Bu arkadaşımız devletin Bay İçişleri Bakanı’nın bu kadar mesele varken İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun her hareketini, her sözünü, seyahat ederken uçak mı, otobüs mü, özel araç mı kullanıyor diye adım adım takip edip, hatta devletin istihbaratını kullanıp, öğrendiklerini demeç vererek anlatmasını anlamaya çalışıyor
Hani, geçen gün İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu havaalanında karşılayan hemşerilerinden biri, Süleyman Soylu’ya “Akıllı ol Soylu” demişti ya… (Birgün Gazetesi 5 Haziran 2019)
Sonra İçişleri Bakanı Bay Süleyman Soylu’da bunu dert etmiş, “Bu kişinin kim olduğunu tespit ettik” diye açıklama yapmış “Adamla ilgili araştırma yaptık. Nasıl kirli işlerin sahibi olduğunu, (…) onu oraya onların nasıl gönderdiğini, nasıl orada bir tezgâh içerisinde olduklarını Türkiye bir iki gün içerisinde anlar” (Cumhuriyet Gazetesi, 8 Haziran 2019) demişti ya…
Daha sonra “Akıllı ol Soylu” diye seslenen bu kardeşimizi, CHP Trabzon teşkilatının zarif il başkanı Güzide Hanım tanımadıklarını açıklamıştı… (Cumhuriyet İnternet 8 Haziran 2019)
Doğrusu bu ya Güzide Hanım’ın açıklamasına üzüldüm.
Çünkü ben bu şahsı tanıyorum. Sadece ben mi?
Başta Güzide Hanım olmak üzere CHP Trabzon teşkilatı, adalet ve hukuk mücadelesi sürdüren dostlarımız, sol siyaseti sürdüren arkadaşlarımız ve toplumun çok büyük bir kısmının da tanıdığından eminim.
Nasıl mı? Anlatayım…
Bir defa bu arkadaşımız, herkes gibi sayın içişleri bakanlarının kanunların ve yönetmeliklerin kendisine verdiği yetkiyi yasal sınırlar içinde kullanmasını isteyen biri. Sayın içişleri bakanlarının kanunlarına tamı tamına uymasını, uymak istemese bile saygı göstermesini de istiyor. Emrindeki zabıta kanunlara uymadığında öyle böyle değil sert şekilde uyarmasını da umuyor. Hele hele işkence iddiaları vuku bulduğunda gecelerini uykusuz geçirmesini bekliyor.
Bu arkadaşımız, bir demokrasisi zayıf da olsa “burjuva demokratik cumhuriyet”teki her sade yurttaş gibi “Sayın içişleri bakanlarının, bir kesimin, bir partinin veya bir cemaatin değil; toplumdaki herkesin bakanı gibi davranmasının tabii, normal, beklenen bir davranış olduğunu” biliyor.
Ve “Herhangi bir sayın içişleri bakanının yatarken her akşam ‘Allahım beni utandırma, bir sınıfın veya güçlülerin yahut zalimlerin değil 82 milyonun bakanıyım ben,’ diye dua ettiğini” ummak istiyor.
Bay bakanın zabıtayı (asker ve polisi) kendi hükümetinin çıkarları için kullanmasını asla istemiyor. Kullanıldığında, canı sıkılıyor. Ve “Bu zabıta, devletin tarafsız silahlı gücü mü? Yoksa hükümetin aparatı mı?” diye sormaktan kendini alamıyor.
Aslında cevabını gayet tabii ki biliyor. Biliyor ama (demokrasisi zayıf bir burjuva devleti sınırlarında bile olsa) demokrasiyi genişletmek uğruna, böyle düşünmekten kendini bir türlü alamıyor.
Aparat gibi görev yapan zabıta ile karşılaştığında, ekmek davası için polislik ve askerliği seçmiş kişileri kanuna davet ederek ikna etmeye çalışıyor. Çünkü bir devletin, (bu devlet aşırı şiddet kullanmayı tercih etse de) “hukuka saygılı olacağı” ön kabulüne her şeye rağmen en azından kendisine saygı duyduğu için “aşırı” değer veren biri.
Fakat bizim bu arkadaş, itiraz ettiğinde zabıtamız çoğunlukla “emir kuluyum” diyerek çaresizliğini; ama aynı zamanda emir demiri keser şiddetini uygulamaya hazır olduğunu kararlı biçimde gösteriyor. O zaman bu arkadaşımız, Bay İçişleri Bakanı’nın da “kendisini emir kulu” olarak görüp görmediğini merak etmekten kendini alamıyor.
Sonra Bay İçişleri Bakanı’nın emrindeki istihbaratı kendisine itiraz eden mesela “akıllı ol” diyen tek bir kişi için meşgul edip kâğıt israfına yol açmasından da rahatsız oluyor bu kardeşimiz. Bu istihbarat araştırması sırasında devletin telefonlarının aşırı çalışmasını ve yazışma için harcanan kâğıdı da israf olarak görüyor. Hem dini referanslar siyaset için bol kepçe kullanılırken, neden İslam dini de israfı haram saymıyor düsturu akla gelmiyor diye kendine bir başka dert ediniyor.
Ayrıca görevlilerin telaşa sürüklenip, “Eyvah iyi malzeme bulamadık! Ya Bay Bakan tarafından beğenilmezse!” diye işini kaybetme endişesi duymasından da duyguları hassas olan her ülke yurttaşı gibi üzüntü duyuyor.
Tabii kanunda Bay Bakan’a, “akıllı ol” demenin, bakanlık hukuk işlerindeki ben beş diyeyim siz on deyin belki daha fazla hiç şüphesiz hepsi liyakatle görevlendirilmiş hukukçunun meşgul edilip inceletilip suç oluşturuyor mu diye araştırılıp böylece vergilerle finanse ettiğimiz devlet kaynaklarının sadece boş yere harcanmasından değil, hukuk mesleğini tercih etmiş bunca kişinin, basit konularla uğraştırılıp kendilerini geliştirme fırsatı bulamamasından da derin biçimde rahatsız olduğunu belirtelim.
Bu kardeşimiz, bazı tuhaf şeyleri anlamaya büyük gayret gösteriyor. Merak bu ya aklına Bay İçişleri Bakanı’nın İmamoğlu’nu takip eden seyahatleri devletin kayıtlarına nasıl geçiriliyor diye de takılıyor maalesef. Acaba devlet işi olarak mı, yoksa parti faaliyeti olarak mı? Eğer parti faaliyeti ise masrafları kimin karşıladığını uykuları kaçmasa da günlerce düşünmeden edemiyor.
Devletin Bay İçişleri Bakanı’nın bu kadar mesele varken İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun her hareketini, her sözünü, seyahat ederken uçak mı, otobüs mü, özel araç mı kullanıyor diye adım adım takip edip, hatta devletin istihbaratını kullanıp, öğrendiklerini demeç vererek anlatmasını anlamaya çalışıyor.
Vardır bunun da bir hikmeti diye düşünüp, muhtemelen bu tür ince işler Sayın İçişleri Bakanlığı’nın görev alanına giriyor herhalde diye karara varıyor. Ve eğer böyle bir görevi varsa Bay İçişleri Bakanı’nın 81 ilin belediye başkanını da takip etmesi gerektiğini ve bunun ağır bir iş olduğu sonucuna vararak “Allah kolaylık versin bakana” demekten kendini alamıyor. (Tabii, eskiden seçim boyunca İçişleri Bakanlarının neden istifa ettiğini, yerine bir partiye mensup olmayan birinin getirildiğini unutmuş değil.)
Bu kardeşimiz Bay İçişleri Bakanı’nın bir vakitler başka bir muhalif partinin genel başkanı iken AKP iktidarını yolsuzluk, kayırmacılık, hukuksuzluk bakımından eleştirmesini önemsiyor. Ve şöyle düşünüyor: “Eskiden eleştiriyordu. Şimdi eleştirmediğine göre ve eleştirdiği partinin bakanı olduğuna göre muhakkak bir bildiği vardır. Belki de bakan olmayı belge toplama fırsatı bulmak için tercih etti.”
Bu arkadaşımız aşırı düşünmekten helak olmasa da (yazının sınırlarını aşan) o kadar çok konu kafasında dönüp duruyor ki, en sonunda tamamen bir tesadüf eseri karşılaştığı Bay İçişleri Bakanı’na nasihat etme fırsatı bulduğu için sevinerek “Akıllı ol” diyerek, öğüt vermekten sakınamamıştır.
Ben olsam öğüt vermez, görmezden gelirdim. Ama olsun, ağzına sağlık demekten kendimi alamadığım adını bile yandaş basının (Hiç şüphesiz Hükümetin doğrudan verdiği bilgiyle) haberinden öğrendiğim, boyunu posunu hala daha bilmediğim bu kardeşimizi şimdi tanıdınız mı?
Not: Bu makale yazılırken bu arkadaşımız Süleyman Soylu’ya neden nasihat ettiğini henüz açıklamamıştı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.