Bir tarafın birliği diğer tarafın parçalılığının, bir tarafın atakta olması diğer tarafın savunma pozisyonunda kalmasının koşuludur. Muhalefet birbirini gözetmeli, ortak hareket zeminini korumalı ve sürekli atakta olmalıdır
Bu yazı yazılırken Ekrem İmamoğlu’na mazbatanın verilip verilmeyeceği, YSK’nin İstanbul seçimlerini yeniletip yeniletmeyeceği henüz belli olmamıştı. (Saatler içinde mazbata verildi, YSK kararı bekleniyor.) Ama kesin olan bir şey var; 31 Mart akşamından bu yana mazbata verilmediyse ve AKP iktidarı sonuçları kabul etmediyse de zafer muhalefetin elindedir. Yasal süreç her ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın mesele o zaferin elden bırakılıp bırakılmamasındadır.
Seçim sürecinin iktidar lehine işleyen bütün adaletsizliklerine rağmen, iktidarın belirlediği kurallar içerisinde, imkânsız görünen bir şeyi başararak onu seçimlerde alt eden muhalefet, 16 gün süren uzatmalara rağmen oyların çalınmasına da müsaade etmedi. Mevcut durum ne 7 Haziran seçimleri ile ne 16 Nisan referandumu ile ne de hile ile muhalefetin elinden çalınmış uluslararası alandaki diğer örneklerle kıyaslanabilir. Kazanılmış bir seçimin yarattığı meşruiyet, özgüven ve motivasyon; seçim sonuçlarının tanınmaması durumunda muhalefete her türlü araçla karşı koyma şansı tanımaktadır. Bundan önceki görece başarılı seçim süreçlerinin ve Gezi Direnişi / Haziran İsyanı sürecinin ötesine taşınan bir meşruiyet söz konusudur.
***
Tek mesele meşruiyet değil elbette. Muhalefetin sergileyeceği direnişin şansı da yüksektir. Muhalefet cephesi birleşik olmasa bile bu aşamada ortak hareket etme eğilimindedir. Bu onu güçlendirmektedir. İktidar cephesi ise dış desteği, iç bütünlüğü, yönetme yeteneği ve çözüm kapasitesi açısından oldukça tartışmalıdır. Bu da onu zayıflatmaktadır. Bir tarafın birliği diğer tarafın parçalılığının, bir tarafın atakta olması diğer tarafın savunma pozisyonunda kalmasının koşuludur. Muhalefet birbirini gözetmeli, ortak hareket zeminini korumalı ve sürekli atakta olmalıdır.[1]
***
Bu süreç aynı zamanda moral ve motivasyon üstünlüğünün de muhalefete geçtiği bir süreç olarak yaşanmaktadır. Toplumsal muhalefet örgütlerinin yıllardır biriktirdiği, derken 7 Haziran seçimleri sonrası kontrgerilla terörü ve OHAL koşullarında hareketsiz hale gelen ancak potansiyel olarak ortadan kalkmayan enerjisi yeniden harekete geçme eğilimindedir. Belediye çalışanları ile sınırlı olmayan biçimde emekçilerin uzaklaştıkları sendikal harekete geri dönüş eğilimleri, şimdilik seçim sonrası yerel buluşmalar şeklinde de olsa sokağa çıkma eğiliminin yeniden canlanması, seçim kazanan partilerle sınırlı olmamak üzere muhalefet örgütlerinin yeniden hatırlanması yönünde olumlu işaretler belirmekte ve bu da ülkenin bir yere kaybolmayan ve AKP’nin sandıkta alt edilmesinin temelinde yatan muazzam potansiyel enerjinin (direniş potansiyelinin) akacak mecra arayışına işaret etmektedir.
1 Mayıslarda her yıl o yılın toplam mücadelesinin birikimi yansır, bu kez meydanlara 31 Mart Yerel Seçimlerinde simgeleşen çeyrek asırlık bir hesabı görmenin iddiası ile çıkılmalıdır. Önderlik etmesini, örgütlemesini bilene çabasının karşılığını alacağı çok iş çıkmaktadır.
***
Peki 31 Mart sonrası mücadelenin ekseni ne olacaktır? Muhalefetin öne çıkan adaylarının kimliğine ve söylemlerine bakarak değil ana çatışma eksenlerine bakarak bir şeyler söyleyebiliriz.
Sermaye hala Tayyip Erdoğan’ı destekleme eğilimindedir. Sermayenin istediği “güçlü yürütme” Erdoğan’ın merkezi iktidarıdır. Merkezi iktidar orada ama kapitalist işleyişin kritik aşaması olarak değerin gerçekleşme sürecinin en önemli unsuru kentleri yöneten belediyeler Erdoğan’ın karşısında… Merkezi iktidarla yerel iktidarlar arasındaki bu gerilim, her ikisi de sermaye politikalarının farklı versiyonlarını izleme iddiasındaki politik aktörler arasında yaşansa bile, sermaye yanlısı politikalara karşı çıkan sol güçlerin istifade edebileceği bir çelişkiler alanı da yaratacaktır.[2]
Rejim krizi burada yaşanacaktır. Merkezi iktidar ekseninde kurulmak istenen yeni rejimin, kentlerin yönetiminin muhalefette olmasına tahammülü yoktur. Bu tahammülsüzlük ya merkezi iktidarın da değişimine ya da yerel iktidarların merkezi iktidar tarafından gaspına uzanan bir çatışma sürecini tetikleyebilir.
***
AKP iktidarı, sınıfsal dışlamayı, kültürel-politik dışlama ile birleştirmiş, ezilenlerin bir bölümü çifte dışlama yaşamaya başlamıştır. Ancak sınıfı bölmenin bu biçimi, bir tür gerekliliktir de. Yerel seçimlerden kazanımla çıkan düzen içi muhalefet, sermaye politikalarına karşı çıkmadan en azından kültürel-politik dışlamayı giderme iddiasındadır. Bu elbette yeterli değildir. Ne var ki yağma politikaları, sınıfı bölmeden gerçekleştirilememektedir. Sermayenin yağmacı ve dışlayıcı yapısı ile AKP’nin 31 Mart’ta artık dur denilen yönetme biçimi arasında ciddi bir uyum söz konusudur. Burada belediyeleri AKP’nin elinden alan muhalefet açısından “iyi belediyecilik”, “tarafsızlık” iddiasını sermaye politikalarını işleterek korumak da zor görünmektedir. Bu uyumsuzluğun yaratacağı çelişkiler sol güçlere, emek güçlerine, kent savunucularına, doğa savunucularına önemli müdahale imkanları sunmaktadır.
***
Kent pek çok yönüyle sınıfsal ve politik mücadelenin adresi olacaktır. Parlamenter siyaset araçlarının baskın olduğu ve solun, sokak siyasetinin oldukça etkisiz kaldığı bu yerel seçim sürecinin ardından toplumsal muhalefet etkili varlık gösterebileceği yeni bir düzleme adım atmıştır.
Peki hangi rotada? O rotayı görmek için Gezi’den bugüne uzanan yola; sınıf çatışmasının ve politik iktidar çatışmasının alanı olarak kente bakmakta fayda vardır.
Dipnotlar:
*Bu yazı Yeni Yaşam gazetesi ile eş zamanlı olarak yayımlanmaktadır. Gazete baskıya girdikten sonra İmamoğlu’na mazbatası verilmiş, bu gelişme üzerine internet versiyonu için yapılan eklemeler parantez içi ve dipnotlarla sınırlı tutulmuştur.
[1] İmamoğlu’nun mazbatayı aldıktan sonra haftasonuna kitlesel bir kutlama yapılacağını açıklaması atak siyasetini sürdürme, gevşemeye mahal vermeme çabasının yansımasıdır ve desteklenmelidir.
[2] Muhalefet burjuva siyasetin sınırları içinde bir alternatif yaratma iddiasında olsa da, ona seçim kazandıran şey kentteki burjuva yağmacılığına ve onun gerektirdiği yönetme biçimine karşı gelişen ve yılların mücadeleleri ile olgunlaşan toplumsal tepkidir. Burjuvazinin sadece “yandaşlar” ile sınırlı olmayan önemli bir bölümü de merkezi iktidarın yanındadır. Dolayısıyla seçilen aday niyetinin de ötesinde destekçisine ve karşıtına göre konuşmakta ve konumlanmaktadır. Bu da emek eksenli / sermaye karşıtı politika izleyen muhalefet güçlerin yararlanabileceği bir çelişki alanı yaratmaktadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.