23 Haziran seçimini İmamoğlu’nun kazanması halinde iktidar koalisyonunun kısa vadede sürdürülemez hale geleceği açık. Ama İBB’yi zorla-şerle, hileyle-hurdayla ellerinde tutsalar bile bugünkü simbiyotik birliklerini sürdürmeleri mümkün görünmüyor
Türkiye’nin siyasi süreci yeni bir kırılma anına doğru ilerliyor. “Bu kaçıncı kırılma” diyeceksiniz ama gerçek bu. 28 Şubat’tı, 2002 erken seçimiydi, 2007’deki akim kalan darbe arayışlarıydı, 2010 referandumuydu, 2011 Eylül’ünde “Dershane Krizi”yle başlayıp 15 Temmuz olayıyla biten Erdoğan-Gülen koalisyon içi kavgasıydı derken geldik devlet iktidarının son krizine. Türkiye’nin sömürge faşizmi Susurluk’ta kamyonun altında kaldığından bu yana dikiş tutmuyor. Devlet iktidarında 10 yılda bir yaşanan büyük sarsıntıların aralığı 2-3 yıla kadar düştü. Ortadoğu’da sürekli plan değiştiren ABD yüzünden sömürge tipi faşizme iktidar yetiştirilemez oldu.
2016 kışından itibaren mayalanan bugünkü (bileşenlerinin tamamı açıkta olmayan ama köşe taşlarını AKP-MHP-”Ergenekon’un Avrasyacı etiketli kanadı”-Ağar ve saz arkadaşları dörtlüsünün oluşturduğu anlaşılan) “iktidar koalisyonu” muazzam bir türbülanstan geçiyor.
23 Haziran seçimlerinde alınacak sonuca bağlı olarak koalisyonun sonuna şu ya da bu hızla gidilecek gibi görünüyor. “Türkiye Koalisyonu” ile Kürtlere mavi boncuk vermek üzere çıktığı yoldan Çubuk saldırısı ile çark edip, “Pontus Komplosu” ile Karadeniz’deki oy deposunu da elinden çıkaran AKP’nin “şuursuz saldırganlık” tablosu bu gidişatın en gözle görülür belirtisi.
AKP açısından 23 Haziran seçimindeki en iyi taktik, seçimi yaptırmamak ve İBB’nin üzerine boylu boyunca yatmak haline geldi. Ama bunun için en az 7 Haziran sonrasındaki kadar “becerikli” bir kontrgerilla takımına ihtiyaçları var. Fetullahçılarla ayrışıp birbirlerine girdikten, arkalarındaki “Pentagon rüzgârı” kesildikten, İdlip üzerinden kuyruğu Rusya’ya kaptırdıktan beri bu fasılda her geçen gün biraz daha pespayeleşiyorlar. (Laf aramızda, iyi ki de böyle. Çünkü “Balyoz” senaryosunun neredeyse aynen uygulandığı 15 Temmuz olayının, “Attırırım boş araziye üç füze, çıkarırım savaşı” alçaklığından feyz alan 7 Haziran sonrası taktiklerinin gösterdiği gibi, kontrgerillanın iktidarına “konan” Siyasi İslam’ın provokasyon muhayyilesinin ahlaki, vicdani bir sınırı yok.)
23 Haziran seçimini İmamoğlu’nun kazanması halinde iktidar koalisyonunun kısa vadede sürdürülemez hale geleceği açık. Ama İBB’yi zorla-şerle, hileyle- hurdayla ellerinde tutsalar bile bugünkü simbiyotik birliklerini sürdürmeleri mümkün görünmüyor. Türkiye bu yaz içerisinde ikisi de ABD’den gelen iki büyük zorlamayla karşı karşıya: Birincisi S-400 krizi, ikincisi ABD’nin İran’a yönelik saldırganlığı.
Tek başına bu iki zorlama bile, aralarındaki birliği, “kontrgerillanın iktidarını el birliğiyle elde tutmaya”, kontrgerillanın devlet içindeki “oyun kurucu” rolünü sürdürmeye (yani faşist devlet aygıtının sürekliliğini sağlamaya) ve bunu da Kürt sorununda “inkâr ve imha” siyaseti gibi son derece dar bir siyasi temele dayandıran iktidar koalisyonunun birbirine girmesi için yeterli.
Erdoğan ve AKP, bir yandan ABD emperyalizmine ve İsrail Siyonizmi’ne karşı her tarafından riyakarlık akan bir eleştirel dil kullanırken diğer yandan ABD ile aynı kampta kalmayı, İsrail’le güçlü bir ilişki kurmayı istediğini sürekli vurgulayan bir aktör. ABD ve İsrail’den tek istediği on yıl önce, Suriye saldırısının hazırlık sürecindeki “cicim aylarına” (BOP eş başkanlığına) geri dönmek. Oysa BOP çöpe atılalı çok oldu. ABD, “Uluslararası Müslüman Kardeşler Ağı”nın yerel iktidarları üzerinden kurduğu plandan vazgeçti. Kısacası, koalisyonun birinci ortağı Suriye yenilgisinden “kurtarabildiğini kurtarıp”, ABD’nin bölge politikasına yeniden entegre olmanın peşinde.
ABD ise Erdoğan’ın bu arzusunu ancak oldukça ağır siyasi bedeller ödemesi karşılığında kabul edebilir. Bu bedeller, İsrail ile tam uyum, İran’a yönelik ablukaya tam katılım ve PYD ile ABD’nin kontrolü altında “barış içinde birlikte yaşama”.
Erdoğan’ın bu taleplere uyum sağlaması mümkün mü? Kontrgerillanın iktidarına tek başına egemen olabilseydi bile oldukça zordu.
Kaldı ki dert bununla da sınırlı değil. Erdoğan’ın kontrgerilla iktidarına egemen olabilmek için koalisyon yaptığı güçler, bu çerçevede bir uzlaşmanın yapılması halinde dayandıkları siyasi temeli kaybetme riskini (Beka Sorunu) hissediyorlar.
Bu noktada Erdoğan’ın sorunu yalnızca PYD ile “birlikte yaşama”yı kabullenmek de değildir. Türkiye’nin geleneksel kontrgerilla merkezleri, Kürt sorununun bölgesel düzlemdeki “yönetiminin”, Türkiye-İran- Irak-Suriye arasındaki bir “sınır güvenliği” mutabakatıyla sağlamayı esas almaktadır. Türkiye’nin İran’a yönelik ABD saldırganlığına dolaylı ya da dolaysız katılması, Suriye’den sonra İran’ın da Türkiye’nin Kürt sorunu karşısındaki hassasiyetini bir kenara bırakmasına neden olacaktır. Bu hassasiyet kaybının ilk sonucu da İran’ın Suriye’deki Kürt siyasi entitesi karşısında Suriye hükümeti nezdinde Türkiye ile yapmaya eğilimli gibi göründüğü işbirliğine yanaşmaması olacaktır. Koalisyona kayıtlı olduğu CIA/MOSSAD birimi adına “denge denetim göreviyle dahil olan” Bahçeli’nin ve Ağar’ın bu siyaseti sineye çekmesi mümkün olabilir ama Avrasyacı Ergenekon eskilerinin bu durumda neler yapabileceği kolayca kestirilemez.
Öte yandan S-400 krizini, bu krizin kökenini de aklımızda tutarak değerlendirmeliyiz. S-400 alımı kararı yalnızca ittifak sistemi tartışması ya da Kürt düşmanlığı bağlamında ortaya çıkmadı. Bu kararın kaynağında, iktidarın Suriye’deki cihatçı çetelerini Kürt direnişçilerden ve Suriye ordusunun imhasından koruma ihtiyacının da bulunduğu unutulmamalı.[1]
Yıldırım’ın İBB seçimini kaybettiği koşullar altında, yukarıda sözü edilen büyük zorlamalar, iktidar koalisyonunun hızla çatırdamasına ve birbirine girmesine neden olacak gibi görünüyor. Kontrgerilla iktidarındaki iki parçalı (AKP ve Gülen) koalisyonun yıkılışı 15 Temmuz olayına neden olmuştu, bugünkü dört başlı koalisyonun yıkılışının nasıl olaylara neden olacağını tahmin etmeye şimdiden başlamak gerekiyor.
Dipnot:
[1] Şu anda TSK ve cihatçıların kontrolündeki bölgeleri Rusya’nın gönlünü hoş ederek koruyan AKP’nin önünde, bu korumayı Rusya ve Suriye’ye karşı ABD ile birlikte hareket ederek sağlamak gibi bir tercih de vardır. İdlip’e operasyon her gündeme geldiğinde AKP’nin ABD ve Avrupa desteği ile birlikte cihatçıları savunmaya geçmesi bu işbirliğinin nesnel zeminini ortaya koymaktadır. Ancak bunun da Rusya ve Şam’la karşı karşıya gelmek gibi bir bedeli vardır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.