Demokratik Suriye Güçleri’nin, IŞİD’e karşı zafer ilanından sonra hareket halindeki askeri güçlerinin bir kısmını Afrin-El Bab hattına yönlendirmesi sürpriz olmaz. Rusya’nın ve ABD’nin de bu harekete kısmi bir onay vermesi durumunda, Türkiye için önemli sorunlar açığa çıkacaktır. Rusya, bu bölgeleri Esad yönetimine teslim etmesi için, ABD ise S-400’ler için Ankara’ya sessizce şantaj yapabilir
31 Mart 2019 günü gerçekleşecek olan yerel seçimlere az kaldı. Dikkatler, bu seçimlerde kimin kazanacağı üzerinde yoğunlaşmış. Bu nedenle yanı başımızdaki Suriye’de neler oluyor sorunu doğallığında ikinci plana düştü. Özellikle Suriye stratejisinde tam bir iflas yaşayan hükümet, Suriye’nin geleceğine dair tek bir kelime etmiyor. Dahası konuşabilecek bir argümanı da kalmadı. Ancak 1 Nisan sabahı kim kazanırsa kazansın, Suriye’deki gelişmeler iç politikayı da bölgesel politikayı da çok ciddi olarak etkileyecektir. Devletin izlediği ve başarısız kalan stratejisinde değişim kaçınılmazdır. Bu değişim nasıl olacak birlikte izleyeceğiz. Stratejisiz kalan Ankara’ya rağmen ciddi gelişmeler yaşanıyor.
Suriye’de askeri dengeler değiştikçe politik dengeler de yeniden şekilleniyor. Hem ABD ve Rusya gibi bölgede etkin olan küresel güçler hem de İran, İsrail gibi bölge ilişkilerini etkileyecek iki güç Suriye’nin politik geleceğini kendi stratejik ilişkileri bakımından önemsiyorlar.
Suriye’nin askeri dengesini belirleyen ABD ve Rusya, mevcut tablonun sürdürülebilir olmadığını da görüyorlar. Bu nedenle bölgesel stratejilerine uygun bir şekilde ortak bir kısım adımlar atmak için arka plan askeri-politik diplomasiyi yoğunluklu olarak sürdürüyorlar.
Rusya’nın askeri ve politik stratejisi, Beşar Esad’ın iktidarda kalmasını sağlamak ve Suriye’yi Akdeniz Havzası’nda merkez bir üs olarak kullanmak istiyor. Bunun için askeri olarak gerekli bütün adımları atmaktan tereddüt etmiyor. Politik olarak da gerekli tavizleri vermekten çekinmiyor. Suriye’de akılcı bir askeri-politik strateji izleyen Rusya’nın gelinen noktada öncelikli hedefi, İdlip’te Heyet-i Tahrir’uş Şam’ı yenilgiye uğratmak ve burayı yeniden Esad yönetimine teslim etmektir. İdlip kontrol altına alınmadan Rusya’nın Akdeniz’de bulunan askeri üsleri hiçbir şekilde güvencede olmaz. Aynı zamanda Esad yönetiminin politik geleceği garanti altına alınamaz. İdlip’te ilan edilmemiş savaş fiilen başladı. Son üç haftadır özellikle Hama çevresinden başlaşan çatışmalar öncelikli olarak M-4 ve M-5 otobanlarının kontrol altına alınması için kapsamlı bir saldırıya dönüşmüş bulunuyor.
Rusya, Türkiye’nin kontrol ettiği Afrin ve El Bab bölgesinin de İdlip’ten sonra Esad yönetimine teslim edilmesi için bir kısım adımlar atacaktır. Erdoğan’ın İdlip konusunda Putin’e verdiği hemen hemen hiçbir sözünü yerine getirmemiş olması, Rusya tarafından not edildi. Ancak Moskova, S-400’ler nedeniyle Ankara-Washington arasında oluşan krizin derinleşmesini sağlamak için Erdoğan üzerinde bir baskı kurmak istemiyor. Ankara-Moskova arasındaki ‘gizli’ anlaşma gereği, Afrin ve El Bab bir süre sonra Esad yönetimine teslim edilecektir. Erdoğan iktidarının bundan kaçma şansı yok.
Rusya açısından iki temel sorun ön plana çıkıyor. Birincisi; İsrail başbakanının Moskova’ya yaptığı ziyarette İran’ın Suriye’deki askeri varlığının sınırlandırılması konusunda bir görüş birliğinin oluştuğu kamuoyuna yansıdı. Bunun karşılığında İsrail, Esad yönetimiyle yaşamayı hatta birkaç yıl sonra diplomatik ilişkilerin kurulabileceğini kabul etti. Rusya’nın, Suriye’de kara savaşının belirleyici gücü olan İran’ın Suriye’de artan askeri etkisini sınırlandırmak için Esad’a baskı yaptığı biliniyor. Ancak Esad’ın ayakta kalması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan İran’ın Suriye’de bütünüyle etkisizleştirilmesinin, Rusya’nın çıkarlarına hizmet etmeyeceği de açıktır. Bu nedenle Moskova, Tahran’ın artan hakimiyetini bütünüyle etkisizleştirmeden hareket alanını sınırlamayı hedefliyor.
ABD, Suriye stratejisini, Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) askeri ve politik geleceği üzerine kurmuş bulunuyor. Bunun ciddi bir kısım zorlukları olsa da başka bir alternatifinin olmadığını görüyor. Ayrıca Suriye savaşının kazanan ikici gücünün Esad ve QSD olduğu hesaplandığında ABD’nin Suriye stratejisini QSD üzerine kurması en mantıklı olanıdır. QSD’nin uluslararası kamuoyu önünde IŞİD’i yenilgiye uğratmasının sağladığı askeri prestijin politik kazanımlara dönüştürülmesi ABD ve AB için oldukça önemlidir. Bu nedenle Trump’ın çekilme kararının pratik olarak işlemeyeceğini ve ABD’nin bölgesel stratejisi bakımından pek uygun olmayacağını belirtmiştim. Gelinen noktada Pentagon bütünüyle çekilmeyeceğini ilan etti. İngiltere, Fransa, Almanya ve hatta bazı Arap devletlerini sürece katarak QSD’nin kontrolünde olan bölgelere yerleştirileceği açıklandı.
Daha hiçbir tartışma yokken QSD’nin kontrolünde olan alanlarda ABD’nin inisiyatifinde tampon bölge veya uçuşa yasak bölgenin kurulma olasılığının yüksek olduğunu ve bu tampon bölgede Türkiye’ye yer verilmeyeceğini belirtmiştim. Gelinen aşamada Türkiye’nin içinde yer almadığı Kobanê’den Kamışlı’ya kadarki bölgede yaklaşık 5 km derinliğinde ABD ve AB askeri güçlerinden oluşacak bir güvenli bölge oluşturulması kararı alındı. Uygulanması ise bütünüyle bölgesel gelişmelere bağlı olarak şekillenecektir.
ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Dunford ve Rus Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov, 4 Mart 2018 tarihinde Viyana’da bir araya geldiler. Gündemdeki konuların başında Suriye’nin askeri ve politik geleceği vardı. Öyle anlaşılıyor ki, Rusya ve ABD, Suriye’nin askeri geleceğinin nasıl şekillenmesi gerektiği konusunda hem fikir oldular. Suriye’deki askeri dengelere bakıldığında ortak hareket etmek için bir anlayış birliğine varmaları gayet doğaldır. Bunun bir başka anlamı ABD ve Rusya, Suriye’de politik sorunlar üzeninde tam bir anlaşma sağlanana kadar daha uzun süre burada kalacaklardır. Washington ve Moskova merkezli stratejik araştırma kuruluşlarının yaptığı değerlendirmeye bakıldığında şu görülmektedir: ABD-Rusya ikilisi, IŞİD ve Heyet-i Tahrir’uş Şam’ın yenilgisinin ilanından sonra Suriye’nin geleceğini belirleyen politik yol haritasın üzerinde anlaştılar. Birbirlerinin askeri sahalarına müdahale etmeden, Suriye’nin politik geleceğinde PYD/YPG merkezli QSD ile Esad yönetimi arasındaki dengenin kurulması konusunda uzlaştıkları görülüyor. Birleşmiş Milletler’in Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in son açıklamalarında Suriye’nin geleceğinde QSD’nin önemli bir aktör haline geldiğini belirtmesini ABD-Rusya anlaşmasının bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir.
İsrail için sorun Esad’ın iktidarda kalıp kalmamasını aşmış durumda. Tel Aviv için en önemli sorun Tahran’dır. Suriye savaşında aktif olan güç İran’dır ve ciddi bir bedel ödediler. Esad’ın ayakta kalmasını sağlayan sadece Rusya olmayıp aynı zamanda İran’ın vermiş olduğu muazzam askeri ve ekonomik destektir. İsrail, İran’ın Suriye’de jeopolitik bir güç olarak bulunmasını ve Akdeniz havzasına komşu olmasını kendi askeri ve politik güvenliği için ciddi bir tehlike olarak görüyor. Bunun için İran’ın Suriye’de askeri bir güç olarak bulunmasına kesinlikle karşı ve İran askeri güçlerine yönelik hava operasyonları yapıyor. Hava operasyonlarının karşılığı ise Moskova’dan geliyor. Böylesi bir durum İsrail için bir risk oluşturmakta ve yapılan kapsamlı saldırıların önemli bir kısmı etkisizleştirildi. Bu nedenle Rus uçağını düşüren Tel Aviv, Moskova ile barışmak için çok çaba sarf etti ve Başbakan Netanyahu, Putin’i ziyaret ederek hem özrünü iletti hem de İran konusunda bir anlaşmaya vardı. İran’ın sınırlandırılmasına karşılık hem hava operasyonlarına son verilecek hem de Esad yönetimi aşamalı olarak tanınacaktır. Rusya, Suriye’deki stratejik çıkarları kadar bölgesel denklemdeki etki alanını pekiştirmek için İran’ın hakimiyetini sınırlama yönünde bazı adımlar atmaya başladı. Trump’ın Suriye toprağı olan ancak İsrail tarafından işgal edilen Golan Tepeleri’nin İsrail toprağı olarak görülmesine ilişkin bir kararnameyi imzalaması da esasen İran’ın Suriye’de artan gücüne yönelik bir cevap olarak değerlendirilmelidir.
İran, gelişmelerin farkındadır. Putin-Netanyahu görüşmesine Esad’ı Tahran’a davet ederek cevap verdi. Esad hem dini lider Hamaney hem de Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüştü. Böylelikle Esad da Tahran’ın devre dışı bırakılmasına karşı olduğu mesajını vermiş oldu. Ayrıca İran-Irak-Suriye genelkurmay başkanlarının Şam’da gerçekleştirdikleri üçlü zirve başta Rusya-ABD olmak üzere bölge ülkelerine verilmiş önemli bir mesaj olarak algılandı. İran’ın Irak ve Suriye’deki etki alanını kolay kolay terk etmeyeceğine dair askeri ve politik hamleler olarak değerlendirebiliriz.
QSD, IŞİD’e karşı verdiği savaşın zaferini ilan etmesinden sonra uluslararası alanda önemli bir prestij kazandı. Bu askeri başarının politik arka planı oldukça önemlidir. Önümüzdeki süreçte ABD ve AB’nin aktif desteği ve hatta Rusya’nın onayıyla politik görüşmelerin merkezine oturacak olan QSD’nin kontrolü altındaki alanların statüsü netleşecek. Aslında ABD-Rusya arasında yapılan görüşmelerde, bu bölgenin “özerk” veya “federasyon” biçiminde bir statüye kavuşturulması artık netleşmiş bulunuyor. Bunun Esad yönetimiyle yapılacak görüşmelere paralel olarak özellikle Birleşmiş Milletler gözetiminde hazırlanacak olan Anayasa taslağında netleştirilmesi bekleniyor.
Demokratik Suriye Güçleri’nin, IŞİD’e karşı zafer ilanından sonra hareket halindeki askeri güçlerinin bir kısmını önümüzdeki süreçte, ABD ve Rusya’nın nispi onayını alarak Afrin-El Bab hattına yönlendirmesi ve buralarda yeni bir operasyon başlatması sürpriz olmaz. Rusya’nın hava sahasını açmaması, ABD’nin QSD’ye vermiş olduğu ağır silahları kullanmasına dolaylı onay vermesi durumunda, QSD’nin bu hatta yeni bir operasyona yönelmesi özellikle Türkiye için önemli sorunlar oluşturacaktır. Rusya, bu bölgelerin Esad yönetimine teslim edilmesi için ABD ise S-400’ler için Ankara’ya sessizce şantaj yapabilirler.
31 Mart 2019 yerel seçimlerine kilitlenmiş bir iktidarın Suriye’de artık denklemin hiçbir yerinde olmadığını görse de yapacak bir hamlesinin kalmadığını görüyor. “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyen cumhurbaşkanı, Suriye’deki gelişmelerin çok daha ciddi sorunlarla karşılaşacağını görmezlikten geliyor. İdlip savaşında 25 bine yakın Heyet-i Tahrir’uş Şam üyesinin Hatay’a yönelmelerinin ve “ÖSO” olarak gösterilen diğer radikal İslamcı militanların yeniden Kilis’e yönelmelerinin askeri-politik risklerinin sonucunu hesaplamamanın bedeli de çok ağır olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.