Birçok hayvanda öyle veya böyle yas tutmaya benzer davranışlar olduğu aşikardır. Ancak bunların gerçekten yas tutma davranışı olup olmadığı, eğer öyleyse bile hayvanların ölümü algılayıp algılayamadıkları konusunda halen soru işaretleri mevcuttur
Hayvanların ölüme nasıl tepki verdikleri uzun bir süredir insanların ilgisini çekmektedir. Ancak bu konudaki sistematik çalışmalar oldukça yenidir; öyle ki, bu alandaki bilimsel sahaların tanımlanması bile sadece birkaç sene öncesine dayanmaktadır. Buna rağmen, özellikle de yas tutma, matem tutma, keder sergileme gibi davranışlar, hayvan davranış bilimcilerin (etologların) giderek yükselen ilgi alanları arasında bulunmaktadır.
Bu yazımızda, hayvanların ölüm sonrasında sergiledikleri bazı tepkilerden yola çıkarak, bilimsel araştırmaların bu konuda neler söylediğine bakış atacağız. Bunu yapmadan önce, bazı kavramları netleştirmekte fayda görüyoruz:
Türk Dil Kurumu’na göre yas (matem) tutmak, çok üzülmek ve duyulan acı/üzüntüyü bazı davranışlarla belli etmek anlamına gelmektedir. Keder, acı, üzüntü, dert, sıkıntı, ızdırap, tasa gibi anlamlara gelmektedir.
Antropologlar, hayvanlarda kederi daha iyi tespit edebilmek içinse şu tanımı geliştirmiştir: Keder, öldüğünü bildikleri bir birey ardından canlıların davranışlarında meydana gelen değişimlerdir. Tanımı bu şekilde yapınca, antropomorfik yaklaşım da büyük oranda ortadan kalkabilmektedir: Çünkü insanlardaki davranışsal değişimler ile insan-harici hayvanlardaki davranışsal değişimler aynı olmayabilir; ancak buna rağmen, her ikisinin de keder olarak kategorize edilmesi mümkündür. Her tür, kendince keder hissetmektedir. Buna rağmen, tanımı kısıtlandırmak adına bilim insanları, sadece ölü bir bedeni inceleme veya ondan kurtulma gibi davranışları “davranışsal değişim” olarak nitelendirmemektedirler. Bunun yerine, günlük rutinde meydana gelen değişimler, stres altındaymış gibi sergilenen davranışlar, vb. davranışsal değişimlere odaklanmaktadırlar.
Dolayısıyla burada önemli bir ayrımı vurgulamakta fayda vardır: Bir hayvanın yas tutması, o hayvanın ölüm algısı ile eş anlamlı değildir. Ölümü algılamak ile yas tutmak arasında mantıklı bir ilişki bulunsa da, hayvanların ölümle ilgili algılarını yalnızca sergiledikleri belli başlı davranışlardan yola çıkarak izah edebilmekteyiz. Bu yazıda, bunun yarattığı güçlüklere de değineceğiz.
Hayvanlarda duygu araştırmalarının en büyük problemlerinden birisi, hiçbir zaman bir hayvana gidip, “Pardon, neden böyle davranıyorsunuz acaba?” diye soramıyor olmamızdır. Bu nedenle birçok hayvan davranışına yönelik izahlarımız, o davranışın sergilendiği durumlardan yola çıkarak en makul açıklamaları geliştirmek ve bu açıklamaları deneysel koşullarda test etmek üzerine kuruludur. Bunu yaparken en sık düşülen hata, insan-harici hayvanların duygularını, insan duygularına benzetmek konusundaki aceleci yaklaşımdır. Bir hayvanın yüz ifadesi üzgün gibi gözüküyorsa, o hayvan üzgün olmalıdır.
Bu tarz bir yaklaşımın büyük bir problem olduğunun en net örneği, yunusların gülüyor gibi gözüken yüz ifadeleri ardına sığınarak, onları ufak havuzlara hapsedenlerin bu davranışlarını aklama çabasıdır: “Bakın, ne kadar da mutlu gözüküyorlar, adeta gülümsüyorlar.” Halbuki yunuslar gülümsemez.
Benzer bir durumu, yas tutma konusunda görmek de mümkündür. Aşağıdaki fotoğrafa bakın, ne görüyorsunuz?
Birçoklarının vereceği ilk tepki, ölmüş yavrusunun yasını tutan bir anne gördüklerini düşünmektir. Çünkü biz insan türüyüz ve türümüzde bu yüz ifadesini, bu duruşu, bu tavrı gördüğümüz başlıca yer, yas tutma davranışının sergilendiği yerler. Bir örnek:
Bu iki fotoğraf arasındaki benzerlikler, karelerin gösterdiği anlık yüz ifadelerinde sona ermektedir. İlk fotoğraftaki maymun, yas tutmamaktadır. Fotoğrafçı Avinash Lodhi’nin anlattığına göre, yavru bir taşa takılıp tökezlemiştir ve anne de refleks olarak bir anlığına yavruyu tutmuştur. Karenin çekilmesinden bir an sonra yavru normal şekilde oynamaya devam etmiş, anne de işine bakmıştır. Ancak doğru anda çekilen bir kare, spesifik bir türün spesifik bir davranışına (veya bir davranışın anlık pozuna) gereğinden fazla anlam yüklememize ve hata yapmamıza neden olabilir.
Birçok hayvan davranışı araştırması, araştırmacının gözlemlerini yazıya dökmesi yoluyla akademik çalışmaya dönüşür. Bu gözlemler, gözlemcinin izahıyla şekillenir, onun kattığı yorum ve tespit ettikleriyle anlam kazanır.
Amerikan İşaret Dili ile insanlarla iletişim kurabilen Washoe isimli şempanze ile ilgili bir araştırma örneğine bakalım. Washoe’yu gözlemleyen Roger Fouts, Washoe’nun bebeğinin ölümü sonrasında yaşananları şöyle yazıyor:
Washoe bana döndü ve “Bebek?” el işaretini yaptı. Ona, “Bebek öldü, bebek gitti, bebek bitti.” işaretlerini yaptım. Washoe, kundak yaptığı kollarını dizlerine bıraktı. Uzak bir köşeye gitti ve bomboş bakışlarla uzaklara daldı.
Bu tarz insansılaştırılmış anlatımlar, birçok hayvan davranışı araştırmacısının özenle uzak durduğu anlatımlardır. Çünkü bunlar, bir hayvanın davranışlarını gerçekte olduğundan daha zengin ve detaylı gösterebilir.
Bu durumda yapmamız gereken, hayvan davranışları biliminin (etolojinin) iyi çalışılmış yöntemlerini kullanarak, belirli hayvan davranışlarını daha yakından incelemek ve insanlaştırmadan (antropomorfize etmeden) konuya yaklaşmaktır. Çünkü bu karenin insanı yanıltıcı bir kare olması, hayvanlarda yas, keder, matem gibi duygu ve davranışlar olmadığı anlamına gelmemektedir.
Şempanze anneleri, ölmüş bir yavrudan ayrılmayı reddedebilir ve haftalarca ölü bedeni beraberinde taşıyabilir. Filler, ölen bir sürü üyesinin başından ayrılmaz, ölü bedeni inceler, ona dokunur, onun yanıbaşında dururlar; hatta civarda fil kemikleri görürlerse onlara ayrıca özen gösterirler. Köpekler ve kediler, bir arkadaşları veya sahipleri ölecek olursa yemekten ve içmekten kesilebilirler; hatta kediler, oldukça iç parçalayan bir çığlık sesi çıkarırlar. Bonobolar ölüme öfkelenirler; kimi zaman cesedin üzerine kayalar ve taş parçaları atarlar, ölü bedenin göğsüne yumruk atabilirler. Keçiler, ördekler ve domuzların bile ölen arkadaşları ardından yas tutuyor gibi gözüken davranışlar sergilediği görülmüştür. Benzer şekilde, anne yunuslar ölen yavrularını burunlarıyla önlerinde sürükleyip, onlardan ayrılmayı reddedebilirler.
Tüm bu örneklere bakıp da, “Yok canım, bunlar yas tutuyor olamaz; bir başka açıklaması vardır.” demek çok zor olmaktadır. Kimi zaman alternatif açıklamalar üretmek mümkündür: Belki hayvanların ölüme duyduğu acı, bir arkadaşlarını öldüren avcıya yönelik korkudan kaynaklanmaktadır? Belki ölüm sonrası duydukları öfke, aynı avcıyı savuşturmaya yönelik bir adaptasyondur?
Bu nedenle örnekleri daha detaylıca incelemeli, mümkün olduğunca dikkatli gözlemler sonucunda davranışların en olası sebebini ve açıklamasını ortaya çıkarmaya çalışmalıyız. İşte bunu yapan bilim dalına karşılaştırmalı tanatoloji adı verilir. Bu saha, hayvanların kendi türlerinden bireylerin ölümüne davranışsal, fizyolojik ve psikolojik olarak nasıl tepki verdiğini tespit etmeye çalışır.
İnsan-harici hayvanlara bakmadan önce, insanlarda ölüm algısına kısa bir bakış atmakta fayda var. Burada ölümün mekanik detaylarına çok fazla girmeyeceğiz; onu buradaki yazımızda detaylıca işlemiştik. Burada, insanların davranışsal özellikleri bakımından ölüme yaklaşımlarını ele almaya çalışacağız.
İnsanlarda ölüme yönelik algıya baktığımızda, tüm toplumlarda ve her insan bireyinde dört ortak bileşene rastlamaktayız:
Tabii ki tarih boyunca bu kavramlardan yola çıkarak çok sayıda dini ve felsefi yaklaşım geliştirilmiştir. Bu yaklaşımların birçoğunda, bu temel doğa gerçeklerinin aşılması hedeflenir. Örneğin insanların geliştirdikleri dini ritüeller, tersinmezlik ilkesini metafizik yollarla çözmeye çalışmışlar; ölümden sonra yaşam kavramını geliştirmişlerdir.
Buna rağmen doğa yasaları değişmez: Tüm insanlar, her neye inanıyor olurlarsa olsunlar, en azından bu dünyada yaşandığına inandıkları ölümün bu dört bileşenini algılarlar. Öyle ki, 10 yaşındaki çocuklar bile ölümle ilişkili bu dört kavram konusunda hemfikirdirler.
İnsan-harici hayvanlarda da bu tarz bir ölüm algısından söz edebilmek için, sadece sergilenen davranışlara değil, ölümle ilgili bu temel gerçeklerin ne kadarını anladıklarını tespit edebilmemiz gerekmektedir.
Kenya’nın Samburu Ulusal Rezervi’nde Birinci Kadınlar (First Ladies) adı verilen bir fil sürüsü bulunur. Bu sürünün başında, yıllar yılı Eleanor isimli bir dişi fil bulunmuştur. Ancak Eleanor, bir gün ağır yaralı ve hortumunu yerde sürükleyen bir şekilde belirmiş ve kısa sürede çökmüştür.
Ölümünden kısa bir süre önce, bir diğer fil ailesinin kraliçesi (daha doğrusu matriarkı; dişi lideri) olan Grace, Eleanor’un çökmüş vücuduna yaklaşıp, onu hortumu ile ayağa kaldırmaya çalışmıştır. Eleanor buna tepki veremeyince, Grace homurdanıp, stresli bir şekilde sesler çıkarmaya başlamıştır.
Eleanor’un ölmeye yakın bedenini terk etmeyi reddeden Grace, Eleanor’un ölümü sonrasında da hortumu ve ayaklarıyla ona dokunup, iteleyip kakalamıştır. Sonraki hafta boyunca 5 ayrı fil ailesi Eleanor’un ölü bedenini ziyaret etmiş, etrafında dolanmış, dokunmuş, koklamış, itelemiş, kakalamış ve incelemiştir. Kimisi sadece meraktan bu davranışları sergiliyor olsa da, How Animals Grieve (Hayvanlar Nasıl Yas Tutar?) başlıklı kitabın yazarı Barbara J. King, bazı fillerin Eleanor’un başındaki davranışının açıkça keder ve yas olduğunu söylemektedir.
King’e göre sadece filler değil, aynı zamanda şempanze ve bonobolar gibi büyük kuyruksuz maymunlar, yunuslar gibi denizel memeliler ve hatta atlar, tavşanlar, kediler, köpekler ve bazı kuş türleri de yas tutabilmektedir.
Bir karganın ölümü sonrası diğer kargaların davranışlarını inceleyecek olursanız, çok ilginç bir gerçekle karşılaşırsınız: Etrafta tek bir karga bile varsa, ölü karganın ardından çıkardığı sesler kısa sürede birden fazla karganın bölgeye toplanmasına neden olur. Sonrasında bu kargalar, ölü beden üzerinden yakın sortiler yaparak uçarlar, bedene dokunurlar, normalde çıkarmadıkları seslerle çığlıklar atarlar. Hatta bazı kargalar, etraftan topladıkları çim ve toprak parçalarını ölü bedenin üzerine veya yakınlarına bırakırlar. Nihayetindeyse arkalarını dönüp, uçup giderler. Washington Üniversitesi vahşiyaşam bilimcisi John Marzluff, bu kargaların adeta ölü ardından yas tuttuğunu söylüyor.
Bu tarz anlatımlarda bilim insanlarının seçtiği “adeta” veya “yas-benzeri” gibi sözcükler, onların konuya ihtiyatlı yaklaşımının altını çizmektedir. Hemen sonuca atlayıp, bir karga veya filin gerçekten yas tuttuğunu, ölümü anladığını söylemek istemeyiz; çünkü bunu anlayıp anlamadıklarını bilmiyoruz. Fakat birden fazla hayvan türünde, çok spesifik bir olay (bir bedenin ölümü) sonrasında gösterilen çok benzer davranışlar, hayvan bilimcilerin bu olasılığa daha güçlü bir şekilde eğilmesine neden olmaktadır.
Şempanzeler üzerinde uzmanlaşan primatologlar, birçok defa ölü bir yavru veya yetişkinin ardından seremoni-benzeri davranışlar sergileyen kuyruksuz maymunlardan söz etmektedirler. Örneğin bir keresinde bir şempanze annesi, ölü yavrusunun elinden alınmasına izin vermemiş, haftalarca ölü bedenini yanında taşımıştır. Öyle ki yavrunun cansız bedeni, annenin kollarında bozunmaya başlamıştır. Ölü bedenlerin bozunmasıyla ilgili olarak buradaki yazımızı okuyabilirsiniz.
Aşağıdaki videoda, Zambiya’daki bir öksüz şempanze barınağında zatürre nedeniyle hayatını kaybeden 9 yaşındaki bir şempanzenin ölümü sonrasında, sürünün diğer bireylerinin davranışlarını izleyebilirsiniz:
Bu konuyu “Şempanzeler sadece merak ediyor.” diye geçiştirememe sebeplerimizin başında, şempanzelerin tekil bireylerinin ayrı ayrı ölü bedene denk gelip de meraklarını gidermek olmaması geliyor. Kamera kayıtlarını inceleyen uzmanlar, sürünün bir üyesinin ölü bedeni fark etmesinden kısa bir süre sonra 40 civarında şempanzenin ceset başında toplandığını ve sırayla bedeni inceleyip, olan biteni anlamaya çalıştıklarını gördüklerini söylüyorlar. Ölünün etrafında toplanan bireyler, fazlasıyla dar bir alana toplanıyorlar; birbirlerine pek mesafe bırakmıyorlar. Bunlar, şempanzelerin normal davranışlarıyla uyumlu bir durum değil; öyle ki, normalde bu kadar çok sayıda şempanzeyi bu kadar dar bir alana toplayacak olsanız, gürültü ve kavgadan geçilmediğini görürdünüz. Burada ise şempanzeler son derece sakin ve sessiz bir şekilde bedeni inceliyorlar. Bu da, yaşanan olayın (bir bireyin ölümünün) şempanzeler için özel bir anlam ifade ediyor olabileceğini gösteriyor.
Videonun özellikle de 02:30 kısmından itibaren izleyebileceğiniz gibi, şempanzelerin ölü bedenleri inceleme davranışı sadece göz ucuyla bakıp, azıcık dokunup hayatına devam etmekten ibaret değildir. Şempanzeler, ağızdan tırnaklara kadar her yapıyı dikkatlice incelerler. Bu yakın inceleme davranışı da hayvanların ölümün en azından fiziksel etkilerini ayırt etme çabası gösterdiklerinin bir işaretidir.
Bunu daha yakından anlamak isteyen bilim insanları, kaybı yaşayan annenin hormonlarını takip ederler. Araştırmalar bu konuda nettir: Ölüme bağlı olarak annenin hormonlarında değişimler yaşanmaktadır ve bu da davranışları kökünden değiştirmektedir. Buna rağmen, hormonların açıklayamadığı bazı vakalar da tespit edilmiştir: Örneğin bir vakada anne, henüz hormonlar dikkate değer miktarda eski haline dönmeden çok önce “yasını tuttuğu” yavrusunu terk etmiştir. Dolayısıyla bu davranışlar sadece istem dışı hormonal salgılarla kontrol edilmiyor gibidir.
2010 yılında Washington State Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmada, bir katil balinanın yeni ölmüş yavrusunu 6 saat kadar burnuyla sürüklediği görülmüştür. Bu, bu alanda yapılan ilk gözlem de değildir: Daha önceden kambur balinaların eşlerinin karaya vurması halinde yas tutar gibi ağladıkları, hapsedilmiş yunusların havuzun dibinde öylece yattığı ve depresif bir hâl takındıkları, yakın arkadaşları öldüğünde yas-benzeri davranışlar sergiledikleri gözlenmiştir. 2015 yılında yapılan bir diğer çalışmada, benekli yunuslarda da ölen bir yavrunun ardından kimi zaman saatlerce sürebilen yas-benzeri davranışlar tespit edilmiştir. Araştırmanın başyazarı Filipe Alves şöyle diyor:
Anne tarafından birbirine bağlı (matrilineyal) sistemler içinde yaşayan katil balinalar veya filler gibi türlerde, bireyler birbiriyle akraba olan gruplar halinde bulundukları ve kimi zaman bu gruplar içinde 4 nesli kapsayan sayıda bireyler olduğu, yani kimi zaman bu bireyler 60 yılı beraber geçirdikleri düşünülecek olursa, sergiledikleri davranışın keder ve yas tutma olduğuna inanabilirim, evet.
Science dergisinde yayımlanan bir çalışma, denizel memelilerde yas-benzeri davranışları tespit eden, 1970-2016 yılları arasında yazılmış 78 akademik makaleyi incelemiştir. Günümüzde tanımlanmış 88 denizel memeli türünden sadece 20 tanesinde ölüm-sonrası özen gösterme davranışı (ya da kısaca keder) gözlenmiştir. Üstelik gözlenen bu davranışların %75’ini, yavrularını kaybeden dişiler sergilemiştir. Erkekler arasında yas-benzeri davranışlara çok nadir rastlanmaktadır.
Uzmanlar bu davranışları sosyal beyin hipotezi ile açıklamaktadırlar. Bu hipoteze göre, sosyal çevrelerde yaşayan türlerde ölüm algısı daha gelişmiş olmalıdır, çünkü karmaşık sosyal ilişkiler kurabilmek, daha iri beyinlerin evrimini gerektirmektedir. Ancak beyinler irileştikçe, insanlarda da gördüğümüz gibi, karmaşık duygular da gelişmektedir.
Hayvanlar Alemi’nde yas-benzeri davranışları görmek için illa omurgalı hayvanlara odaklanmamız gerekmez. Omurgasız hayvanlarda da çok ilginç davranışlar bulmak mümkündür.
Antik zamanlardan bu yana arılar, karıncalar, termitler gibi sosyal böceklerin kolonilerinde ölen bireyleri sistematik olarak yuva dışına çıkardıkları bilinmektedir. Bu davranışa nekroforez denmektedir. Hatta bazı böcekler, yuva içinde ölmemiş olsa da, türdaşları tarafından bir başka noktaya taşınabilir veya yuvadaki diğer bireyler tarafından etrafı sarılarak incelenebilir.
Bu davranışlara yüz çevirmememiz gerektiğini gösteren en net örnek, bunu cenaze törenine benzeten araştırmacıların, kolonilerdeki bakıcı bireyleri keşfetmesidir. Bakıcılar, bu tarz ölü bireyleri hızlıca tespit edip koloniden uzaklaştıran bireylerdir. Bakıcı olmayan bireyler de ölü bireylere ilgi duyabilseler de, bakıcılar bu konuda çok daha fazla özelleşmişlerdir. Eğer ki bu davranışların bir anlamı olmadığını düşünmüş olsalar, belki de kolonilerin hiyerarşisinin en önemli parçalarından birisi çok daha geç keşfedilebilecekti.
Bakıcılar, tespit ettikleri ölüleri yaklaşık 100 metre kadar uzağa taşıyıp bırakırlar. Kimi zamansa ağırlığı daha fazla taşıyamayıp, yere çakıldıkları noktaya kadar götürdükleri gözlenmiştir. Bazı gözlemlerdeyse bazı böceklerin ölülerini yuvanın atıklarıyla aynı yerde topladığı, hatta kimi durumda ölü bireyleri yedikleri görülmüştür. Bazı karınca ve termitlerin, ölülerini toprak altına gömdükleri de bilinmektedir. Tüm bunlar, ölü bedenlerde bulunabilecek hastalıkların koloniye yayılmasını önleyen davranışlar olarak görülmektedir.
Böceklerin bu davranışına birçok anlam yüklemek mümkün olsa da, yapılan fizyolojik çalışmalar bu davranışı tetikleyen ana unsurun ölü bedenden yayılan oleik asit gibi kimyasallar olduğunu göstermektedir. Yapılan çalışmalarda cansız cisimlere ve hatta sağlıklı bireylere bulaştırılan oleik asit varlığında böceklerin nekroforez davranışını aynen sergilediği gösterilmiştir. Dolayısıyla, yazının başında da sözünü ettiğimiz gibi, yas-benzeri bir davranışın görülmesi, bu canlıların ölümü algıladıkları anlamına gelmemektedir.
Birçok hayvanda öyle veya böyle yas tutmaya benzer davranışlar olduğu aşikardır. Ancak bunların gerçekten yas tutma davranışı olup olmadığı, eğer öyleyse bile hayvanların ölümü algılayıp algılayamadıkları konusunda halen soru işaretleri mevcuttur.
Dahası, bu araştırmaların yanıtlaması gereken birçok diğer soru bulunmaktadır: Örneğin, ölen bireyin yaşının, diğer bireylerin davranışları üzerindeki etkisi nedir? Erkekler ile dişiler arasında ölüme verilen tepkiler arasındaki farklar ne düzeydedir ve neden kaynaklanmaktadır? Ebeveynler ile yavrular arasındaki bağın, ölüm sırasında görülen depresyon-benzeri ilişkilerin şiddeti ile bir ilgisi var mıdır?
Kaynaklar ve ileri okuma:
Kaynak: Evrim Ağacı