ABD ve Rusya arasında sıkıştı… Suriye’de işgalci konumuna düşüp çapraz ateşte kaldı… Doğu Akdeniz’de yalnız… Peki AKP’yi 23 Haziran’da alt eden muhalefet, bu krizler karşısında ne yapacak?
23 Haziran seçim zaferiyle muhalefet, güçlü bir rüzgârı arkasına almış oldu. Saray-AKP iktidarının “içeride” aldığı bu darbe karşısında, gürültülü bir itiraza girişmemesinin nedenlerinden biri hiç kuşkusuz “dışarıda” yaşadığı sıkışıklık hali. İçerideki darbe dış ilişkilerde de el zayıflatıyor.
Bunu, Ekrem İmamoğlu’nu tebrik edenlerin başında gelen Tayyip Erdoğan’ın hemen akabinde “dış” gündemleri öne çıkarmaya başlamasından anlıyoruz. 28-29 Haziran’daki G20 zirvesi başta olmak üzere yapacağı bir dizi dış ziyareti sıralayan Erdoğan, devamında şöyle diyordu: “Türkiye’nin önündeki tüm iç ve dış meselelere, milli menfaatlerimiz doğrultusunda titizlikle eğilmeye devam edeceğiz.”
Buradaki “dış” meselelerde (krizlerde) öne çıkan başlıklar ise şöyle: S-400 alımı (F-35 yaptırımları), Suriye (İdlip) ve Doğu Akdeniz (Kıbrıs).
S-400 krizinde Ankara-Washington hattında söylem düzeyinde çıkışlar sürüyor. Saray-AKP iktidarına göre “Bu iş çoktan bitti”, Washington’a göre ise “Çözüm hâlâ mümkün.”
Ancak Erdoğan’ın, S-400 krizi için G-20 zirvesinde ABD Başkanı Donald Trump’la yapacağı görüşmeye bel bağladığı artık herkesin malumu. Her fırsatta Trump ile kişisel ilişkisinin altını çizen, “NATO’da ödemelerini yapan üç beş ülkeden biriyiz” gibi sözlerle onun gönlünü okşayan Erdoğan’a göre, sorun “diğer” ABD’li yetkililer. Buna karşılık hem ABD Dışişleri hem de Pentagon, Washington’da ya da diğer NATO üyesi ülkeler arasında bu konuyla ilgili görüş ayrılığı olmadığını belirtiyor.
Üstelik ABD tarafı basın aracılığıyla sıkıştırmalarına devam ediyor. İlk olarak, Washington’da üç yaptırım paketi seçeneğinin değerlendirildiği ve Türkiye’nin savunma sanayisini hedef alan seçeneğin en fazla destek gördüğü belirtildi. Ardından “adı açıklanmayan” bir NATO diplomatı, G20’deki Erdoğan-Trump görüşmesinin “çözüm için son şans” olabileceğini söyledi.
Bu tehditler karşısında Erdoğan’ın “S-400’leri temmuz ayında teslim alıyoruz” çıkışının hemen akabinde “Farklı tedarik seçeneklerine de kapımız hep açık” şeklinde ekleme yapmasını, ABD’ye “Ben Patriot da alırım. Yeter ki Rusya karşısında beni zor durumda bırakma” mesajı olarak okumak mümkün.
İkinci ve belki de en sıkıntılı başlık İdlip meselesi. Geçtiğimiz haftalardan itibaren çatışmaların iyice tırmandığı Hatay’a komşu bu cihatçı adacığında TSK iki ateş arasında kaldı. Ama bu durum bile Suriye ordusuna karşı cihatçı gruplara kalkan olunmasına engel olmadı.
Önce Afrin ve “Fırat Kalkanı” bölgelerindeki cihatçılar İdlip’e geçmişti, sonra bunlar HTŞ öncülüğünde ortak hareket etme kararı almıştı. Bunlara Türkiye’den ardı ardına yapılan askeri sevkıyatlar da eklenince Suriye ordusunun ilerleyişi kısmen durduruldu. Bu tutum, 13 ve 16 Haziran’da bölgedeki TSK gözlem noktalarının doğrudan hedef alınmasına yol açtı. Saray-AKP iktidarının Suriye ordusunu sorumlu tuttuğu saldırılarda en az üç asker yaralandı. TSK ise bu saldırılara gözlem noktalarına top bataryaları konuşlandırıp Suriye ordusu mevzilerini vurarak yanıt verdi.
Bölgedeki tansiyonu yükselten bu gelişmelerin ardından Suriye Dışişleri Bakanı Velid el-Muallim, iki ülke orduları arasındaki savaş ihtimaline dikkat çeken bir açıklama yaparak AKP’ye seslendi: “Türkiye Suriye toprağının bir bölümünü işgal ederken, ülkenin bazı bölgelerinde askeri varlığını da sürdürüyor. Türkiye, Nusra Cephesi’ni mi koruyor? Türkistan İslam Partisi’nin de aralarında olduğu bazı terörist güçleri mi koruyor?” (18 Haziran, Çin ziyareti)
AKP bu süreçte Rusya’yı doğrudan karşısına almamayı tercih ediyor. Ama İdlip’teki kaçınılmaz sonu engelleme girişimleri yüzünden, Türkiye’nin önümüzdeki günlerde daha büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalması muhtemel gözüküyor.
Üçüncü başlık ise uzun vadeli sorunlardan olan Kıbrıs krizi. Adanın açıklarında keşfedilen doğalgaz rezervlerinin çıkartılması konusunda yaşanan kriz, 2011’den bu yana artarak devam ediyor.
Krizin taraflarından Güney Kıbrıs ve Yunanistan; Amerikan, İtalyan ve Fransız çok uluslu şirketlere bölgede alan açarak hem bu ülkelerin hem de Avrupa Birliği’nin desteğini arkasına almış durumda. Ayrıca İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır’la birlikte bu yılın ocak ayında “Doğu Akdeniz Gaz Forumu”nu kurarak üretim-tüketim-pazarlama sürecinde işbirliğine gittiler. Buna karşılık Türkiye, bölgeye sondaj gemileri (Fatih ve Yavuz) göndererek fiili durum oluşturmanın ötesine geçemiyor -ki bu hamlelerle de yalnızlığı iyice pekişiyor.
25 Haziran’da Erdoğan’ın “Doğu Akdeniz’de bölgede attığımız adımları kararlılıkla sürdüreceğiz” çıkışına, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın şu yanıtı vermesinin hikmeti de bunun bilincinden kaynaklanıyor: “Ben uluslararası hukuk adına, AB adına konuşuyorum. Yunanistan tek başına değildir.”
Saray-AKP iktidarı derinleştirdiği bağımlılık ilişkileri içinde kendi politik tercihlerinin yarattığı krizlerle boğuşuyor. Ancak diğer yanda, “Dış politika millidir” sözünde cisimleşen düsturu yaklaşık 70 yıldır -bir iki istisna dışında- pek değişmeyen muhalefet var. Bu krizler üzerinden Erdoğan’ın, ülkeyi iki emperyalist güce bağımlılaştıran tutarsız-işbirlikçi politikaları mahkûm edilmek yerine aynı düsturla karşılanırsa, 23 Haziran’da rüzgârı arkasına alan muhalefet, iktidara cansuyu olur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.