ABD’nin İran’a uyguladığı çok kapsamlı ambargo, bölgesel bir savaşa yol açmaz. Ancak bölgesel reaksiyonların oluşmasının çok ötesinde ekonomik ve politik krizleri tetikleyebilir
Basra Körfezi’nde petrol taşımacılığı yapan gemilere yönelik “kimin yaptığı tespit edilemeyen” saldırılarda artış oldu. ABD, İsrail ve Suudi Arabistan İran’ı suçlarken, İran tersine ABD’nin provokasyon yaptığını ve İran’a saldırmak için bahane aradığını belirtiyor. ABD-İran rekabetinin boyutlarını çok yönlü analiz etmeye ihtiyaç var. Hiç şüphesiz ki İran’ın askeri olarak ABD ve İsrail ile boy ölçüşmesi oldukça zordur. Ancak mesele askeri gücün kıyaslanmasının çok ötesinde bölgesel stratejilerde kimin ne kadar etkili olacağıyla ilişkilidir.
ABD’nin Ortadoğu’daki merkez üssü olan İran’da, 1979 İslam Devrimi’yle dengeler değişti.
İran bir dönem ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik üssüydü. 1950’lerden 1979 yılına kadar geçen süreçte İran, Sovyetler Birliği’ne sınır olması nedeniyle ABD merkezli NATO’nun Ortadoğu ve Orta Asya’daki ileri karakolu olarak önemli bir rol üstlendi. Şah’ın iktidarı kaybetmesi ve Humeyni’nin iktidar gelmesiyle stratejik ilişkiler temelden değişti.
ABD ile İran arasındaki rekabet ya da çatışma aslında 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra özellikle ABD’nin Tahran’daki Büyükelçiliği’nin işgaliyle başladı. Zaman zaman kısa erimli yumuşamalar olsa da iki ülke arasındaki ilişkiler hiçbir dönem diplomatik düzeye gelmedi. İkinci Bush döneminde “şeytan devlet” olarak ilan edilen İran’a yönelik izolasyon politikaları devreye konulsa da molla rejimiyle doğrudan çatışmaya yönelik bir askeri seçenek uygulanmadı ya da uygulanamadı.
İran, nükleer silah edinmek amacıyla uranyum zenginleştirme programını fiilen uygulamaya koydu. İslamcı rejimin nükleer silah edinim projesinde ısrar etmesi küresel çapta bir sorun haline geldi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 5 daimi üyesi (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) ve Almanya’nın katılımıyla P5+1 olarak bilinen ülkeler ile İran arasında yapılan nükleer anlaşmayla sorun önemli ölçüde aşıldı. İran, nükleer çalışmalarını önemli ölçüde durdurdu, uranyum zenginleştirme programını esasen askıya aldı. Buna karşılık özellikle ABD’nin uyguladığı uluslararası çaptaki ambargo kaldırıldı. İran, 1980’den sonra ilk kez küresel çapta ekonomik anlaşmalar yaptı. Avrupa Birliği ülkeleriyle 600 milyar dolar, Çin ile yaklaşık 900 milyar dolar, ABD’den yolcu taşıyan uçaklar almak için 150 milyar dolar anlaşma yaptı. İran gibi muazzam enerji yataklarına sahip olan bir ülke, küresel şirketler için büyük bir yatırım alanı olarak görüldü. Obama yönetimi, İran ile sadece ekonomik değil aynı zamanda diplomatik ilişkiler kurma yönünde bir kısım adımlar atmaya başladı.
ABD seçimlerini Cumhuriyetçi aday Trump’ın kazanmasıyla, Obama tarafından imzalanan uluslararası anlaşma iptal edildi. Beyaz Saray’ın İran politikası çok net bir şekilde değiştirildi. Trump’ın BMGK daimi üyeleri ve Almanya ile İran arasında imzalanan anlaşmadan çekilmesi, esasen ABD’nin yeni yönetiminin küresel çapta oluşan askeri-politik dengeleri yok hükmünde sayması olarak okunabilir. ABD’nin İran’a yönelik geliştirdiği saldırı politikası aynı zamanda küresel çaptaki diğer güçlere de bir meydan okuma olarak algılanabilir.
Bir noktanın altını çizmek gerek; İran, Şii dünyasının manevi yani ruhani lideridir. Fas, Tunus, Cezayir’den yani Cebelitarık Boğazı’ndan başlayarak Orta Asya ülkelerini, Pakistan’ı, Afganistan’ı kapsayan geniş bir coğrafyada yaşayan yaklaşık 400 milyonluk Şii kitlesini karşısına almaktır. Bunun bir başka anlamı, İran üzerinden savaşın Ortadoğu’da Sünni-Şii çatışmasına dönüştürmenin fitilini ateşleyebilir. Örneğin Lübnan’da Hizbullah merkezli Şiilerin İsrail ile çatışmaya girmesi, Hamas’ın İran’ın yanında yer alması, Husilerin Yemen’de yapılan anlaşmayı bozmaları, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Kuveyt, Umman ve hatta Pakistan gibi devletlerdeki Şii nüfusunun ayaklanması gibi faktörler, İran’a yönelik saldırıların olası ne gibi sonuçlar doğuracağı bakımından bize bir fikir verebilir. Bu bakımdan ABD’nin temel amaç olarak İran’a yönelik kapsamlı bir savaş başlatmaz, böyle bir girişime yönelmez. Ayrıca 19 yıldır Afganistan’dan, 16 yıldır Irak’tan çıkamayan Pentagon’un İran ile bir savaşa tutuşması pek akla yatmıyor. Rekabet ve çatışmada her olasılık masada olsa da ABD’nin İran ile doğrudan bir savaşa girmesi yüz olasılıktan belki de 99’uncu sırada olandır.
Trump’ın İran’a yönelik geliştirdiği politikanın esas yönü, Merkez Ortadoğu dediğimiz Körfez bölgesinde İran’ın artan hâkimiyet alanını sınırlamaktır. Aden Körfezi-Basra Körfezi arasındaki alanda İran’ın artan hâkimiyetinin özellikle Suudi Arabistan, İsrail ve hatta Mısır için ciddi sorunlar yaratacağı açıktır. İran sınır komşusu Irak üzerinde de çok ciddi bir etki kurmuş bulunuyor. Sınır komşusu olmayan Yemen, Lübnan, Filistin ve Suriye üzerinde önemli bir etkisi var. Bir başka ifadeyle İran, Ortadoğu’da jeopolitik bir güç olarak etki alanını Aden Körfezi’nden Akdeniz’e kadar olan bölgede hissettirmek istiyor. Buna yönelik askeri, politik ve ekonomik gücünü kullanıyor. Önemli bir başarı da elde etmiş görünüyor. İran, Ortadoğu devletleri tarafından kuşatılmak istenirken tersine bölgede etkin olduğu güçler vasıtasıyla Ortadoğu’yu kuşatmaya başladı. İran’ın bölgede artan jeopolitik gücü, Trump yönetimine hâkim olan yeni neo-concu ekibin belirlediği ABD’nin Ortadoğu stratejisiyle çelişkili bir durumu ifade ediyordu. Örneğin ABD, 2003 yılından bu yana, binlerce askeri gücüyle Irak’ta bulunuyor. Ama İran’ın politik etki alanı çok daha fazla ve etkilidir. Bu bakımdan Trump yönetimi, İran ile diplomatik-politik ilişkileri geliştirmekten çok askeri ve ekonomik baskıları arttırarak onu denetim altına alma kararı aldı. Bunu yaparken özellikle İran ile ticari ilişkileri olan ülkeleri hedef tahtasına oturttu. ABD’nin temel amacı, İran’ın Ortadoğu’nun jeopolitik gücü olmasını engellemektir. İran’a karşı çok kapsamlı olarak uygulamaya başladığı ekonomik ambargoyla onu içine döndürmek yani kendi kabuğuna çekilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bununla iki amaç hedefleniyor: Birincisi İran’ın iç toplumsal dinamiklerini etkileyerek molla rejimine karşı toplumsal tepkiyi harekete geçirmek, ikincisi kendi iç meseleleriyle uğraşarak bölgedeki sorunlara müdahil olmasını engellemek. Bunda ne kadar başarılı olur? Bilinmez.
Öncelikli olarak İran’ın ABD’nin ambargolarına karşı uzun yıllardır belirli bir dayanıklılığı var. Yani bir bakıma tecrübeliler diyebiliriz. ABD, İran’ın bu gerçeğini bildiğinden daha çok İran ile ticari ilişki içerisinde bulunan ülkeler üzerinde bir baskı uyguluyor ve ambargoya tabi tutacağını belirtiyor. Türkiye bunun somut örneklerinden biridir. Komşu olmaları nedeniyle iki ülke arasındaki ticari ilişkiler oldukça kapsamlıdır. ABD, Türkiye’yi İran ile ticari ilişkilerde muaf tuttu. Ancak bu muafiyeti kaldırarak aslında İran’dan çok Türkiye’yi tehdit etti. Irak bunun bir başka örneğidir. Irak’a yönelik açıktan bir ambargo uygulamak yerine, İran’dan petrol alan ülkeleri Irak’a yönlendirmeye çalışarak iki ülke arasındaki ilişkileri kırmaya çalışıyor. Gelinen noktada İran’ın geçmiş ambargolardan farklı olarak daha fazla sıkıştığını söyleyebiliriz. İran’ın kendi kendine yeterli bir ekonomisi olmasına rağmen son süreçte ciddi olarak etkilendiği görülüyor. Bu nedenle İran’ın yapacağı en önemli hamlelerden biri Rusya üzerinden petrolünü satmayı planlamasıdır. Bunun için Moskova ile bir kısım görüşmeler yaptığı biliniyor. Irak, çok zor da olsa böyle bir alternatif olarak kullanılabilir. Türkiye ise tersine ABD’nin olası bir ambargosuna takılmamak için İran ile enerji bağlantılarını minimum düzeye indirdi.
Basra Körfezi belki de dünyanın en önemli stratejik alanlarından biridir. Körfez ülkelerinin ürettiği petrolün yüzde 80’i Hürmüz Boğazı’ndan geçiyor. Günlük yaklaşık 19 milyon varil petrol Hürmüz Boğazı’ndan geçerek uluslararası alana taşınıyor. İran veya herhangi bir ülkenin Hürmüz Boğazı’nı kapatması, bir bakıma bölgesel bir savaşın başlaması demektir. İran veya ABD, askeri olarak ne kadar gülcü olursa olsun, böylesi bir riski göze almaları pek mümkün görünmüyor. Belki dolaylı bir kısım operasyonlar olabilir ama körfezi kapsayacak bir engelleme olmaz/olamaz.
Rusya ile İran arasındaki ilişkilerin merkezinde silah ticareti bulunuyor. İran’ın savaş sanayisi esas olarak Rusya ve Çin teknolojisine dayanıyor. Örneğin Rusya, S-300’leri İran’a teslim etti. ABD’nin ya da İsrail ve Suudi Arabistan’ın İran’a yönelik olası bir askeri operasyonunda S-300’ler otomatik olarak devreye girecektir. Bu bakımdan Rusya, hiçbir şekilde ABD’nin İran’a yönelik bir askeri operasyonuna izin vermez. Aktif bir şekilde karşı çıkar. Ancak Rusya ile İran arasında görünmeyen rekabet alanı Suriye’dir. İran’ın Suriye rejimi üzerinde ciddi bir etkisi olduğu gibi, radikal İslamcı güçlerle savaşta İran askeri güçlerinin çok önemli bir rolü bulunmaktadır. İran, Suriye üzerinden Akdeniz’de jeopolitik bir güç olarak hâkimiyet alanını genişletmek istiyor. Rusya, İran’ın bu hedeflerinden oldukça rahatsızlık duyuyor. Suriye’nin özellikle Akdeniz sınırlarını tek başına kontrol etmek istiyor. Bu nedenle ABD’nin İran üzerinde uyguladığı ambargoya sessiz kalıyor. Böylelikle İran’ın Suriye’deki hâkimiyet alanının kırılmasında ciddi bir faktör olacağını düşünüyor. Kısacası, ABD’nin İran’a yönelik çok zayıf da olsa olası bir askeri operasyonuna kesinlikle izin vermez, karşı çıkar ama İran’ın hareket alanının daralmasından da faydalanır.
Çin ile İran arasındaki ilişkiler oldukça geniştir. Çin, İran’ın en büyük petrol müşterisidir. Çin, dünyadaki en kaliteli ve en ucuz petrolü İran’dan alıyor. Buna karşılık İran, ithal ettiği ürünlerde Çin ilk sırayı alıyor. Ambargonun kalkmasından sonra İran’ın Çin’e ihracat oranı toplamın içerisinde yüzde 29’una tekabül ediyor. Aynı şekilde toplam ithalat oranı ise 30,5’tir. Bu bakımdan İran-Çin karşılıklı ihracat-ithalat müşterileri olarak bilinirler. Çin ile İran ilişkisinin jeopolitik yönü de oldukça derindir. Bu nedenle ABD’nin İran’a yönelik herhangi bir askeri operasyonu karşısında Çin sert bir tutum alabilir. Ancak, ABD ile Çin arasında yaşanan ticaret rekabeti, Çin’in İran meselesine aktif müdahalesini etkiliyor. Çin, geçici de olsa İran ile özellikle petrol ihracatına yönelik ticari ilişkilerinde bir sınırlamaya gitti. Petrol ihracatını yüzde 30-40 civarında azalarak Irak’tan karşılamaya başladı. Ancak bunun kısa süreli olacağının altını çizmekten yarar var. Çin, ABD’nin ambargosuna doğrudan tutum almayacaktır ama İran’ı da bütünüyle yalnız bırakmayacaktır. Molla rejiminin yıkılmasından yana bir politik tutum geliştirmeyen bir Çin var.
İran’ın Suriye üzerindeki askeri ve politik hâkimiyet alanında belirli bir sınırlama olacaktır. İran, karşı karşıya kaldığı devasa ekonomik sorunlar nedeniyle Suriye’deki savaş sürecine istediği gibi dahil olamayacaktır. İdlip operasyonunda görüldüğü üzere İran’dan çok Rusya’nın kara kuvvetleri ilk kez kapsamlı bir şekilde savaşa dâhil oldular. İran askeri güçleri nispeten geride kaldı. Bu nedenle Suriye’yi jeopolitik bir alan olarak gören İran’ın Suriye’deki ilişkilerinde belirli bir sınırlama gelecek gibi görünüyor.
ABD’nin İran’a uyguladığı çok kapsamlı ambargo, bölgesel bir savaşa yol açmaz. Ancak bölgesel reaksiyonların oluşmasının çok ötesinde ekonomik ve politik krizleri tetikleyebilir. Özellikle Basra Körfezi’ndeki istikrarsızlık petrol fiyatlarının hızla artmasına küresel ekonomi de ciddi sorunların oluşmasına yol açma olasılığı oldukça yüksektir. Enerji istikrarsızlığı özellikle Rusya gibi ülkeler son derece pozitif bir rol oynarken, Türkiye gibi ekonomisi kırılgan olan ülkelerde risklerin çok daha fazla artmasına yol açabilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.