Rakı benim ilk göz ağrım. “Büyüklerimiz” acele etse de denizi getirse Ankara’ya. Ben özledim Kordon’da tekle, duble arası bu nevi şahsına münhasır içeceği denize bakarak içmeyi Şarabı severim… Ama rakı ilk göz ağrım. Bu topraklarda akla ilk gelen, meclisinde yazılı olmayan kuralları belirlenmiş; meyhanelerde “Rakı şişesinde balık” olan, çok dinli, dilli, kültürlü; “erkek”; sert, esaslı, […]
Rakı benim ilk göz ağrım. “Büyüklerimiz” acele etse de denizi getirse Ankara’ya. Ben özledim Kordon’da tekle, duble arası bu nevi şahsına münhasır içeceği denize bakarak içmeyi
Şarabı severim… Ama rakı ilk göz ağrım.
Bu topraklarda akla ilk gelen, meclisinde yazılı olmayan kuralları belirlenmiş; meyhanelerde “Rakı şişesinde balık” olan, çok dinli, dilli, kültürlü; “erkek”; sert, esaslı, içine su katıldığında ağaran, anasonlu, adabı olan tek içki. Şimdilerde “biri” sahip çıkarken şaraba; ben de iş edindim “kadınca”, “haddimi aşmacasına”, “itaat etmemecesine” sahiplenmeye.
Gavur İzmirlilik tuttu yine… Yanlış anlaşılmasın iddialı değilim, fabrika kurmak, ülke ekonomisine katkıda bulunmak gibi “küçücük” yalanlara… Onlar “büyüklerimizin” işi…
Bir ara küstüm rakıya. Onun haberi bile olmadı. Olmamasına da küstüm. Huysuzluk işte. Galiba içtiğim tuzlu deniz sularından olsa gerek. İzmir susuzdu bir zamanlar… İyi ki “büyüklerimiz” ve “küçücük ” yalanları var da rakımı tuzlu deniz suyuyla içmek zorunda kalmadım. Küslük zor, yeni kavuştum bırakmam bir daha…
İzmir demişken siz buralarda “büyüklerimizin” kentinde baharı beklerken erken yakaladım ben onu. 29 Bahar Yılı geçmiş doğduğum kentin papatyalarına dokunmayalı. Şanslıyım. Ne de olsa martın sonu bahar…
Papatya bahar kokar. Çocukken başınızda taşıdığınız dünyanız; sonra da ilk aşkınız olur yapraklarında.
Vazgeçmeden, “Seviyor” diyebilmenin ölümsüzlüğünü aradığınız…
Hep aşkta durmalıydı çağımız
Sevdayı mısra mısra değil
Ömrümle yaşamalıydım.
Demiş Turgut Uyar…
Yaşayacağım…
Başladım hadsizliğe yine…
Ömrümle, ömrümce yaşayacağım demek bana mı düşer… “Kutsal anneliğim” dururken, bir de yalnız bir anne iken. İtaat etmeyi öğrenemedim bir türlü. Hele de babaya, kocaya, devlete, düzene, düzensizliğe…
Suç masallarda…
Onlardı beni ilklerimle büyürken yoldan çıkaran. Yoktu o masallarda küçük yaşta evlendirilen kız çocukları. Günah diye başı kapatılan, itaat eden, yasaklarla dolu hayatı olan kadınlar. Dövülmüyor, öldürülmüyorlardı. Özgürlük sadece erkeklerin taşıdığı çok güzel dikilen bir bayram elbisesi değildi. Sevmeyi, sahici sevmeyi; aşkına, sevdasına, sahip çıkmayı bilen cesaretli insanların dünyası…
Suçlu babaaanem ve masalları…
Hep “Süslüydü.” Kırmızı ruju, inci kolyesi … Nadir de olsa bi kadehcik rakısı… Udunu çalmaya başladı mı susar, başka bir dünyada yer arardım kendime.
“Kimseye etmem şikâyet
Ağlarım ben hâlime.
Titrerim mücrim gibi
Baktıkça istikbalime”
O yaşlarda anlayamazdım derdinin ne olduğunu ama üzüldüğünü hissederdim. Dedemi tanımadım ama aşıklarmış birbirlerine. Yani dert, aşk acısı değil.
Doğduğu toprakların özlemiyle hüzünlenen kadınla büyüdüm ben. Kimseyi yok saymadan, kimliğini merak etmeden, ötekiyi bilmeden. Hoşgörüyle, medeniyetlerin binbir rengiyle, renkliliğiyle…
Diğer süslü İzmirli kadınların torunlarına anlattığı masalları dinleyenler gibi. “Büyüklerimizin” gerçek sosyal demokrat, özgürlükçü partiyiz dediği, yaşattığı “küçücük” yalanları öğrenemedim o masallarda…
Şimdilerde yeni umutlar, başlangıçlar, vazgeçmemeler, aşkın kanununu yeniden yazmalar, kendin için kadın olma, isyan oldu papatyalar benim için. Bahar çarptı bana… İzmir’in baharı… Aşkla İzmir…
İlklerimin kenti, ilk aşkın, ilk öpücüğün…
İzin almayı unutmuş annem. Uzaklaşıvermiş birkaç günlüğüne de olsa beni doğurmak için İzmir’ in yakıncak bir ilçesine. O yüzdendir nereye gidersem gideyim hatırlatır bana kendini, çağırır bu kent. Unuttuğum, unutturulmaya zorlandığım zamanlar, “Sen bir İzmirlisin” diye kulağıma fısıldar sıcak bir dost sesi ya da firiltisi, kokusu, rengi, dansı, ezgisi…
İzmir güzellemesi değil derdim aslında. Ya da kök, vatan, millet, her neyse onlardan hiçbirisi.
Büyük bir köydür aslında İzmir. Karışık ve daracık sokakları, bir türlü bitmeyen yol inşaatları, kendisine yakışmayan nefes alamayacak kadar dip dibe evleri ve kocaman balkonlarıyla…
Ama bir yandan da İzmirlilik bir yaşam biçimidir. Rahatlıkla adres sorabildiğiniz, sokaklarında hiç tanımadığınız insanlara gülümseyerek merhaba demeye çekinmediğiniz. Mutlu insanlar, mutlu kadınların kentidir de aslında.
Sokaklarında süslü kadınların gezdiği, kahkaha atabildiği, istediğini giyebilme özgürlüğünü yaşadığı kent. Yaşamaya başladığın an nereli olduğunu unutturan, taktığı kırmızı güllerle saçlarını İmbat’la savurma cesareti olan asi kadınların kenti… Mutsuzluğu, yoksulluğu işsizliği, kocayı, çocuğu, düzeni, düzensizliği, yasaları, yasakları evde bırakarak kısa bir anlığına da olsa sokağa çıkıp, gülümseyen; özgürleşen kadınların kenti. Hangi sokağına gidersen git kadın olmaktan kaygılanmadığın şehir. Seçilen başkanıyla, partisiyle değil; haklılığını, özgürlüğünü, isyanını kendine özgü dansıyla, sesiyle, kokusuyla, rengiyle sahip çıkan kadınların şehri… Kadın şehri değil…
O yüzden takıklar bu kente. Bir de rant meseleleri var galiba… Ama “büyüklerimiz” talipler ona. İzmir endişe hissediyorsa; nerede, hangi hayat tarzı ya da inançla, özgürlükle ilgili negatif bir yaklaşım varsa ciddiye almak lazım gelir diye “küçücük” yalanları savuruyorlar.
Çok şanslıyız. İzmir ‘e özgürlük, İstanbul’a da kadına itaati düşürüyor metrekaresine bu kentlerin “büyüklerimiz.” Ankara’da da düşünmedeler. Kolay değil işleri…
Nasıl başlamıştık?
Rakı benim ilk göz ağrım. “Büyüklerimiz” acele etse de denizi getirse Ankara’ya. Ben özledim Kordon’da tekle, duble arası bu nevi şahsına münhasır içeceği denize bakarak içmeyi. Her ne kadar erkekler zimmetinde olduğunu düşünse de kusura kalmasın kimse…
Bu hafta içeceğim, özledim kendisini. Kadehimi de önce babaanneme, sonra da itaat etmeyenlere, asilere, gülmek devrimci bir eylemdir diyenlere, kutsal olmayan her şeye, isyana…
Bir de…
Aşka kaldıracağım…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.