İki emperyalist güç arasındaki rekabette, ülkeyi her iki güce de bağımlılaştıran tutarsız-işbirlikçi politikaları nedeniyle AKP çift yönlü bir basınç altında
AKP, Rusya’nın İdlip mesajını aldı almasına ancak işine gelmemiş olacak ki sessizliği dört gün sürdü. Suriye ordusu ve müttefikleri 6 Mayıs’ta İdlip’te operasyona başladı. Saray-AKP iktidarından ilk çıkış ise 10 Mayıs’ta Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan geldi. Bu süre zarfında Birleşmiş Milletler, İngiltere ve Fransa (7 Mayıs), ABD (8 Mayıs) ve Avrupa Birliği’nin (9 Mayıs) İdlip açıklamalarından cesaret alınmış olması muhtemel.
Peki, Moskova’nın AKP’ye mesajı neydi?
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un 8 Mayıs’taki konuşmasından aktaralım: “[Türkiye ve Rusya arasında varılan] Soçi mutabakatında [İdlip’teki] militanların korunması gerektiğine dair bir kelime dahi yok, aksine burada tarafların militanlarla mücadele kararlılığı teyit ediliyor.”
Bu, hatırlatmadan öte açık bir ihtardı ve AKP iktidarı buna “Rejim, İdlip’in güneyinde kontrol alanını genişletmeye çalışıyor” diyerek karşılık verdi. Bu durum 13 Mayıs’taki Erdoğan-Putin telefon görüşmesinde iyice doruğa çıktı. Görüşmeye ilişkin Erdoğan tarafı “Rejimin ateşkes ihlallerinin (…) terörle mücadeleyle izahının mümkün olmadığı belirtildi” derken, Kremlin’den yapılan açıklamada “İdlip’teki radikal silahlı oluşumların ateşkes ihlallerini sıklaştırdığı”na vurgu yapıldı.
Yani Saray-AKP iktidarının Suriye’de yeniden Batılı emperyalistlere yanaştığı, Rusya’yı ise karşısına almaya başladığı bir sürece doğru ilerliyoruz.
Yukarıdaki tablonun sahadaki karşılığı fazlasıyla sıkıntılı. AKP önce güdümündeki cihatçıların misillemelerine yol verdi; Halep’in kuzeyinde Suriye ordusu kontrolündeki sivil yerleşimler roketlerle vuruldu. Ardından cihatçılara kalkan olundu; TSK, Hama-İdlip sınır hattında ilerleyen Suriye ordusunu caydırmak için çatışma hattına 2 km mesafeye asker konuşlandırdı.
Yetmeyince bir “cihatçı konsolidasyonu” yaratıldı; “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” grupları konvoylar halinde İdlip’in güneyine geçti. Şimdilerde Rusya, İran ve Suriye güçlerine karşı El-Kaide kökenli Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve Türkistan İslam Partisi ile AKP güdümlü çatı örgütü Ulusal Kurtuluş Cephesi aynı safta çarpışıyorlar.
Tüm bunlar, kısa ve orta vadede Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığını doğrudan etkileyecek, ciddi sonuçlara yol açabilecek gelişmeler.
Artık İdlip’teki militanların “radika-lılımlı” ayrımı gözetilmeksizin topyekûn hedef alınması kaçınılmaz. Ancak Afrin ya da Azez-Bab-Cerablus hattı da Rusya’nın öfkesinden nasibini alabilir. Birtakım sinyaller de yok değil: 17 Mayıs’ta Suriye ordusunun, gözlem noktasına giden TSK’ye ait lojistik konvoyunu doğrudan hedef aldığı, 21 Mayıs’ta ise bir Suriye jetinin El-Bab üzerinde keşif uçuşu yaptığı öne sürüldü.
Bunlar henüz doğrulanmayan iddialar, ancak “Rus öfkesi” gerçek. Nitekim Suriye’deki Rus hava üssü Hmeymim’e yönelik cihatçı saldırıları artarak sürüyor ve AKP de İdlip’teki hamleleriyle bu durumu kolaylaştıran bir rol oynamış oluyor.
Bu noktada “AKP aklı”nı anlamak için BM Güvenlik Konseyi’nin 17 Mayıs tarihli İdlip oturumundaki konuşmalara bakmak yeterli.
Türkiye yeniden mülteci kartını çekerek Batılı müttefiklerine “güvenlik riski” uyarıları yaparken, ABD tarafı “NATO müttefikimiz” vurgusuyla Ankara’nın çağrısına destek verdi ve ardından “geleceği” gördü: “Rusya, rejimin İdlip’te kimyasal silahlara başvurmamasını sağlasın.” BMGK toplantısıyla aynı saatlerde İsrail’in Suriye topraklarına yönelik saldırılarına bir yenisinin eklendiğini de ayrıca not etmekte fayda var.
Çok değil, iki gün sonra ABD’nin “öngörüsü” tuttu; HTŞ’ye yakın kaynaklar, Suriye ordusu ve Rusya’nın Lazkiye kırsalında klor gazlı saldırı düzenlediğini öne sürdü. Aynı iddia 20 Mayıs’ta Yeni Şafak tarafından gündeme getirilirken, haberin kaynağı AKP güdümlü cihatçılar idi.
Ve nihayet 21 Mayıs’ta ABD Dışişleri Bakanlığı, Suriye ordusunun ülkenin kuzeybatısında “yeni kimyasal saldırılar gerçekleştirdiğini tespit ettiklerini” açıkladı.
Geçtiğimiz yıl Şam’ın doğusundaki “son cihatçı adacığı” Duma’ya yönelik operasyonlarda kimyasal silah saldırısı düzenlediği iddialarının ardından 8 Nisan’da İsrail saldırısıyla ilk işaret fişeği verilmiş, 14 Nisan’da ise ABD, Fransa ve İngiltere Suriye’yi vurmuştu. Belli ki Saray-AKP iktidarı bugün de benzer bir senaryodan medet umuyor.
Ancak AKP, ABD’nin Suriyeli Kürtler, S-400 ve “İran karşıtı cephe” beklentilerine olumlu yanıt vermedikçe Batı’dan istediği desteği bulamayacak. Yanıt verebilirse karşısında Rusya’yı bulacak. İki emperyalist güç arasındaki rekabette, ülkeyi her iki güce de bağımlılaştıran tutarsız-işbirlikçi politikaları nedeniyle AKP çift yönlü bir basınç altında. Bu sıkışmışlığı altında Suriye’de cihatçılara destek vermeyi sürdüren AKP, Türkiye’yi yeni ve çok daha büyük krizlere doğru sürüklüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.