Bu kitapla birlikte, gericilerin içinde boğulduğu karanlığı anlamak ve anlatmak için önemli bir kaynağa daha sahip olduğumuzu söyleyebiliriz
diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm
Ziya Paşa
Emperyalizmin oyuncağı haline gelmiş siyasal İslam, dünyayı kana bulayan Selefi akımlar, kapitalizme entegre olmuş dindarlar, bir ucunda Adnan Hoca’nın bir ucunda Gülen Cemaati’nin olduğu tarikatlar dünyasına bakıp gerçek İslam’ı bulmaya çalışan şaşkınlarla aynı zamanı ve uzamı paylaşma şanssızlığı yaşayanlar için bazen kitaplara sığınmaktan başka çare kalmıyor.
Taner Timur, “İslam, Laiklik ve Aydınlanma Savaşı” kitabıyla, bize sığınacak bir liman göstermenin ötesine geçerek, karanlığa meydan okuyanların eline bir ışık demeti tutuşturuyor. İslam’ın neden Orta Çağ karanlığını aşan Hristiyanlık gibi bir aydınlanma yaşayamadığını tarihsel ve toplumsal koşullara eğilerek inceliyor.
Avrupa’da laikliğin ortaya çıkışıyla sınıf mücadelesinin ilişkisinin ortaya koyulduğu giriş bölümünde Osmanlı’da devrimci burjuvazinin yokluğunun ülkemizde laikliğin sağlam temellere oturmaması sonucuna yol açtığı tespit ediliyor. Ancak Cumhuriyet’in kazanımlarının gericiliğe karşı bir direnç noktası olduğu da sezdiriliyor.
Yoksullar hareketi olarak doğan Hristiyanlığın aksine İslam’ın Mekke’deki tüccarlar arasından çıktığını belirterek iki din arasındaki sosyolojik farka dikkat çeken Timur, Medine Vesikası’nın tüccarlar arasında çekişmeden doğduğunu gösteriyor. Caminin, kilisenin karşılığı olmadığını, ruhban sınıfının (ulema) ise toplumsal evrimin sonucu olarak ortaya çıktığını öğreniyoruz.
Emeviler döneminde kullanılmaya başlanan tarım teknikleriyle yaşanan zenginleşme sonucunda askeri yollar ve ticaret kervanlarıyla İslamiyet’in yayılması başlamışken, Emevileri yıkan Abbasiler’in Yunan klasiklerini çevirmeye girişmesiyle bir kültür devrimi yaşanır. Ancak Mutezile hareketinin ezilmesiyle erken Rönesans denilebilecek bu dönem kapanır ve İslam dünyası bir daha çıkmamak üzere karanlığa gömülür. Tarım ve ticaretteki canlanmanın yarattığı açık fikirli zenginlerin finanse ettiği dönemin sonunda ulema, otorite haline gelerek İslam medeniyeti tarihinin en büyük fikri ve siyasi katliamını gerçekleştirir.
İrrasyonalizmin akılcılığı yenmesine olanak veren fıkıh, kelamcılık, tasavvuf gibi kanalları ele alan Timur; Gazali’den, Hallac-ı Mansur’a uzanarak dönemin düşünsel ve toplumsal evreninde bizi yolculuğa çıkartıyor. Felsefenin dinin emrine nasıl girdiğini, halk ayaklanmalarının ezilmesinin sufiliğe nasıl alan açtığını bu esnada öğreniyoruz.
Osmanlı sultanlarının hilafeti küçümsediklerini, bu yüzden “han”, “sultan”, “padişah” gibi sıfatlarla anılmayı tercih ettiklerini, İslam tarihi boyunca saltanatla hilafetin çelişki içinde olduğunu anlıyoruz.
“İslam, Batı ve Dinde Reform” başlıklı bölümde, İslam’ın bilime ve felsefeye kapalı olduğunu iddia eden Ernest Renan ile ona itiraz eden Cemaleddin Afgani arasındaki tartışmayı okumak mümkün. Emperyalistler tarafından yaratılan Müslüman Kardeşler’in yenilgisine yer verilen bölümün sonunda İslam’da reform için çırpınan Afgani gibi ıslahatçıların açmazlarına değiniliyor.
Kitabın sonlarına doğru, reform tartışmalarına kendi tezleriyle katılan ve üç ayrı kuşağı temsil eden Namık Kemal, Mehmet Akif ve Necip Fazıl Kısakürek’in görüşlerinin yer aldığı bölüme geliyoruz.
Özellikle Namık Kemal’in devrimci fikirlerinin şeriat perdesiyle gizlendiğini ve yanlış anlaşıldığını okumak ilginç. Yine aynı şekilde, medeniyetten “tek dişi kalmış canavar” olarak bahseden Mehmet Akif’in Batı hayranı olduğunu öğrenmek şaşırtıcı. Necip Fazıl’ın 1941’de CHP milletvekili listesinden adı silinince siyasal İslam’a sarıldığını, 27 Mayıs darbesiyle sevincinden uçtuğunu okumak ise hayrete düşürüyor.
“Hürriyetin ilk şarkısı anlamaktır” demişti Nazım Hikmet. Sonra da eklemişti: “Anladığını anlatmayan alçaktır.”
Bu kitapla birlikte, gericilerin içinde boğulduğu karanlığı anlamak ve anlatmak için önemli bir kaynağa daha sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.