AKP ve liderinin yenilgisi, sınıf çelişkisi gerçeğinin ve Kürt meselesini dini, milliyetçi ve genel bir yoksullar edebiyatı bir örtüsü ile kapatılıp, toplumu yeniden biçimlendirme politikasının da sona ermesini hızlandıracak
31 Mart 2019 seçimlerinde, R. Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP ülke genelindeki oy oranı gerilemekle birlikte en fazla oyu aldı. Fakat AKP, metropol belediyelerini (Bursa hariç, fakat bu kentte de ezici bir üstünlük sağlayamadı) kaybederek, ağır bir yenilgiye uğradı. Bu yenilgi, AKP’nin ve liderinin meydana getirdiği “otoriter rejimin” fiilen sonunu hızlandıracak önemli bir eşik. Aslında AKP hükümeti, ekonomik kriz, emperyalist merkezlerle uyumsuzluk ve büyük sermaye sınıfı ile gerilimler nedeniyle 2008’lerden itibaren iktidar gücünü yitirmeye başlamıştı. 2013 Gezi İsyanı ile birlikte, meşruiyeti de ciddi biçimde sarsılmıştı. İktidar gücünün zayıflaması paradoksal olarak, burjuva devletinin kanunlarını bile hiçe sayan otoriter uygulamaları ve devlet şiddetinin kontrolsüz kullanımını hızlandırmıştı. Yani baskıcı bir rejime yönelinmesi, AKP ve liderinin gücünün değil zayıflığından kaynaklanıyordu.
Gelgelelim, 31 Mart dışındaki bütün seçimlerde AKP ve lideri Erdoğan birinci ve galip çıkmayı başararak, devlet aygıtı, egemen sermaye sınıfı ve uluslararası sisteme (emperyalizm) karşı, meşru ve vazgeçilmez bir görünüm sergilemeyi becerebiliyor, işbaşında kalmasına demokratik bir dayanak sağlayabiliyordu.
Hiç şüphesiz, AKP ve liderinin iktidarı boyunca en büyük avantajı, genel grevlere yeltenmeyen geri çekilmiş bir işçi sınıfı ve bastırılmış toplumsal muhalefet idi. Zaten görünüşte R. Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’yi “güçlü” “dokunulmaz” “otoriter” kılan da bu zayıflık ve geri çekilmişlik değil mi? Öte yandan, AKP ve Erdoğan, “Muhalif burjuva partilerinin” düzen değişikliğini adeta unutturan politik söylemleri ve yaşlı ve hantal, örgüt yapılarıyla da kolayca baş edebildi. (AKP ve liderinin de nasiplendiği yerli sağ politikacılara özgü her türlü fırsatı sonuna kadar, istismar etme yeteneğinin de sayesinde.) Böylece meşruiyeti sarsılmış ve egemen güçler tarafından gözden çıkarılmış olduğu halde, iktidarda tutunabildi.
Şimdi, 31 Mart mahalli seçimlerindeki yenilgisi ile Erdoğan ve AKP’nin iktidarda tutunmasının, artık fiilen de mümkün olamayacağı bir evreye girmiş olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. (İstanbul seçimlerini iptal ettirseler ve CHP ve toplumsal muhalefet boykot yerine yeni seçime katılmayı kabul etse ve diyelim ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni AKP yeniden kazansa bile iktidarda tutunması mümkün olamaz.[1])
AKP ve liderinin, kendi özel çıkarlarını korumak ve devlet imkânları olmaksızın sermaye biriktiremeyen temsil ettiği, “İslamcı” kapitalist sınıfın ihtiyaçları ve kitlesel bakımdan ciddiye alınması gereken genişlikteki sosyal tabanının (Tarikatlar, özel vakıflar, dernekler, medya) desteğini yitirmemek için canhıraş biçimde, hükümette kalmak için aşırı bir gayret göstermesini beklemeliyiz. Fakat iktidarda kalmak için en iyi bildiği şey olan, baskıcı uygulamalara devam etmesi, meşruiyetini iyiden iyiye azaltmaktan, hükümet gücünü tek başına yürütme kapasitesini tamamen yitirmesinden başka işe yaramaz.
Diğer yandan, çöküşe doğru yönelen mevcut ekonomik kriz koşullarında hükümet etme kapasitesi ciddi ölçüde daralır. Meşruiyeti sadece egemen sınıflar nezdinde değil, kitleler nezdinde de tartışmalı hale gelir. Ekonomik yıkıma acil ve köklü çözüm bulma ihtiyacı nedeniyle AKP ve Erdoğan’ın kaçınılmaz biçimde vereceği tavizler nedeniyle de iktidar gücü zayıflığa yol açar.
Sonuçta AKP iktidarını geniş bir koalisyonla paylaşmak zorunda dahi kalabilir veya 2023’te yapılması öngörülen seçimlerin erkene alınması dahi gündeme gelebilir ve muhtemelen böyle bir erken seçimde Erdoğan yeterli oy alamayıp iktidardan düşer.
AKP ve liderinin yenilgisi, sınıf çelişkisi gerçeğinin ve Kürt meselesini dini, milliyetçi ve genel bir yoksullar edebiyatı bir örtüsü ile kapatılıp, toplumu yeniden biçimlendirme politikasının da sona ermesini hızlandıracak.
Hiç şüphesiz, kapitalist bir devlette otoriter bir rejimin devrilmesi ile devletin biçimi ciddi bir değişikliğe uğramaz. Devletin baskıcı karakteri de yerinde durur, ama işbaşına gelecek yeni hükümetin, toplumun demokratik kazanımlarına ve mevcut Anayasal haklara daha çok (mutlak değilse de nispi olarak) saygı göstermesi kaçınılmaz hale gelir. Bu durum bu küçük açı bile, toplumsal muhalefet ve işçi sınıfı mücadelesi için küçümsenmemesi gereken imkânlar yaratır. İlk elde, örgütlenme, siyasi teşhir ve propaganda imkânının genişlemesini sayabilirim. Dahası bu imkânlar iyi değerlendirilirse, kitlelerin birikmiş enerjisi açığa çıkabilir, büyük bir değişim dalgasına da dönüşebilir.
Hükümet ve liderinin yenilgisinin izlerini kısa süre içinde (ekonomik krizin yol açtığı işsizlik endişesine rağmen) fabrikalarda ve diğer işyerlerinde (Bilhassa belediyelerde) amir, patron ve ustabaşı disiplinine karşı daha fazla direnç göstermek biçiminde görebiliriz. Bu türden tavırlar (krizin yarattığı endişelere rağmen) işçilerin inisiyatifinin güçlenmesi, kendilerine güveninin artmasıyla sonuçlanabilir ve kriz koşullarında yeni, etkili kitlesel mücadeleyi teşvik eden taleplerin (sloganların) ortaya çıkmasına ve yeni örgütlenme biçimlerinin yaratılmasına da yol açabilir. Tabii bu durum, diyalektik biçimde “otoriter rejim”in sonunun gelmesini de hızlandırır.
AKP ve liderinin yenilgisi, işçi sınıfı ve bilhassa sınıfın öncüleri bakımından, 16 yıldır hükümet eden ve 25 yıldır belediyelerde işbaşındaki partinin ve “asrın liderinin” yenilgisi ile, değişimin mümkün olduğu… mücadele edilirse kazanılabileceği… öncü işçiler yeniden örgütlenirse bir kısmı Erdoğan kadar uzun süredir iktidarda olan sendika bürokratlarının koltuğunun devrilebileceği… fikri sahici ve somut bir örnek haline gelmiş oluyor. Yani otoriter rejimin yenilgisi kitleler ve öncüleri için somut bir ilham kaynağına dönüşebilir.
AKP’nin ağır yenilgisi açılan bu yeni dönemde, demokratik kazanımların iyiden iyiye genişletilmesi, kapitalizmin teşhiri ve işçi sınıfının belirgin bir iktidar mücadelesine yönelmesi toplumsal muhalefetin ve öncü işçilerin siyasi becerisine bağlı.
Dipnot:
[1] İstanbul seçimlerinin geçersiz sayılması halinde, düzeni sarsabilecek muazzam kitlesel tepki ihtimali bu yazının sınırlarını aşıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.