“Marburg 68” isimli cep kitabı elime geçmeden önce bilmiyordum Ulrike Meinhof ile aynı şehirlerde bulunduğumuzu, okuduğumuzu. Tıpkı Marburg’a taşındığım gün, tek eşyam olan Eminönü’nden alınmış o büyük valizle üzerinde durup şehre ilk defa baktığım köprünün ismini bilmediğim gibi
“Marburg, orman kaplı tepelerin çevrelediği, herhangi bir yerde mükemmel bir manzarayla karşılaşabileceğiniz bir gezi noktası. Haziran. Yüksek basınç bölgesi. Orman havası ve ılık bir gece. Sosyalizmi, her şeyi gerçekleştirecek tek seçenek olarak tasvir ettim hep. Bu gece soğuk değil; Brecht, Lenin, Mao ve Platon konuşuyor, öte yandan müzik kutusunda hep aynı şarkıyı çalıyor. Bizi sakinleştiren ve öfkelendiren; bizi hassas ve hevesli kılan, kimsenin unutmayacağı bir şarkı; güney rüzgarları. Sen de duyuyor musun rüzgarları?”
50’li yıllarda solcu öğrencilerin yazdığı “Konkret” dergisinde çıktı bu yazı. Marburg’a pedagoji ve psikoloji okumaya gelen, kısa saçları ve ağzında piposuyla 23 yaşında genç bir kadın: Ulrike Marie Meinhof. Evet, RAF’ın (Kızılordu Fraksiyonu) kurucularından Ulrike Meinhof’tan bahsediyorum. Devlet tarafından 1976’da Stuttgart’ta bir hapishanede katledilene kadar geçen kısa ve hareketli hayatında yer eden küçük bir dinlenme noktası olmuştu Marburg. Ulaşılabilen hatıralarından birinde işte böyle bahsediyor şehirden.
“Marburg 68” isimli cep kitabı elime geçmeden önce bilmiyordum Ulrike ile aynı şehirlerde bulunduğumuzu, okuduğumuzu. Tıpkı Marburg’a taşındığım gün, tek eşyam olan Eminönü’nden alınmış o büyük valizle üzerinde durup şehre ilk defa baktığım köprünün ismini bilmediğim gibi.
O köprü, ismini Marksist bir profesörden alan Wolfgang Abendroth Köprüsü idi. Marburg’daki Phillips Üniversitesi’nde hukuk okuduktan sonra Naziler’in baskısından dolayı 1933’te İsviçre’ye sürgüne gitmek zorunda kalıyor, 4 yıl sonra direniş örgütlemek için Almanya’ya geri dönüyor ancak tutuklanarak 4 sene hapis cezasına çarptırılıyor ve işkence görüyor. Tahliyesinden sonra kendine başka bir yol çizerek Yunanistan’a gidiyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman, İtalyan ve Bulgar işgalcilere karşı mücadele eden partizanlarla yoldaşlık bağı kurarak ELAS’a (Yunanistan Halk Kurtuluş Cephesi) katılıyor.
Nazi dönemi geride kaldığında Marburg’a geri dönerek siyaset bilimi bölümünü kuruyor, sosyalist bakış açısıyla birçok öğrenci yetiştiriyor. Verdiği dersler ve katıldığı konferanslar, siyaset bilimine Marksist perspektifle yaklaşan Marburg Okulu’nun temel taşını oluşturuyor, öğrenci hareketinin cesaret kaynağı oluyor. Bütün bunları akademideki muhafazakâr profesörlerin baskılarına hatta tehditlerine rağmen yapıyor. Abendroth, dünden bugüne akademinin yalnızca amfilerde olmadığını bize gösteriyor. Akademinin her türlü gericiliğin karşısında durmak olduğunu; bazen Yunan partizanlara katılmayı bazense haklı taleplerle üniversiteyi işgal eden öğrencilerine destek vermeyi gerektirdiğini ortaya koyuyor. Tıpkı ilahiyat profesörü Ernst Benz ve 22 özgürlük karşıtı akademisyenin yazdığı bir mektupla başlayan, akademiye kara bir leke olarak geçen Marburg Manifestosu’na karşı öğrencilerini desteklemesi gibi.
Üniversite Reform Kanunu, 1966’da yürürlüğe giren; üniversite öğrencilerine, asistanlara rektörlük seçimi ve diğer kararlarda oy hakkı tanıyan bir hukuk metni. Bu metne karşı Marburg ve birçok Batı-Almanya şehrinden yaklaşık 1500 profesör toplanarak bir manifestoya imza atıyor: Marburg Manifestosu. “Demokrasi, memnuniyetle. Ancak bizim kararlarımızı zedelemediği ölçüde” diyerek başladıkları manifestoyu, öğrencilerin ve asistanların üniversitedeki önemli kararlarda dikkate alınamayacağını söyleyerek bitiriyorlar. Bu manifesto olağanüstü hal kanunları ile birleşince öğrencilerin haklı tepkisi kaçınılmaz oluyor. Mayıs ayında ana seminer binasının işgali ve çatıya kızıl bayrağın dikilmesi ile başlayan süreç 500 öğrencinin katıldığı Lahnberge eylemiyle devam ediyor. Üniversite senatosunun kapalı kapılar ardında aldığı kararlara tepki gösteren 500 öğrenci, en büyük kampüste, kurulun toplandığı binanın etrafını sarıyor.
Tek talepleri bu toplantıların öğrencilere açık yapılması. Profesörlerle görüşmeye giden öğrenci konseyi temsilcisinin sesi aşağıya kadar geliyor: “5 dakika sonra aşağıda olacağım. Eğer öğrenci arkadaşlara, bu toplantının sonlandığını söylemezsem zorla içeri girip toplantıya biz son vereceğiz.” Arkada biriken polislere güveniyor ve geri atmıyor gerici profesörler. Öğrenciler de. Tam 5 dakika sonra kitle binaya doğru hareket ediyor. Toplantının yapıldığı odaya ulaşmaya az kala polis müdahalesi başlıyor. Öğrenciler oturuma son veremiyor ama bu işgal girişimi, Almanya 68’inde en önemli eylemlerden biri olarak yerini alıyor. 68 hareketinin 50. yıl sergisinde o 500 öğrencinin fotoğrafına bakıyorum. Polisler tarafından götürülen eylemciler gülümsüyor.
Çünkü akademinin gerçek öznesinin kim olduğunu gösterdiler. Sergiyi ziyaret eden herkes o fotoğrafa sıra geldiğinde gülümsüyor. Çünkü biliyorlar ki bugün öğrencilerin elde ettiği her kazanım o fotoğraftaki yüzler sayesinde.
Devamı gelecek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.