de başarılı olamayan bir tiyatro tutkunu. Aynı zamanda komün barikatlarında direnmiş bir devrimci ve bir kürek mahkûmu. Lisbonne’un hayatı, kendi deyimiyle, bir tiyatro gibi. Barikatlardaki serüveni Paris Kuşatması’ndan sonra başlıyor ve bu süreçten sonra büyük bir gayretle cumhuriyet için savaşıyor. Komün’de albaylığa kadar yükseliyor ve tüm gücüyle Komün için silah tutuyor. Yaralanıyor, ölümden dönüyor, yakalanarak idama mahkûm ediliyor. Ancak Lisbonne’un hayatı burada bitmiyor. İdam cezası affediliyor ve Fransa’ya döndükten sonra tutkun olduğu tiyatroya geri dönüyor. Ancak bu tiyatro işi de yine maddi sıkıntılarından dolayı pek tutmuyor. Kitabı okurken, yazarın Lisbonne’a büyük bir hayranlık duyduğunu fark etmemek imkânsız. Bu, onun anlatımına da yansımış olacak ki, kitap bittikten sonra okurun Lisbonne’a hayranlık duymaması elde değil. Komün’ün, elbette, kadın erkek birçok kahramanı var. Ancak Didier Daeninckx sayesinde bu kahramanlardan birini çok daha yakından tanımış oluyoruz. Hatta kendimizi kitabın içinde zaman zaman Maxime Lisbonne’la omuz omuza savaşır gibi hissediyoruz.
Kitabın en dikkat çekici noktalarından biri, Lisbonne’un tiyatro oyunları. Zira bu oyunların oldukça düşündürücü yönleri var. Bir oyununda mahpushane temalı bir kabare yaratıyor ve insanlar para ödeyerek içeri girip mahkûmların yaşadıklarını deneyimliyorlar. Lisbonne’un bunun gibi yaptığı birçok ilginç kabare var ve aslında hepsi de insanların çok ilgisini çekiyor. Ancak her seferinde para bir şekilde tükeniyor ve tiyatro macerası son buluyor. En son emekliliğe çekilmeye karar veren Lisbonne bu dönemde ölümden, ölüme yakın oluşundan bahsetmeye başlıyor. Kitabın finalinde ise altmış yedi yaşında yoksul bir hayat sürerken hayata veda ettiğini öğreniyoruz Lisbonne’un. Bu sıra dışı insandan bize ise kendisinden öğrendiğimiz Komün mücadelesi kalıyor.
Komün’e giden süreç Fransa’nın Prusya’ya karşı yenilgisiyle başladı denilebilir. Bu vakte kadar zaten açlıktan, zengin-yoksul ayrımının uçuruma dönüşmesinden ve savaşlardan bıkan halk, bu yenilgi sonrasında kendi kendilerini, adil koşullar altında yönetmek için devrimci düşüncelerin peşinden giderek kızıl bayrak altında harekete geçti. Komün hareketinin çok hızlı yayılan bir mücadele pratiği olması hükümeti daha çok korkuttu.
Kitaptan öğreniyoruz ki, Victor Hugo’nun ölümünden sonra kızıl bayrak taşımak yasaklanıyor. Bu konuda Maxime Lisbonne’un sözleri bence çok değerli: “Şu iyi bilinsin: bu kızıl kumaşlar öyle şaka olsun diye, kapris yapmak için yükselmiyor insanların omuzlarında; tersine, bir mecburiyet bu, yasaklanması da öyle!” Yapılan baskılar elbette sadece kızıl bayrakla sınırlı kalmadı, ancak ne olursa olsun artık Fransa halkı birlikte mücadele ediyordu ve daha güçlüydü. 18 Mart’tan 28 Mayıs’a kadar süren Paris Komünü, iki ay gibi kısa gözüken bir ömre sahip olmasına rağmen dünya tarihine ve özellikle de ezilenlerin mücadele tarihine çok derin izler bıraktı; Komün’ün kazanımları ve başarısızlıkları devrimci düşünceler tarihinin önemli tartışma konuları arasında yer aldı. Komün daha eşit ve adil bir Fransa için bir adımdı, kusurları tabii ki vardı, ancak Lisbonne’dan da öğreneceğimiz üzere kendi kendini devam ettirmeyi de bir süre başardı. Ellerinde olan sosyal kuruluşların işleyişi halka yetiyordu.
Komünü değerli kılan yanlarından bir diğeri, günümüzde de dünyadan çeşitli toplumsal hareketlerin onunla benzerlik taşıması ve her renkten insanı bir araya getirmesiydi. Kitabın sık sık vurguladığı noktalardan biri de bu. Çeşitli kesimlerden sosyalistler, anarşistler, cumhuriyetçiler gibi farklı devrimci akımlardan insanlar bulunuyordu Komün’de. Önemli olan zaten aynı hayatı yaşıyor olmalarıydı, hepsi ezilen, emekçi sınıflardandı. Bu nedenle Paris Komünü için tarihteki ilk proletarya iktidarı demek de yanlış olmayacaktır.
Komün’ün gerçekleştiği sıralarda, çağın ötesinde tartışmalar gerçekleşiyordu ve reform derecesinde kararlar alınıyordu. Bu kısa süre içerisinde boşalan fabrikaların yönetimini işçilerin alması, din adı altında yapılan harcamaların azaltılması, memur maaşlarının en fazla 6000 frank olması gibi, hala daha güncel olan konular üzerinde kararlar alındı ve uygulandı. Ancak ne yazık ki bu iki aylık Komün sürecinin karşıdevrimci saldırılarla sonuna gelindi. Zaten sık sık Versay ordusu tarafından saldırıya uğrayan Komün’ün artık dayanacak gücü kalmamıştı. 28 Mayıs 1871’de Komün sona erdi. Geride uğruna ölenlerin anısı ve dünya tarihine mirası kaldı.
“Açların Şöleni”, Paris Komünü’nü ve kahramanlarını tanımak için okunması gereken, oldukça sürükleyici ve değerli bir kitap.
Maxime Lisbonne ve tüm yoldaşlarına saygıyla…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.