Önümüzdeki dönem yalnızca Erdoğan faşizminin krizinin çalkantılarına değil, aynı zamanda demokratik toplumsal muhalefetin biçimlenmesine de sahne olacak. Diktatörlüğün “pisliğinde boğulmasını” beklemek yeterli olmayacak, bu pisliği temizleyecek bir halk hareketinin aşağıdan yukarı örülmesi de gerekecek
Erdoğan en güçlü olduğu yerde, sandıkta bozguna uğradı. AKP’nin birinci parti konumu tartışılır hale geldi. Anlaşılan kısa bir süre sonra (Davutoğlu ve Babacan partileri kurulduktan sonra) AKP sandalye sayısı olarak değilse de toplum nezdindeki değişmez birinci parti konumunu yitirecek. Bu süreç, yerel yönetimlerde kaybedilen arpalıkların merkezi yönetimlerden telafiye yönelinmesi ile birlikte, AKP içi çıkar grupları arasındaki çatışmaları ve Cumhur İttifakı’ndan kurtulma zorlamalarını getirecek. Kısacası Erdoğan’ın “Ankara Savaşı” yenilgiyle sonuçlandı; bundan sonra Erdoğan’ın otoritesi içeriden sorgulanmaya başlanacak ve iktidarı iyice yakınına ulaşan iç çatışmalarla sarsılacak.
Tam bu sırada S-400 bahsinde yaklaşmakta olan 31 Temmuz vadeli ABD tehdidi, İran gerilimi ve bir sonuca bağlanması gereken Suriye yenilgisinin yanına eklenen Doğu Akdeniz krizi, Erdoğan iktidarını heyheyleneceği yeni bir düşmanla karşı karşıya getirdi: AB. bugüne kadar mülteci tehdidi nedeniyle Erdoğan’a içeride sıkıştığı her stratejik anda destek veren AB Bakanlar Konseyi’nin, “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yasadışı arama çalışmaları” karşısında tehditkâr bir tonda konuşmaya başladığı görülüyor. Türkiye’deki darbeci iktidarlara olduğu gibi Erdoğan’ın tek adam rejimine de “hoşgörü” gösteren AB Bakanlar Konseyi, İBB seçimi öncesinde, 18 Haziran’da yaptığı açıklamayla, birlik müzakerelerini dondurmanın ötesine geçen, BM destekli adımlardan söz etmeye başladı.
Doğu Akdeniz krizinde Erdoğan’ın karşısında bulduğu cephede, “eski düşmanlar”ın yanına geçen tek “dost” AB değil. Bir süredir Doğu Akdeniz’de Exxon-Mobil ortaklığıyla Kıbrıs Cumhuriyeti ile anlaşarak doğal gaz arayan Katar’ın bu faaliyetleri konusundaki tuhaf sessizlik, son günlerde Katar tarafından bozulmaya başlandı. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki “yasadışı arama çalışmalarını” kınayan açıklamaların altında Katar’ın da imzası görülmeye başlandı.
Zaten üstesinden gelemeyeceği bir ekonomik kriz tablosu ile karşı karşıyayken AB ve gerici Arap rejimlerinin sağladığı yaşam desteğinin kesilmesi tehdidinin de altına giren Erdoğan rejiminin bundan sonra iflah edebilmesi kolay görünmüyor.
Bu noktadan sonra Erdoğan’ın “Anayasa’nın kendisine verdiği sınırsız yetkilerle” kontrgerillayı bütünleştirme, yeniden biçimlendirme ve devlet iktidarının merkezindeki fonksiyonlarını yeniden kazandırma, böylece kendisini de Atatürk’ün yerini alan “yeni ebedi lider” haline getirme hayali sona ermiştir. Erdoğan açık faşizmi, emperyalizm ve oligarşi nezdindeki meşruiyet temelini kaybetmek üzeredir.
Artık Erdoğan açık faşizminin krize girdiği sulardayız.
Erdoğan açık faşizminin krizi nasıl seyredecek?
“Geniş tabanlı bir AKP-CHP koalisyonuyla” krizdeki açık faşizme “rasyonel” (kurulu düzeni/fincancı katırlarını ürkütmeyen) bir çıkış yolu bulmak mümkün mü?
Erdoğan açık faşizminden hem çok sızlanan hem de çok nemalanan Türkiye oligarşisinin gönlünün bu seçenekte olacağı açık. Ama oligarşi için rasyonel olan, Ortadoğu’daki emperyalistlerarası paylaşım mücadeleleri ve Türkiye’ye ve kendisini bu mücadelelerde boğazına kadar batırmış Erdoğan için rasyonel mi? Çubuk olayı göstermiştir ki, kontrgerillada Gülen’den boşalan yeri MHP, Ergenekon kalıntıları ve Ağar’la dolduran Erdoğan’ın böyle bir yöne gidebilmesi için bunları darbesel yöntemlerle etkisizleştirmesi zorunludur. Dolayısıyla, açık faşizmin krizinin “geniş tabanlı koalisyon” yoluyla aşılmasının önündeki büyük engel, Erdoğan açık faşizminin dayandığı kontrgerilla koalisyonunun ta kendisidir. Bu gerçek, bundan sonra giderek kısalan aralıklarla yaşanacak ve nasıl patlak vereceği kestirilemeyecek saray darbelerinin/karşı darbeleriyle tanımlanacak bir sürece girilebileceği anlamına gelmektedir.
Türkiye’de demokratik bir siyasi gelişme ancak Erdoğan iktidarını kendi labirentinin derinliklerine gömecek bu sürecin dışında mayalanabilir.
CHP şimdilik bu gerçeğin farkındaymış gibi davranıyor; bir yandan “Erken seçim istemiyoruz” diyerek “Bırak sarhoşu yıkılsın” taktiğini izliyor, diğer yandan da “Cumhurbaşkanlığının tarafsızlığını referanduma götürelim” gibi “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin meşruiyetini sorgulamanın yolunu açacak meydan okumaları olgunlaştırmaya çalışıyor.
Önümüzdeki dönem yalnızca Erdoğan faşizminin krizinin çalkantılarına değil, aynı zamanda demokratik toplumsal muhalefetin biçimlenmesine de sahne olacak. Diktatörlüğün “pisliğinde boğulmasını” beklemek yeterli olmayacak, bu pisliği temizleyecek bir halk hareketinin aşağıdan yukarı örülmesi de gerekecek.
Bu noktada, daha şimdiden “belediye başkanlarının yetkilerinin belediye meclislerine aktarılması”nda ifadesini bulan yetkisizleştirme ve kuşatma hareketlerinin karşısına belediye meclislerini kuşatan halk inisiyatifleriyle çıkmak gibi yerel demokrasi pratiklerinin önünün açılmakta olduğunu görmeliyiz. Diktatörlüğün direnişini, halk demokrasisinin ikinci baharına çıkarabilecek miyiz? Halkın hakları mücadelesinden, Haziran İsyanı’ndan, “Hayır” kampanyasından edindiğimiz tecrübelerle halk inisiyatifine diktatörlük barajını aştırdığımız her adımda adımda bu amaca daha çok yaklaşmış oluruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.