ABD’nin kararı açık: S-400’lerin alımından vazgeçeceksiniz, Patriot ve F-35’leri alacaksınız. Bunun dışında ikinci bir yol yok. Haziran ayı, bu süreç için bir dönüm noktası olacak. Ankara’nın ABD’nin baskılarını bertaraf edecek bir pozisyonu bulunmuyor
31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimler, politik gündemin ilk sırasını oluşturmaya devam ediyor. AKP-MHP iktidar bloğunun İstanbul seçimlerinin iptali için Yüksek Seçim Kurulu’na yapmış olduğu başvuru henüz sonuçlanmadı. Özellikle “gölge cumhurbaşkanı” Devlet Bahçeli’nin İstanbul’da Büyükşehir Belediye adayı göstermemiş olmasına rağmen İstanbul seçimlerinin yenilenmesini “beka” sorunu olarak gösterip AKP’den çok daha fazla ısrarcı olması da oldukça düşündürücü.
Yerel seçim atmosferinin krize dönüştürülme eğilimi giderek artıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik yapılan saldırıyla devam eden krizin, ortaya çıkartacağı sorunların beklenilenden çok daha büyük olacağı açıktır.
Uluslararası ve bölgesel düzeyde doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren sorunlardaki çok yönlü gelişmeler, önümüzdeki birkaç ayda Türkiye’nin iç dinamiklerindeki bir kısım değişimleri hızlandıracak gibi görünüyor.
NATO merkezli ABD, S-400’lerin alınmaması konusunda çok ciddi uyarılar yaptı ve hatta baskılar artarak devam ediyor. Rus hava savunma sistemlerinin alınması halinde ABD neler yapabilir veya yapacaktır? S-400’lerin NATO’nun stratejik savunma sistemlerini riske edeceğini düşünen Pentagon, Ankara’nın bu savunma sisteminden vazgeçmesi dışında başka bir formül düşünmüyor. ABD Başkan Donald Trump, Dışişleri Başkanı Mike Pompeo, Savunma Bakanı vekili Patrick Shanahan, AKP’nin S-400’lerde ısrar etmesi halinde çok kapsamlı yaptırımların uygulanacağını diplomatik kuralları aşarak belirttiler. Hatta Trmup’ın Ankara’ya atayacağı büyükelçi adayı David Satterfield’ın Kongre komisyonunda yaptığı değerlendirmede, Ankara’nın S-400’leri almaması için açık baskı uygulayacağını belirtti.
NATO, Adana-İncilik’te bulunan nükleer silahların Romanya’ya taşınması kararını aldı. Buna ilişkin somut adımlar atıldı. Böylelikle Rusya’ya yönelik askeri strateji Polonya-Romanya hattı üzerinden uygulanacak.
Ortadoğu’ya yönelik olası askeri operasyonlar için, kısa vadede Körfez ülkelerindeki üsler kullanılacak/kullanılıyor ve orta vadede ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı olan Süleymaniye kentinde inşa edilen, çok amaçlı kullanılacak olan hava-kara üssü inşa ediliyor. Böylelikle Ortadoğu’ya yönelik askeri operasyonlarda Türkiye’deki askeri üsler aşamalı olarak devre dışı bırakılacak.
NATO, Türkiye’nin jeo-stratejik konumunu özellikle askeri alandaki pozisyonunu zayıflatmaya yönelmiş bulunuyor; 1980’lı yıllar öncesi uluslararası askeri dengeler ve Ortadoğu’da üstlenmesi gereken görev nedeniyle Türkiye’deki askeri üslerini oldukça önemsiyordu ve stratejik bir rol biçiyordu. Bu dengenin aşamalı olarak değişmeye başlaması, Ankara’nın NATO içerisindeki pozisyonunu da etkiledi. Bunun bir başka anlamı; Ankara, geçmişte olduğu gibi vazgeçilmez “eksen” müttefik ülke konumundan çıkartılmaya başlandı.
Ankara, NATO üyesi olarak kalmak istiyorsa, özellikle askeri stratejide NATO’ya bütünüyle tabi olmalı. Bu stratejinin merkezinde, Ankara’nın Rusya ve Çin merkezli Asyatik ülkelerin askeri teknolojisini kullanmaması yer almaktadır. Bu stratejideki en ufak bir farklılaşma, Ankara’nın NATO içerisindeki pozisyonunun değişmesinin çok ötesinde, Türkiye’nin NATO üyeliğinin askıya alınması dahil bir kısım gelişmelere yol açacaktır.
Diğer önemli hususlardan biri de NATO merkezli askeri teknolojik ve istihbarat bilgilerinin Ankara ile paylaşımı durdurulmasıdır. Böylesi bir durum, Ankara’nın hukuki olarak değil ama fiilen NATO dışına çıkartılması anlamına gelir.
Belki de konuşulmayan temel konulardan biri de, NATO/Brüksel ile Genelkurmay arasındaki derin bağların alacağı pozisyondur. Genelkurmay, artık tek merkezli bir güç değil. Asyacılardan NATO’culara kadar farklı eğilimlerin olduğu tahmin ediliyor. Hatta Genelkurmaya hakim olduğu iddia edilen Ergenekon ekibinin de kendi içinde farklılaştığı söyleniyor. Genelkurmay özellikle askeri stratejilerin belirlenmesinde sürecin dışında mı kaldı? Yoksa ekti alanı halen devam ediyor da görüntü mü böyle veriliyor? Yani ABD’nin “bizim çocuklar” dedikleri ekibin etki alanı ne kadar? Bilinmiyor. Gizli düğüm burada saklı.
Pentagon, Ankara’ya yönelik askeri ambargoyu uygulamaya koyacaktır. Örneğin F-35’lerin Türkiye’ye satışının durdurulması ve ortak projeden çıkartılmasının, Haziran 2019 tarihinden itibaren fiilen uygulanacağına dair birçok veri bulunuyor.
ABD’nin Rojava’daki etki alanı gerilemeyecek, tersine çok daha fazla artacaktır. Tump’ın çekilme kararını ilan ettikten sonra Pentagon, Demokratik Suriye Güçleri’ne (QSD) yüzlerce TIR dolusu silah göndermeye devam etti. Son bir haftada içerisinde askeri teçhizat ve ağır silahların olduğu iddia edilen 300 TIR’a yakın askeri araçların gönderilmiş olması esasen Ankara’nın S-400’ler politikasına yönelik kapsamlı bir hamle olarak okunabilir. Güvenlik bölge projesi de esasen QSD’nin güvenliğini sağlamaya yönelik olacaktır. Hatta haziran ayındaki karara bağlı olarak ABD’nin onayıyla QSD’nin El-Bab ve Afin’e yönelik kapsamlı bir askeri operasyona başlamaları da sürpriz olmaz.
Türkiye’ye yönelik, çok kapsamlı bir ekonomik ambargo devreye konulacak gibi görünüyor Üst düzeyde yapılan açıklamalara dikkat edildiğinde ABD’nin bu yönlü hazırlık yaptığı anlaşılıyor. Trump’ın İran’a yönelik ambargoda muaf tutulan 8 ülkeye yönelik kararı iptal etmesinin merkezinde Ankara bulunuyor. Washington, Ankara’nın S-400’ler hakkında son kararını verme tarihi Haziran 2019 olarak belirledi. Bu tarihe kadar AKP-MHP iktidarı, S-400’lerin satın alınmasından vazgeçmediği takdirde, ABD, Türkiye’nin İran ile olan özellikle petrol-doğal gaz başka olmak üzere çok yönlü ithalat ve ihracatına ambargo uygulayacaktır. Türkiye kökenli birçok şirkete yönelik uluslararası ambargo kararı doğrudan uygulanmaya konulacaktır.
Ayrıca masada tutulan Zarrab davasının ikinci aşaması görülmeye başlanacak ve Halkbank’a yönelik 15 milyar dolar olacağı tahmin edilen para cezası açıklanacak ve tahsili istenecektir.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Bayrak’ın, sağında ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, solunda Trump’ın damadı ve “kıdemli danışmanı” Jared Kushner ile Trump’ın karşısına çıkış biçimi çok yönlü analizi gerektiren bir durum. Ancak konu bağlamından, Türkiye’ye yönelik uygulanacak ambargonun ve bunun Ankara için doğuracağı sonuçlar hakkında çok net bir mesaj verildi.
Diğer yandan Almanya merkezli Avrupa Birliği’nin (AB) ekonomik ambargonun bir başka boyutunu devreye sokacağına dair veriler oluşmaya başladı. Türkiye’nin toplam ihracatının %60’ı AB ülkeleriyle olup, bunun yaklaşık %40 Almanya ile yapılıyor. AB merkezli hareket halindeki sermayenin Türkiye’ye akışında ciddi bir kısıtlamaya gidilecek gibi görünüyor. İstanbul borsasındaki Avrupa kökenli şirketlerin sermaye işleminin yıllık miktarının yaklaşık 120 milyar dolar civarında olduğu dikkate alındığında, sermaye hareketlerinin kısıtlanması veya çekilmesinin yaratacağı sonuç, İstanbul borsasının iflasına yol açabilecek düzeyde olması küçümsenmemelidir.
G-20’ler arasında görülmeye başlanan Suudi Arabistan’ın küresel sermayeyi çekmek için uluslararası borsa sistemine tam uyum sağlayan yasaları hızla uygulamaya koymasıyla İstanbul borsasında bulunan birçok AB merkezli şirketin de Suudi Arabistan’a yöneldiği görülüyor. Bunun bilinçli bir yönelim olduğu da çok açıktır.
Ankara’nın hem S-400’lerden vazgeçmemesi hem de demokratikleşmeye yönelik bir kısım adımları atmaması durumunda AB’nin de ekonomik ambargoya destek vereceği sıklıkla dile getiriliyor. İktidarın AB ile uyumlu politik stratejiyi uygulamaya koyacağına dair ciddiye alınabilir bir kararlılığından bahsetmek oldukça zordur. AB’nin Türkiye ilişkin sürdürdüğü müzakerelerin durmuş olması bir yana, AB sürecinden uzaklaşmasının sadece demokratik kriterlerin uygulanmasından uzaklaşma anlamına gelmiyor aynı zamanda küresel sermayenin Türkiye’den çekilme sürecini de hızlandırıyor.
ABD ve AB’nin birbirini tamamlayan ekonomik ambargo merkezli operasyonu, kritik eşiği aşmış olan ülke ekonomisi bakımından çok daha ciddi sorunlar oluşturacağı açıktır. Bir bakıma ülke ekonomisinin iflası olarak tanımlanabilecek bir süreç ortaya çıkacaktır. Peki, Ankara’daki iktidar gücü bu gelişmeler karşısında ne gibi kararlar alabilir veya adımlar atabilir?
Ankara’nın Moskova ile yaptığı anlaşmayı bütünüyle iptal etmesi son derece zor görünüyor. Rusya bütün şartların yerine getirildiğini ve teslimatın çok daha erken yapılacağını açıkladı. Ankara sözleşme hükümlerini yerine getirip, parasını ödeyip S-400’leri almazsa dahi Moskova ile ciddi sorunlar yaşayacağını biliyor. Rusya’ya ait uçağın düşürülmesindeki süreci çok daha fazla aşan yeni olumsuz gelişmelerin olacağı açıktır. Rusya’nın ekonomik ambargosunun yarattığı sonuçlar görüldü. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hem ekonomik hem de Suriye’deki gelişmeler nedeniyle Putin ile ilişkilerini yeniden krize dönüştürmeyi göze alamaz.
Cumhurbaşkanı’nın S-400 hava savunma sistemlerini satın alma anlaşmasından geriye dönüş olmayacağını sıklıklı dile getirmiş olmasına rağmen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ve Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, orta yol veya başka alternatifler bulmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Örneğin; S-400’lere paralel olarak Patriot füze savunma sisteminin alınması görüşmeleri, S-400’lerin NATO tarafından denetlenmesi gibi bir kısım arayışlara yöneldikleri görülüyor. Hatta zayıfta olsa, S-400’lerin satın alınarak üçüncü bir ülkeye satılması da gündeme getiriliyor. Ancak, ABD’nin değişik düzeydeki politik ve askeri yöneticileri söz konusu alternatif arayışlara karşı olduklarını, tek çözümün S-400 alımının doğrudan iptal edilmesi olduğunu açıkladılar ve Ankara’ya başka bir alternatif bırakmıyorlar.
ABD’nin kararı açık: S-400’lerin alımından vazgeçeceksiniz, Patroit ve F-35’leri alacaksınız. Bunun dışında ikinci bir yol yok. Haziran ayı, bu süreç için bir dönüm noktası olacak. Ankara’nın ABD’nin baskılarını bertaraf edecek bir pozisyonu bulunmuyor. En geç iki ay içinde bir karar alınmadığı takdirde, Türkiye, öncelikli olarak ekonomik olarak kuşatılmaya alınacak daha sonra askeri ambargonun aşamalı olarak devreye sokulması süreci başlayacak. Uluslararası ekonomistlerin, kırılgan ve ağırlaşan Türkiye ekonomisinin toparlanmayacak düzeyde çok daha kötü bir duruma geleceği doların tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşabileceğine dikkat çekiyorlar.
Türkiye’nin beka sorunu, esasen haziran ayından sonra çok daha belirgin ve acil bir mesele haline gelecek. Bu beka, MHP merkezli, sadece iktidarını pekiştirmeye yönelik gündemleştirilen “beka” sorunu olmaktan çok farklı olup iç politik ilişkileri ve bölgesel dengeleri etkileyecek düzeyde bir sarsıntı yaratacaktır.
Bütün bu gelişmeler içerisinde İstanbul seçimlerinin iptali mümkün mü? Bu olasılık masada duruyor.
Peki, İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ne anlama geliyor?
Öncelikli olarak hem ABD hem de AB kurumları, seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi konusunda iktidarı çok açık olarak uyardılar. Yani İstanbul’daki seçim sonuçlarının kabul edilmesi gerektiğine dikkat çektiler. Seçimin yenilenmesiyle politik belirsizlik devam eder ve ekonomik kriz çok daha fazla hissedilir. Mevcut politik ve ekonomik veriler dikkate alındığında. İstanbul seçimlerinin iptaliyle doların 6,20’nin üzerine çıkma olasılığı da oldukça yüksektir.
Haziranda bir de ABD-AB ikilisinin ambargosu açıklanırsa nasıl bir sonuç doğar? Olasılığı düşünmek dahi ürkütücü geliyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.