Belki de artık “duygusal işleri” doğuştan gelen bir yetenek olarak görenlere gerçekleri gösterme, yapmamızı bekledikleri “duygusal işlere” biraz ara vermenin vakti gelmiştir
Belki de artık “duygusal işleri” doğuştan gelen bir yetenek olarak görenlere gerçekleri gösterme, yapmamızı bekledikleri “duygusal işlere” biraz ara vermenin vakti gelmiştir
“Eski kocamın annesi ölümden önceki üç ayı bizim evde geçirdi. Karaciğer kanseriydi. Zamanla rengi koyulaştı, çok zayıfladı, uygulanan ilaç tedavisinden saçları, kaşları, kirpikleri döküldü. Günler geçtikçe bizim eve gelip giden erkek nüfusunda da bir azalma oldu. Ağabeylerim de uğramaz olmuştu. Bir gün dayım haber göndermiş; ‘… Hanımı o halde görmeye dayanamayacağım için gelmiyorum’ diye… Çok daha derinlerde kök salmış bir şeyler var. Kadınlarla erkekler arasında acıyı taşımaya ilişkin bir iş bölümü var…”
Gülnur Acar-Savran’ın “Beden Emek Tarih” kitabında bahsettiği gibi çok daha derinlerde kök salmış bir şeyler var. Acıyı taşımaya, duyguları kontrol etmeye, anlayış göstermeye, insani ilişkileri düzenlemeye, gülümsemeye, idare etmeye, mutluluğu sağlamaya ilişkin cinsiyetçi bir işbölümü var.
“Çocukların okul alışverişlerini yapma zamanı geldi, babanı arasan iyi olacak”, “Toplantı için gelecek katılımcılara ikramlar hazırlandı mı?”, “Arkadaşınla konuşurken hassasiyeti olan konuyu unutma, biliyorsun çok önem veriyor?”, “Kitapların bıraktığın yerde”, “Doğalgaz faturasını ödemeliyiz…”
Bu cümleler tanıdık geliyor değil mi? İşte, okulda, evde, bulunduğumuz her alanda kadın olduğumuz için sosyal ilişkileri kurmamız; düşünme ve planlama işlerini ayarlamamız; hoşgörülü, sabırlı olmamız bekleniyor. Gülnur Acar’ın kitabında yer verdiği örnek gibi hastalıktan ölüme tüm duygusal süreçleri kadınların organize etmesi ve bunlardan sorumlu olması beklenir, çünkü kadınlar bu alanda doğuştan yeteneklidir (!) “Neden bunu ben düşünmek zorundayım? Senin de çocukların, senin de ailen, sizin de patronunuz, iş yeriniz, iş arkadaşlarınız…” dediğimizde ise çok uzattığımız ya da abarttığımız düşünülür. İşin içinden çıkılamadığında ise “Kadınlar ince ayrıntıları düşünmekten hoşlanıyor. Her şeyi organize etmek tam da kadınlara göre” cevabıyla karşılaşıyoruz.
Bu cümlelerin içinde barındırdığı çelişkiler şu soruyu akla getiriyor: Ya kadınlar doğuştan gelen yetenekleri değil de toplumsal cinsiyetin üzerlerine yüklediği rolü gerçekleştiriyorsa? Sabır, empati, problem çözme, mutluluğu sağlama, dayanışma, bakım, duyguların sürekli ve yeniden idaresi ve düzenlenmesi görünmez- karşılıksız emeğin bir biçimiyse?
Emek sömürüsünün ve şiddetin görünmez pelerini
Duygusal emek özel alanda olduğu kadar kamusal alanda da kadınlara yükleniyor. Özellikle hizmet sektöründe işe alımların temel taşlarından biri olarak önümüze çıkıyor. Güler yüzlü olmak, müşterilerle ilgilenmek, iş arkadaşlarına karşı sabırlı olmak bir kriter haline getiriliyor. Bu özellikler “kadınsı/kadın işi – doğuştan gelen yetenek” olarak kabul edilince hem değersizleştiriliyor hem de harcanan emek görünmezleşiyor. Nurcan Özkaplan’ın belirttiği üzere toplumsal cinsiyetçi roller, beklentiler ve duygusal emek, kadın/erkek işi katmanlaşmasını ve ücret farkını yaratıyor.
Çocukların, babanın, kocanın/partnerin, iş arkadaşının sağlığını, mutluluğunu, sorumluluklarını düşünmek ya da duyguları idare etmek gibi kadınlara yüklenen, görünmeyen ve karşılıksız olan duygusal emek ne kadınların doğasıyla ilişkilidir ne de kadınsı yeteneklerle açıklanabilir. Bu ataerkil kapitalizmin kadına yüklediği duygusal iş yüküdür. Ev işleri ve bakım sorumluluğu, yeniden üretimin gerçekleşebilmesi için kadınlara nasıl yüklendiyse duygusal iş yükü de kadınların omuzlarına yığılıyor.
Aynı zamanda babanın, kardeşin, kocanın, patronun, sermayenin kendini yeninden üretmesi için de alan yaratıyor. Görünmeyen, ölçülemeyen duyguların yönetimi, ilişkilerin sağlanması görevini yerine getirme işi olarak temellendirebileceğimiz duygusal emeğin kadına yüklenmesi kadınları aynı zamanda çeşitli şiddet biçimleriyle de karşı karşıya bırakıyor. Kadınlar sistematik olarak baskı, manipülasyon ve mobbing yaşıyor. Her şeyi düşünme, müşteriye sürekli gülme, ev içindeki kişilere -çocuklara, babaya, kocaya- yetişememe/yetememe, olumsuz olaylardan kendini sorumlu tutma kadının kendine ve emeğine yabancılaşmasına, psikolojik olarak yıpranmasına, özgüvenini yitirmesine sebep olabiliyor.
Bırakalım patriyarka “ince ayrıntılarda” boğulsun
Kadın emeği tüm toplumsal-ekonomik yaşamın yeniden inşasında önemli rol oynuyor. O halde duygusal emeği mücadelemizin gündemine almak için kadından kadına emeğimizi savunma çağrısını yükseltelim. Belki de artık “duygusal işleri” doğuştan gelen bir yetenek olarak görenlere gerçekleri gösterme, yapmamızı bekledikleri “duygusal işlere” biraz ara vermenin vakti gelmiştir. Kıymeti bilinmediğinde faturaların takibini yapmayı ve akşam yemekte ne pişeceğini düşünmeyi bırakmanın, mobbinge uğradığında işi yavaşlatmanın tam sırasıdır artık.
Çorbanın tuzunu içen katsın. Herkes kendi sosyal ilişkisinin derdine düşsün. Müşteri memnuniyetini patron düşünsün. Çorabını bulamayan da sinyal verici taksın. Duygusal emeğin sorumluluğunu sahiplerine bırakıyor, uluslararası kadın grevine ses veriyoruz; 8 Mart’ta sokağa çıkıp, patronundan kocasına, biz durursak hayatın duracağını gösteriyoruz.
Kaynaklar:
Acar-Savran, (2004), Beden Emek Tarih, 81.
Öz kaplan, Nurcan, Çalışma ve Toplum Dergisi
(2009), Duygusal Emek, Kadın İşi/Erkek İş
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.