Eğer kolektif olarak sahip olacağı üretim biçimi ve araçlarıyla hangi ürünün, nerede nasıl ve kimlerle ekileceğine karar verirse köylü tarımını kurtaracak, hem kendini hemde kentlisini sağlıklı şekilde doyuracaktır
Açlık, “delilik gibi tanımı zor ama gördüğümüz zaman aşikâr olan bir durumdur.”
Jean Ziegler’in dediği gibi de; “Açlık, örgütlü suçtur.”
Bugün yaklaşık 1 milyar insan açlık içindedir. Açlığın içinde en çok yer alanlar çocuklardır. Aç kalanların sayısı da giderek artmaktadır.
Kıtlık içinde mutlaka açlık vardır. Bollukta da açlık vardır ve örgütlü suç burada yatar.
Doğal afetlerin yarattığı (kuraklık, sel) açlık geçici olabileceği gibi kalıcılığa bürünebilir. Savaşların yarattığı açlıkta böyledir. Ekim ve hasattan ürünleri stoklama, dağıtım ve pazarlamaya giden yolda ortaya çıkan aksaklıklar ya da tekelci konumlar geçici süre açlığa neden olabilir.
Açlığın esas nedeni sömürüdür. Gıdalara iktisadi erişebilirliğin çalışanların elinden alın terinin çalınarak engellenmesidir. Tarım sektörünün çökertilmesidir.
Walden Bello’nun kitabının başlığı gibi “açlık üretilir.”
Açlığın sonu bitkinlik ve sonrası ölümdür.
Her gün açlıktan 22 bin çocuk ölmektedir.
Açlık grevi sonucu sakatlık ya da ölümle biten direnişin simgesi ve silahıdır.
Açlık belirli bir coğrafi bölgede ya da bu bölgede nüfusun belirli bir bölümünün gıdadan yoksun olmasıdır. Kimi gıdalarda eksikliğin olması yetersiz beslenmedir.
Günde ortalama 1200 kaloriden az alan çocuk ve 2900 kaloriden az alan yetişkin açlık içindedir. Birleşmiş Milletler Gıda Örgütü’ne (FAO) göre günde 1800 kaloriden az alan kişi açtır. Parasal olarak da günde 1,90 dolar kazanan fakirlik sınırındadır.
Küresel Açlık Ölçütü (Global Hunger Index) ise yetersiz beslenme, aşırı zayıflama ve çocuk ölümlerini dikkate alarak ölçüt oluşturmaktadır. 2000’de 29,2 olan 2018’de 20,9’a inmiş yani açlık azalmıştır. Ancak son üç yılda açlığın arttığı görülmektedir. Ele alınan ölçütlere göre açlık artsa ya da azalsa da önemli bir sorun olarak sürüp gitmektedir.
Açlığın yanında gıda güvensizliğini de unutmamak gerekir. Gıda güvensizliği belirli bir nüfusa her an hem nicelik ve hem de nitelik olarak gıdaya erişimini sağlayamamaktır.
Gıda hakkı insan hakları içinde yer almalıdır. 1996 yılında Dünya Beslenme Zirvesi’nde küresel gıda güvenliğiyle ilgili yapılan bildiride -Roma Bildirgesi- her insanın açlıktan korunması gerektiği ve sağlıklı ve besleyici gıdaya erişimine hakkı olduğu bildirilmiştir ve en geç 2015 yılına kadar da yetersiz beslenenlerin sayısının yarı yarıya azaltılması amaç edinilmiştir. Ne yazık ki bu tür zirvelerin amaçlarına hiçbir şekilde ulaşılmamıştır.
Açlığın en yaygın olduğu bölgeler Ekvator altı Afrika ve Güney Asya’dır.
Eski Brezilya Başkanı Lula’nın öne çıkardığı “sıfır açlık” mümkün olamaz mı?
Açlık için tanımlanmış bir sınır vardır. 2018 yılında Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2003 TL’dir. Aynı ailenin yoksulluk sınırı ise 6543 TL’dir.
Dünyada yaklaşık 700 milyon kişi de aşırı şişmanlıkla boğuşmakta olup çoğunluk K. Amerika’dadır. 1,5 milyar kişi ise fazla kilonun esiridir. Hızlı yeme zincirleri bu kötü alışkanlığın ve sağlık harcamalarının artmasının sorumlularıdır.
Nüfus artışı da açlık sorununu zorlaştırmaktadır. Nüfus planlaması açlık sorununu çözer mi? Belki yardımcı olabilir, eğer açlığın yapısal sorunları ortadan kalkarsa.
Silah harcamalarını %10 kısmak açlığa çözüm getirebilir ama açlıktan çok ölümü seçen bir sistemle yaşıyoruz.
Üretilen ürünlerin üçte biri, özellikle gelişmiş ülkelerde tüketilmeden çöpe gitmektedir. Bu üçte bir açlığa çözüm olabilir mi? Tok açın karnını görmez ki!
Sylvie Brunel’e göre üç tür açlık vardır:
Açlık sorunu neden giderek artmakta ya da çözüm neden gecikmektedir?
Açlık sorunu gıda üretimi ve beslenme sorunu olduğundan tarım ve gıda sektörüyle yakından ilgilidir. Kuşkusuz tarım ürünlerini stoklama, depolama, taşımacılık ta açlık açısından önem taşır. Bu sektörlerin sorununu anlatmak ayrı bir yazının söz konusu olacağından kısaca açlıkla olan ilgisine değinmekte yarar vardır.
1993 yılında kurulan Uluslararası Köylü Birliği Via Campesina‘nın önerileriyle tarımın sorunlarını göz önüne serebiliriz. Böylece çözüm yolları da ortaya çıkacaktır.
Amaçları özetleyelim:
Geçim tarımının ve ulusal pazara yönelik tarımın yerine sömürgeci tarımdan başlayarak çok uluslu şirketlerin kararıyla tek ürüne ve ihracata yönelik tarıma yönelen, topraklarını yine aynı şirketlerin kararıyla biyoyakıt tarımına açan, UPF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası’nın sözde yapısal programlarıyla destekten mahrum edilen, kuzey ülkelerinin geniş ölçüde desteklenen (ABD’de tarıma verilen destek 40 milyar dolar) tarımının ucuz ürünlerine pazarını açan (Afrika tarım ürünlerinin %25’ini ithal ediyor), kuzeyde üretilen tarım ilaçlarıyla boğulan ve toprağı fakirleşen, dışarıdan tohum almaya bağımlı kılınan güneyin ülkelerinin tarımı çökertilmiş ve dolayısıyla açlık da “sürdürülebilir” hale getirilmiştir. Sadece insanları aç bırakmakla kalmayıp bu insanların yaşadığı çevreyi de bozmaktadırlar.
Açlık sivil toplum örgütlerinin yardımıyla önlenebilir mi? Önlenemez. Bir parmak bal sürülür.
Açlığa sınır getirip tanımlıyoruz, yoksulluğun alt sınırına belirli bir gelir düzeyiyle açıklıyoruz da tokluğun sınırı yok mudur? Varsıllığın sınırı nedir? Aç kalmamak için alınması gereken kalori miktarını belirliyoruz da tokluğun kalori miktarı neden ortalıkta görünmüyor? Şişmanlık sadece kötü-yanlış beslenmemi yoksa sınır tanımayan gelirle her şeyi yemenin sonucu mudur? Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yemek midir?
Örneğin, günlük 3000 kalori ya da aylık 10.000 TL tokluk ve varsıllığın sınırı olamaz mı?
Kapitalistin gözü doymuyor mu? Doymuyor. Açgözlülüğün sınırı yoktur.
2018 yılında zenginlerin varlığı günde 2,5 milyar dolar artış göstermiştir ve 2008 yılına göre zengin sayısı 2 kat artmıştır. 26 milyarderin serveti 3,8 milyar kişinin servetine sahipken açlık nasıl azalabilir? Birileri doyacak ki birileri aç kalsın.
Tokluk günlük şu kadar kaloridir diye anlatıldığını duydunuz mu?
Varsıllığın sınırı şu kadar gelirdir ve daha üstünde kazananlar bunu topluma geri vermek zorundadır diyen istatistikler neden ortalıkta görünmüyor da hep açlıktan, yoksulluktan söz ediyoruz?
Çünkü kapitalist sistemin özü budur. Sömürüyle yaşamını ve açlığı sürdürür. Açlığı acındıracak hale getirerek sorumluluğu başkasına, kişilerin beceriksizliğine yükler.
Eğer kolektif olarak sahip olacağı üretim biçimi ve araçlarıyla hangi ürünün, nerede nasıl ve kimlerle ekileceğine karar verirse köylü tarımını kurtaracak, hem kendini hemde kentlisini sağlıklı şekilde doyuracaktır. Kuşkusuz sorun sadece tarımı kurtarmak değildir. Emperyalist baskıdan tümüyle kurtulma söz konusudur.
Kısa vadede açlara yardım ve gıdaya erişim sağlanmalı ve sonrada açlığın yapısal nedenleri ortadan kaldırılmalıdır.
Kaynaklar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.