Emeğin Şövalyeleri’nde kışın soğuğunda grevcilere giden bir paket çayın, dayanışmanın, fedakârlığın ve umudun sıcaklığını görüyoruz. Ekonomik mücadeleyle demokratik haklar mücadelesinin ne kadar iç içe olduğunu tekrar hissediyoruz. İşçi sınıfı hareketinin yeni çıkış yolları aramak zorunda olduğu günümüzde Netaş grevini okumak hepimize yararlı olacaktır
İşçi sınıfının mücadelesi “engebeli, dolambaçlı ve sarp yollardan” geçen, uzun soluk gerektiren bir mücadeledir. Bu uzun yolun Türkiye’deki önemli kilometre taşlarından bir tanesi de 18 Kasım 1986’da başlayıp 19 Şubat 1987’de sona eren Netaş grevidir. Grev döneminde Netaş işçilerinin bağlı olduğu bağımsız Otomobil-İş Sendikası’nın Ümraniye Şubesi Sekreteri olan Nazım Alpman’ın, bu önemli mücadeleyi birçok yönüyle yansıtan kitabı geçtiğimiz yıl yayımlandı: Emeğin Şövalyeleri.
Netaş grevinin başladığı 1986 yılının bazı özelliklerini hatırlayalım. Bütün ilgililerin bildiği gibi 12 Eylül darbesi tüm demokratik hakları askıya aldı ve ülke uzun süre açık faşizmin baskısı altında yaşadı. 12 Mart döneminden çok daha fazla sayıda idam, yargısız infaz, işkence sonucu ölüm, kitlesel gözaltı ve tutuklamalar gerçekleştirildi. Ancak 12 Eylül darbesi 12 Mart döneminden sadece süre, kapsam ve baskının boyutuyla farklılaşmadı, ideolojik olarak da çok daha etkili oldu. Türkiye’deki 12 Eylül darbesi, dünya genelinde sol hareketlerin ve işçi hareketinin önemli bir yenilgi aldığı, neoliberal saldırı dalgasının bir cephesini oluşturdu. 1979’da İngiltere’de iktidara Thathcer’ın, 1981 yılında ABD’de iktidara Reagan’ın gelmesiyle birlikte yeni bir sağ dalga güçlendi. 1981’de ABD’de hava kontrolörleri grevinin, 1984’te İngiltere’de büyük madenci grevinin kırılması dünya işçi hareketi açısından önemli yenilgiler oldu. Zengin kapitalist ülkelerdeki sosyal devlet uygulamalarının tasfiyesine başlanması, baskıcı iktidarlar, üretimin dünya genelinde yer değiştirmesi, yeni yönetim teknikleri vb. ile işçi hareketinin dünya genelinde gerileme eğilimi kuvvetlendi. Sınıflar mücadelesinin önemsizleştiği ve işçi sınıfının artık merkezi bir özne olmadığını savunan yeni ideolojilerin etkisi arttı. Aynı yıllarda sosyalist ülkelerdeki sorunlar ve dünya sosyalist hareketindeki tıkanma iyice belirgin hale geldi. Bu koşullar altında Türkiye’deki 12 Eylül darbesi kendi baskı gücünün ötesinde etkili oldu. 12 Mart cuntası döneminden, önderlerini yitirerek ve dağınıklık yaşayarak da olsa, güçlü bir kitleselleşme dalgasıyla çıkan sosyalist hareket 12 Eylül’den çıkışta biraz hareketlense de geçmişin çok gerisinde kaldı.
Darbeden üç yıl sonra 1983 Kasım ayında yapılan seçimlerle sözde sivil yönetime geçilmekle birlikte darbe anayasası ve kurumlarının büyük çoğunluğu varlığını sürdürdü. İktidara gelen ANAP ve Turgut Özal’ın demokratik haklar karşısındaki tavrı darbeyle aynı doğrultudaydı. Ancak darbe uygulamaları sürgit devam edemezdi. Bazı hakların kullanılabilme zemini gittikçe güçlendi. Sendikal faaliyetlere izin verilmesi, yeni sendikaların kurulması, öğrenci derneklerinin kurulmaya başlaması, sosyalist dergilerin yayımlanmaya başlaması baskı şartları altında da olsa gerçekleşti. 1986 yılı giderek açık eylem ve örgütlenmelerin yapılabilmeye başladığı bir yıl oldu. Bu dönemde atılan her ileri adım 15-30 günlük işkenceli gözaltıları ve tutuklanmayı göze almayı gerektirmesine rağmen Türkiye’nin sosyalistleri, devrimcileri, ileri işçileri demokratik hakların alanını genişletmeye dönük çabalar içinde oldular. Netaş grevi de 1986 yılı sonunda bu koşullar altında gerçekleşti.
Netaş grevi 12 Eylül darbesi sonrasındaki ilk grev değil. 1984’ten itibaren bazı grevler olmuştu. Ancak, yeni yürürlüğe konulmuş olan yasalar ve yoğun yasaklar altında grevler genellikle etkisiz kalmıştı. Netaş grevi ise 2.650 işçinin çalıştığı büyük bir işyerinde ve birçok yasak aşılarak gerçekleşti. Netaş grevinin darbe sonrası işçi hareketinde ikili bir konumu vardır. Bir yandan, darbe yasalarının bütün sınırlamalarına rağmen etkili bir grev yapılabilmesinin örneği olarak, 1989-91 İşçi Baharı’na giden yolda önemli katkısı olmuştur. Öte yandan, grevden hemen sonra işverenin tenkisat (toplu işten çıkarma) saldırısı karşısında etkisiz kalınması ve sendikanın işyeri yetkisini kaybetmesiyle, işverenlerin sonraki saldırı dalgasının da bir öncü uygulaması olmuştur. Grevden sonraki dönemde sendikanın yenilgisinde, dışarıdan bakıldığında dönemin en ileri sendikalarından birisi olarak görülen, Otomobil-İş’in yöneticilerinin sorunlu yaklaşımları etkili olmuştur. Bu yaklaşım sonraki yıllarda, sınıf uzlaşmasını savunan “çağdaş sendikacılık” savına dönüşmüştür.
Nazım Alpman, Netaş’ta 1970’lerde yaşanan mücadelelerden başlayarak greve giden süreci, Netaş işçisinin ve sendika yöneticilerinin davranışlarını, grev dönemindeki dayanışmayı oldukça canlı ve etkileyici şekilde anlatıyor. Kitaptan etkileyici bazı anekdotları paylaşmak yararlı olacaktır sanırım.
Netaş işçisi Mustafa Benlioğlu’nun 13 Mart 1980 tarihinde öldürülmesi yüreğe oturan bir olay. Benlioğlu o dönem günde 8-10 kişinin ölümüne yol açan faşist saldırılardan birisinde değil, Maden-İş sendikasının örgütlenmesine destek için gittiği Otosan fabrikası girişinde, aynı fabrikada örgütlenme çalışması yapan rakip sol sendikanın destekçileri tarafından öldürülüyor.
Fabrikalarda öne çıkan, temsilci ve sendika yöneticisi seçilen militan işçilerin işverenler ve danışmanları tarafından nasıl kendi saflarına çekildiğine ilişkin anlatımlar (s.66-68) bize her zaman uyanık olmamız ve önlemler almamız gerektiğini hatırlatıyor. Lüks otellerde yapılan toplantı ve yemekler, işveren temsilcileriyle kurulan kişisel ilişkiler öncü işçi ve sendika yöneticilerinin bakış açılarının değişmesinde etkili oluyor.
1970’lerde Maden-İş içerisinde kazanılan militan özelliklerin etkisi Netaş grevinde görülüyor. Yasal düzenlemelerde grev gözcülerinin işyerine giren çıkan araçları durdurma yetkisi olmadığı halde işçiler birçok şeyi göze alıp araçları engelliyor. Çalışma Bakanlığı’nın hantal mekanizmalarını harekete geçirmek ancak 150-200 işçinin topluca ilgili bakanlığın bölge müdürlüğüne gitmesiyle mümkün oluyor. Benzer şekilde Otomobil-İş merkezinin işçilere maddi yardım yapmaya ikna olması da yine ancak kalabalık bir işçi grubunun sendika genel merkezini ziyaret etmesiyle mümkün oluyor.
Diğer yanda tabii ki dayanışma var. Mustafa Benlioğlu’nun annesi Emine Ana grevci işçilere ve ailelerine “Bir evlat kaybetmiş ana olarak diyorum ki, haklarınızı almadan fabrikaya dönmeyin. İşte Mustafa’mı böyle yaşatırsınız!” diye seslenirken işçiler “Mustafa aramızda” sloganlarıyla cevap veriyorlar. Ahmet Kaya’dan Hale Soygazi’ye, Dostlar Tiyatrosu’ndan Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’na, Rahmi Saltuk’tan Erdal İnönü’ye ve diğer ülkelerdeki sendikalara kadar geniş bir yelpazeden dayanışma ziyaretleri gerçekleşiyor ve işçilerin direniş gücünü artırıyor. Fabrika önünde toplanmayı yasaklayan yasalara rağmen sendikacılar, işçiler, öğrenciler, sanatçılar toplu ziyaretlerle yasaları aşıyor ve güven kazanıyorlar. Birçok sendikadan veya işyerinden yapılan para ve gıda yardımları içinde bazı ilginç dayanışma örnekleri şöyle: Kadıköy eski nikah memuru “Maide abla” 5’er kilo mandalina ve elma getiriyor. Gripin fabrikasının kadın işçileri grevci işçilere soğuk algınlığına karşı ilaçlar getiriyorlar. Tekel sigara fabrikası işçileri 1.000 paket Bafra sigarası, Paşabahçe cam işçileri 124 parça cam eşya getiriyorlar.
Bu çok önemli ve güzel eseri gölgelememekle birlikte kitaptaki bazı hatalara da dikkat çekmeyi gerekli görüyorum.
Kitapta Nihat Erim, Gün Sazak ve Kemal Türkler’in öldürülmesi darbecilerin darbe koşullarını olgunlaştırmasının birer parçası olarak değerlendiriliyor (s.34). Nihat Erim ve Gün Sazak’ın öldürülmesi eylemleri değişik açılardan tartışılabilirse de cuntanın planının bir parçası olarak değerlendirilmesi sorunlu bir yaklaşım.
Sendika içi çekişmelere ilişkin bölümde TKP ve TİP’in birleşmesiyle oluşturulan Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nden (TBKP) söz edilerek “yeni oluşum ilk etkisini Netaş Grevi’nde gösterdi” (s. 174) deniliyor. Ancak birleşmeyle TBKP’nin kurulduğunun kamuoyuna ilan edildiği tarih 1987 Ekim ayıdır ve Netaş grevi bu tarihten 8 ay önce bitmiştir. Anlatımda bir zaman kayması varmış gibi görünüyor.
Kitapta çok fazla dizgi yanlışı, imla yanlışı ve bozuk cümle var. Kitapta belirtildiğine göre kitabın orijinal taslağı grevden hemen sonra daktilo ile yazılıp yıllar sonra yeniden gözden geçirilerek yayımlanmış. Muhtemelen yeniden gözden geçirmede yaşanan aksamalar nedeniyle bu yanlışlar olmuştur. Umarım sonraki baskılarda düzeltilerek bu önemli kitabın okunması daha sorunsuz hale getirilir.
Emeğin Şövalyeleri’nde kışın soğuğunda grevcilere giden bir paket çayın, dayanışmanın, fedakârlığın ve umudun sıcaklığını görüyoruz. Ekonomik mücadeleyle demokratik haklar mücadelesinin ne kadar iç içe olduğunu tekrar hissediyoruz.
Kitabı, biraz gecikmeli olarak da olsa, büyük bir heyecanla, bazen de gözlerim yaşararak okudum. İşçi sınıfının mücadelesini önemseyen herkesin, özellikle de mücadeleye yeni katılan genç arkadaşların, Emeğin Şövalyeleri’ni okumasını öneririm. İşçi sınıfı hareketinin yeni çıkış yolları aramak zorunda olduğu günümüzde Netaş grevini okumak hepimize yararlı olacaktır.
Sağ olun Netaş işçileri, sağ ol Nazım Alpman. İşçi sınıfının mücadelesi geçmişin güzel anılarından ve kahramanlarından ilham alarak, geçmişin hatalarından ders çıkararak sürüyor, sürecek.
Kitap hakkında: Nazım Alpman. Emeğin Şövalyeleri. A7 Kitap. Birinci Baskı. 2018 Ekim. (Kitabın çok güzel kapak tasarımını ise Fahrettin Engin Erdoğan yapmış. Sağ olsun.)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.