Utanmanın bu kadar acıtacağını bilemeyecek; objektifin silah olduğunu hissettiren dünyayı tanımayacak kadar çocuktuk. Şimdilerde anne fotoğrafımı çek diyen çocuklarımız kadar çocuktuk
“Azez Mülteci Kampı’nda bugün çektim bu fotoğrafı. Önce anlamadım neden korktuklarını. Ablaları silahtan çok korkuyorlar dedi. Bir daha doğrultmadım objektifi…Utandım…”*
Ben de utandım…
Mevsim Haziran…
– Anne, Jedi oldum. Fotoğrafımı çeksene.
Elinde ışın kılıcı, üstünde kendisine iki kat uzun gelen -ağabeyden istenmiş- kapüşonlu ceketi ve kocaman gülümsemesiyle geldi yanıma dün gece.
Tam da Alper Çakın’ın objektifinden mülteci çocukların korkudan kaçışına bakarken…
Tam da Suriyeli mültecilerin çocuklarıyla birlikte ülkenin namusuna leke sürmesine karşı cezalandırmalara alkış tutan tivitleri ve haberleri okuduktan sonra…
7 yaşındaydı oğlum. Çok çabaladı o zamanlar Jedi’ları izleyebilmek için beni ikna edebilmeyi. “Onlar da sizin gibi. Barışın koruyucuları… Ne olur anne ya…”
Şimdi 10 yaşında ve -barışın koruyucularını- izliyor. Mutsuzluğumun nedenini soracak kadar büyüdü ama ona acının, utancın nedenini ya da mevsim Haziran’ken yüreğimin neden üşüdüğünü anlatamayacak kadar küçük…
İlk anarşik eylemimdi belki de…
Sabahtan başlardık hazırlıklara. Sadece bizlerin duyduğu sessiz seslerimizle o güne özgü hazırlıklar. Güneş’in erken gitmesini sabırsızla beklemek. Başlangıç saati olmayan sadece karanlığın başladığı an kavilleştirilen eylemimiz. Gece sokaklar yasak değildi o zamanlar… Sahillere vuran mülteci çocuklar da yoktu…
Ya da biz bilmiyorduk.
Gece de eylem de kullanacağımız silah da her şey sadece bizim sınırsızlığımızla sınırlıydı.
Çocuktuk…
Yaz gecelerinin en büyük eğlencesi ‘Fener Alayımız.’ Ve büyük silahımız karpuzlarımız. Sabahın ilk saatlerinde hazırlığına başladığımız; içini oyarak boşalttığımız, açtığımız pencerelerle avuçlarımızda taşıdığımız dünyalarımız. Günün güneşle hasret giderdiği saatlerde ilk müşterisi olmanın gururuyla mahalle bakkalına yüzümüzde hınzır bir gülümseme; avucumuzdaki demir para ile gidip; kaptığımız mumu gün boyu kontrol ederek; an geldiğinde geceye ışık bırakmaya koşan çocuklar…
Yoktu kurallarımız, statümüz. Yürüdükçe çoğalır, defalarca tembih edilmesine rağmen yukarı mahalleyi aşar, çevre mahallelere kadar yayılırdık. Korkmazdık çocuk olmaktan, geceden, objektiflerden…
Avuçlarımızın ortasında Prometheus’un ateşini taşıyan onlarca kahramandık.
Yürüdükçe dünyamızın pencerelerinden yayılan sınırsız düşlerimiz. Ben olmayı da biz olmayı da hissedebilen sahiplenen; cinsiyetsiz, milliyetsiz ve sınıfsız olanlardık.
Çocuktuk…
Utanmanın bu kadar acıtacağını bilemeyecek; objektifin silah olduğunu hissettiren dünyayı tanımayacak kadar çocuktuk. Şimdilerde anne fotoğrafımı çek diyen çocuklarımız kadar çocuktuk.
Büyüdük… Acıttık… Korkuttuk… Utandık.
Şimdilerde yediyüzseksenüçbinbeşyüzaltmışiki kilometrekarelik bu toprak parçasında avuçlarındaki feneri taşımaya niyetli, utanmayı bilen içindeki çocukla binlerce insan var Güneş’in batacağı o saatsiz anı bekleyen…
Mevsim Haziran…
Fark etmenin güzelliğiyle, bir arada durabilmenin, cesaretin, sevginin gücüyle birbirine dokunmaya başlayan avuçlarındaki karpuzdan fenerleri ve özgür düşleriyle inanmayı seçen insanlar…
Çocuklarımız için…
Fotoğraflara düşen güzellikler için…
“Her şey güzel olacak…”
*Fotoğraf: Alper Çakın
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.