İşçi sınıfının tüm siyasal temsil mekanizmalarının dışında bırakıldığı bir momentte mevcut araçlar işçiler açısından kazanım elde etmeyi sağlayacak bir muhatap olarak da görülmüyor
İşçi sınıfının tüm siyasal temsil mekanizmalarının dışında bırakıldığı bir momentte mevcut araçlar işçiler açısından kazanım elde etmeyi sağlayacak bir muhatap olarak da görülmüyor; bu aşamada işçiler artık pazarlık masasına yegâne enstrümanlarını, bedenlerini koyuyorlar
“[Bir çelişkinin] çöküşünün iki farklı anlamı vardır. (…) Kutupların çökmesiyle de çökebilir, yani bütün yapı (barbarca tarzda) ‘ölebilir’. Ya da yeni bir diyalektik bütün oluşacak şekilde (devrimci tarzda) bir dolayımın devreye girmesiyle temeline geri dönebilir.”[1]
Bu yazının ilk versiyonu Aralık 2018’de ortaya çıkmış ancak çeşitli nedenlerle tamamlanamamıştı. Korkut Boratav Hoca’nın BirGün Pazar’da yayımlanan Toplumsal çöküntüye karşı dayanışma ağları kurulmalı başlıklı söyleşisi bu yazıda ele alınan tartışmaya yeniden dönmenin bir ihtiyaç olduğunu hatırlattı. Dolayısıyla yazıdaki unsurların büyük bölümünün Aralık 2018’e ait olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. İlgili röportajda Korkut Hoca öncelikle “seçim sonrasında zincirleme bir iflas dalgası gündemdedir” öngörüsünde bulunduktan sonra aşağıdaki ifadelere başvuruyor:
“Kriz ortamının emekçi sınıflara işsizlik, işten çıkarmalar, ücretlerin erimesi, ödenmemesi, yoksullaşma, köylülüğün borçları, üretimden kopması biçimlerinde yansıdığı ve yansıyacağı ortada. Daha kalıcı etki, bu yansımanın halkımızın saflarında kalıcı çöküntüler yaratma olasılığıdır. Toplumsal bunalım, emekçileri dayanışmaya da yönlendirebilir; ‘gemisini kurtaran kaptan’ perspektifi içinde komşusunu rakip gören; güç odaklarına, patrona sığınan tepki biçimlerine de.”
Benzer öngörüler çok da yeni sayılmaz, belli bakımlardan da zaten “görünen köy kılavuz istemez” durumu söz konusu. Yine de oldukça açıklayıcı toplumsal bunalımın -bazı örnekler dışında- yukarıda ifade edilen ikinci tür kötücül sonuçları arasında sayılabilecek başka bir form üzerine düşünmek bazı politik sonuçlar itibariyle anlamlı olabilir. Bu yazıda özellikle Eylül 2018’den sonra krizin şiddetlenmesiyle işçilerin ve işsizlerin haklarını alabilmek için kamusal alanda gerçekleştirdikleri intihar girişimleri, bu kapsam içerisinde ele alınacaktır.
Genel anlamda kriz koşulları yeni eylem biçimlerini beraberinde getiriyor ve biri diğerine ilham verecek biçimde yayılıyor. Örneğin, 2008 krizini izleyen dönemde işgal, grev ve başka konvansiyonel biçimlerde ilerleyen direnişlerin yanında Entes, DESA, MEHA, BETESAN ve Paşabahçe gibi örneklerde dönemin sınıf mücadelesinin simge direnişçilerini öne çıkaran bireysel direniş biçimleri ortaya çıkmıştı. Kuşkusuz bu direniş biçimleri; direnişi ortaya çıkaran nedenlere, üzerinde yükseldiği toprağın yarattığı olanaklara ve çevreleyen koşullarda direnişin hangi araçlarla kazanım sağlayabileceği gibi faktörlere göbekten bağlı. Buna değerlendirmede döneceğiz.
Bu meyanda, içinden geçmekte olduğumuz süreç de kendi koşullarına göre çeşitli eylem biçimlerini öne çıkartıyor. İşçiler yaşadıkları sorunların çözümü için çeşitli araçlara başvuruyor, Real Market işçileri yürüyüşler, basın açıklamaları, kasa kilitleme eylemleri, mağaza önü eylemleri, işyeri işgali gibi bir dizi farklı araçla 20 aydır direniyor[2]. Cargill ve Flormar işçilerinin direnişleri neredeyse bir yılı dolduracak. Başkaca örnekler de eklenebilir[3]. Öte yandan özellikle 5 Ekim’de Hattat Holding’e bağlı Amasra’daki maden işletmesinde iki işçinin işe iade ve hak edişlerinin ödenmesi talebiyle kule vincine çıkarak yaptıkları eylem, başka bir eylem biçimi üretti. Başta inşaat olmak üzere çok sayıda güvencesiz sektörde işçiler ödemelerini alabilmek, iş bulabilmek, kazanılmış haklarına sahip çıkabilmek için intihar girişiminde bulundu. Bunu elbette bir eylem biçimi olarak adlandırmanın birtakım sorunlarının olabileceği açık; zira durum salt “performatif ögeler” açısından ele alınamayacak kadar vahim ve trajik.
Sık sık vurgulandığı üzere uzun çalışma saatleri, ağır iş yükü, yoğun stres gibi nedenlerle çalışmaya bağlı işyeri intiharlarıyla (Karojizatsu) işçilerin geçim sıkıntısı, borçluluk, işsizlik gibi nedenlerle intihar etmesi arasında bir ayrım yapılıyor[4]. Zira intihar ekonomik ve politik etkenlerin yanı sıra psikolojik, toplumsal ve kültürel bir dizi başka etkenle doğrudan doğruya ilişkili oldukça ciddi bir mesele. İntihar mefhumu, özellikle Eylül ayında İsmail Devrim’in intihar etmesinin ardından kamuoyunda yaygın bir biçimde tartışılmaya başladı[5]. Takip eden aylarda oldukça sarsıcı başka intihar olayları da yaşandı. Kriz dönemlerinde de bu vakaların ciddi bir artış gösterdiği açık; 2013’te 15 olan işçi intiharlarının sayısı 2017’de 89’u buldu[6]. Bu yazıda dile getirilmesi murat edilen, daha ziyade ikinci kategori, Murat Çakır’ın ifadesiyle “bir pazarlık ve direniş” ögesinin söz konusu olduğu durum. Bu pazarlık ve direniş en çıplak halini, belki de kamusal alanda tezahür eden intihar girişimlerinde alıyor.
2018’in Eylül ayından bu yana basına yansıyan çeşitli örnekler şöyle:
Eylül: 6 Eylül’de Kocaeli’nin Derince ilçesinde bir süredir işsiz olduğu öğrenilen S.A., Derince Kaymakamlığı’na gelerek, iş ve yardım istedi. S.A. kaymakamlık binasının 5’inci katındaki pencereye çıkıp intihar girişiminde bulundu. S.A., “Bana iş vermiyorlar. Kimse bana yardımcı olmuyor” diye bağırdı (Kaynak: BirGün).
Ekim: 5 Ekim; Hattat Holding, Amasra’da 209 maden işçisini işten çıkardı. Hak edişlerinin ve iki aylık maaşlarının ödenmediğini söyleyen işçiler Bülent Çevik ile Serdar Aslan, “işe iade” talebiyle Hattat Holding’in kule vincin üzerine çıktı. İntihar girişiminde bulunan işçiler, işe iade taleplerinin kabul edilmemesi durumunda vinçten aşağı atlayacaklarını açıkladı (Kaynak: BirGün ve BirGün). Eylem 5. günün sonunda kazanımla sonuçlandı (Kaynak: soL). 13 Ekim’de İzmir’in Karabağlar İlçesinde bulunan Yenitepe Şantiyesi işçi kampında Kurban Bayramı’ndan bu yana 2500 işçinin işten çıkarıldığı ve ücretlerini alamadıkları ifade edildi. Aynı işyerinde Erkan isimli bir inşaat işçisi, bir gün önce intihar girişiminde bulundu. Vinç demirlerine çıkarak ücretinin ödenmesini isteyen işçi, üç saat sonra polislerin müdahalesiyle aşağıya indirildi (Kaynak: Evrensel). Kocaeli’de 11 Ekim’de önce İzmit Belediyesi’nin çatısına çıkarak intihar girişiminde bulunan İlhan T, 12 Ekim’de de bir inşaatın tepesine çıktı. Çalıştığı inşaattan alacağı parayı bir türlü almayan işçi yarım saat çatıda kaldıktan sonra, ikna edilerek aşağı indirildi (Kaynak: Evrensel). Yine Kocaeli Başiskele’de İl Emniyet Müdürlüğü’ne ait yeni binanın inşaatında çalışan işçiler, paralarını almadıkları için 13 Ekim’de vince çıktı. İddialara göre inşaatta taşeron firmaya bağlı 15 işçi, 29 Eylül günü işveren tarafından işten çıkartıldı. O günden bu yana alacaklarını alamayan işçilerden İsa E, Hikmet F, İbrahim Z, Tahsin E, Recai O, Hasan Ç, isimli işçiler inşaat alanındaki bir vince çıkarak intihar girişiminde bulundu (Kaynak: Evrensel). 17 Ekim’de Hattat Holding’e bağlı maden tesisinde Denfa taşeron firmasında çalışan başka iki işçi daha kuleye çıkarak bir eylem yaptı. Bu eylemin ciddi bir eylem olduğunu ve sonunun ölümle bitebileceğini belirten işçilerden biri kendisi ölmeden eşi ve çocuğuna yardım gelmeyeceğini söyledi:
“Şu bir gerçek; ben ölürsem devlet eşime çocuğuma sahip çıkar, benim yaşamam suç. Çünkü ben ölürsem onları emekli yapacak. Benim yaşamam suç mu ya, böyle mi sahip çıkacaksın benim eşime çocuğuma! Bu iş bir ölümle bitecek. Bir ölüm olursa taşlar yerine oturacak bunlar bunu istiyor. Bir kişi hayatını kaybederse iş rayına oturacak.” (Kaynak: BirGün)
İşçilerden biri eylemin dördüncü gününde hastaneye kaldırılırken diğer işçi de dokuzuncu gününde şiddetli rüzgâr ve yağış nedeniyle kule üzerinde baygınlık geçiren diğer işçi hastaneye kaldırıldı. Bütün bunlara rağmen işçiler direnişi kazanımla noktaladı (Kaynak: Cumhuriyet). 19 Ekim’de Gaziantep Halk Sağlığı Müdürlüğü’nde görevli iken 2 yıl önce işte çıkartılan ve işine geri dönmek isteyen bir kişi 6 katlı iş merkezinin çatısına çıkarak tabancayla ateş açtı. Daha sonra görüşmeler sonucunda ikna edildi (Kaynak: Gaziantep Güneş).
Kasım: 3 Kasım’da Trabzon’da bir elektrik firmasında çalışan A.Ş. adlı isçi maaşının ödenmemesi nedeniyle kendini yakmaya çalıştı (Kaynak: DİSK-AR Krizde Emeğin Durumu Raporu). 6 Kasım’da Ankara Söğütözü Mahallesi Anadolu Bulvarı’nda, yeni biten bir rezidansın yapımında çalışan 3 inşaat işçisi, 5 aydır maaşlarını alamadığını öne sürüp, binanın 13’üncü katına çıktı. Mağdur olduklarını belirten M.Ç. ve soyadları öğrenilemeyen Levent ve Yunus adlı işçiler, paralarını alana kadar inmeyeceklerini söyledi (Kaynak: Hürriyet). 14 Kasım’da D.Y. isimli yurttaş 20 gündür AKP Ağrı Vekili Ekrem Çelebi ile görüşmek istemesine rağmen bu talebin reddedilmesi sonrası Meclis terasına çıktı. İntihar girişiminin gerekçesinin ‘iş talebi’ olduğu öğrenildi (Kaynak: BirGün ve BirGün). 25 Kasım’da Üsküdar’da bir okulun şantiyesinde bulunan bir vince çıkan kişi intihar girişiminde bulundu. Parasını alamadığı için intihar girişiminde bulunan işçi bir saat süren ikna çalışmaları sonucu indirildi (Kaynak: BirGün). 28 Kasım’da Adana’da çocuğunun okulundan istenen 55 lirayı ödeyemediği iddia edilen 33 yaşındaki Emrah E., eski baraj kapaklarına çıkarak, intihara kalkıştı. Emrah E., polisin ikna çabaları sonucu eyleminden vazgeçti (Kaynak: BirGün).
Aralık: 6 Aralık’ta İzmit’te akşam saatlerinde iş bulamadığını iddia eden bir şahıs, şehir merkezindeki en işlek caddede bulunan yön tabelasına çıkarak intihar girişiminde bulundu. Edinilen bilgiye göre Hasan İnan adlı şahıs, Siirt’ten İzmit’e geldiğini ancak iş bulamadığını, 8 çocuğuna bakamadığı için çaresiz kaldığını söyleyerek intihar etmek istedi (Kaynak: BirGün). Yine 6 Aralık’ta Denizli’de üç aydır maaşlarını alamayan bir grup inşaat işçisi, 18 katlı binanın çatısına ve 50 metre yükseklikteki vince çıkarak intihara kalkıştı. Eylem yapan işçileri polisler ikna ederek, aşağı indirdi (Kaynak: Diken). 11 Aralık’ta Başbakanlık Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) Mamak 2’nci etap binaları şantiyesinde çalışan işçiler, 2 yıldır alamadıkları ücretleri için 22 Kasım’dan bu yana nöbet eylemi yapıyordu. Akşam saatlerinde çadır kurmak için şantiye önüne giden inşaat işçileri ve TOKİ İşçileriyle Dayanışma Komitesi üyelerine polis izin vermedi. İşçileri ablukaya alan polis, dağılmaları yönünde anons yaparken, işçiler ise çadır kurmakta ısrar etti. Polisin çadıra izin vermemesi üzerine inşaata çıkan 2 işçi sloganlar atarak, intihar edeceklerini söyledi. Haklarını talep eden 2 işçinin direnişi inşaat binası üzerinde devam ederken, diğer işçiler de polis ablukasında oturma eylemi başlattı (Kaynak: Mezopotamya Ajansı). 12 Aralık’ta İzmir’in Torbalı ilçesindeki belediye hizmet binası inşaatında çalışan 200 işçi, 70 gündür paralarını alamayınca işçilerden 5’i yapımı süren binanın 4’üncü katındaki balkona çıkarak, intihar girişiminde bulundu. İşçiler, bağlı oldukları taşeron firma paralarını hesaplarına yatırınca eylemlerine son verdi (Kaynak: Evrensel). 18 Aralık’ta Bursa’da üç bin lira borcu olduğu ve bazı ilaçlarını alamadığı öğrenilen simitçi, cenaze namazı sırasında kaymakamlık binasının çatısına çıkarak intihara kalkıştı (Kaynak: Haberin Adresi). Yine aynı gün Eskişehir’de inşat halindeki 6 katlı binanın çatısına çıkan 20 yaşındaki simit satıcısı Ramazan G., “İki bin lira borcum var” diyerek, intihara kalkıştı. Ramazan G., polislerin yakındaki bir banka şubesinden aldıkları parayı göstermesi üzerine intihardan vazgeçti. İndikten sonra para kendisine verilmeyen simitçi, kelepçelenerek, emniyete götürüldü (Kaynak: HaberTürk). 19 Aralık’ta Zonguldak’ta borçları nedeniyle altı katlı iş hanının çatısına çıkan bir kişi ikna edilerek indirildi (Kaynak: Pusula). 21 Aralık’ta Zonguldak Valiliği’nden yardım talebine karşılık bulamayan bir kişi valilik binasında intihar girişiminde bulundu (Kaynak: Gündem67).
Ocak: 5 Ocak’ta Kahramanmaraş’ta bir seyyar satıcı, zabıtanın tezgahına müdahale etmesi üzerine üst geçidin çatısına çıkarak intihar girişiminde bulundu (Kaynak: Haber46). 7 Ocak’ta Suriyeli bir göçmen ekonomik sıkıntılar ve işsizlik nedeniyle bir binanın dördüncü katına çıkarak intihar girişiminde bulundu (Kaynak: Hakimiyet). 9 Ocak’ta Kayseri’de bir inşaat işçisi işsizlik ve borçlar nedeniyle bir binanın 6. katına çıkarak intihar girişiminde bulundu. İşçi “İşsizim, iş istiyorum. Halimizi görün artık!” diyerek durumunu dile getirdi (Kaynak: Evrensel). 23 Ocak’ta 3 yıldır işsiz olduğu ifade edilen bir kişi Kocaeli Büyükşehir Belediye Binasını kurşunladı, ardından da intihar girişiminde bulundu (Kaynak: BirGün). 28 Ocak’ta Alanya’da 29 yaşında bir kişi dört katlı bir binanın çatısına çıkarak intihar girişiminde bulundu, ikna edilen genç “Herkesten iş istedim, kimse vermedi ben de canıma kıymak için çatıya çıktım” dedi (Kaynak: Gerçek Alanya). Aynı gün Şanlıurfa’da da bir kişi maddi sıkıntılar nedeniyle bir binanın en üst katına çıkarak intihar girişiminde bulundu, daha sonra ikna edildi (Kaynak: Şanlıurfa Olay). 30 Ocak’ta Adana’da bir kişi ne iş olsa yapacağını ancak iş bulamadığını söyleyerek 12 katlı bir binanın çatısına çıktı, daha sonra ikna edildi (Kaynak: Adana Haber).
Şubat: 6 Şubat’ta Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde 23 yaşında bir genç ekonomik nedenlerle ailesiyle tartıştı ve intihar girişiminde bulundu, genç 2 saatin sonunda ikna edilebildi (Kaynak: Doğru Haber). 11 Şubat’ta Çanakkale Barbaros Mahallesi’nde bir cami tuvaletinin özelleştirilmesine bağlı alacakları nedeniyle camide çalışan Myanmar uyruklu bir kişi caminin çatısına çıkarak intihar girişiminde bulundu, uzun ikna çabalarının ardından vazgeçti (Kaynak: Çanakkale Olay). 15 Şubat’ta Bursa Gemlik’te belediye tarafından kendisine işe alınacağı sözü verilen bir kişi kendini yakarak intihar etmek istedi. “Ben namusumla çalışmak istedim, çocuklarıma ekmek götürmek tek terdim. Ancak belediye bana söz vermesine rağmen işe almadı. Ne yapayım, çalayım mı, hırsızlık mı yapayım, bunu mu istiyorlar benden” diyerek tepkisini dile getiren işçi polislerin müdahalesiyle engellendi (Kaynak: Evrensel). Yine 15 Şubat’ta İzmir’in Torbalı ilçesindeki, belediye hizmet binası inşaatında taşeron firmaya bağlı olarak çalışan ve 3 aydır yevmiyelerini alamayan 7 işçi, çatıya çıkarak intihar girişiminde bulundu. İşçiler arkadaşları tarafından aşağı inmeye ikna edildi (Kaynak: BirGün). 20 Şubat’ta Sarıyer’de bir vatandaş yardım talebiyle intihar girişiminde bulundu (Kaynak: NTV). 22 Şubat’ta Tekirdağ’da bir kişi işten çıkarıldığı ve eşi kendisin terk ettiği için üst geçide çıkarak intihara kalkışan kişi eşi ve polisler tarafından ikna edildi (Kaynak: Haberler).
Mart: 1 Mart’ta Kocaeli’nin Körfez ilçesinde borçları nedeniyle bir viyadüğe çıkarak intihara kalkışan bir vatandaş polisler tarafından ikna edildi (Kaynak: En Kocaeli)
Bu döküm oluşturulurken gazete haberlerine sadece ekonomik nedenlerle olduğu kesin olarak yansıyan olaylar seçildi. Burada yer alan olaylardan çok daha fazla sayıda neden belirtilmeyen olay dışarıda bırakıldı. Ayrıca “psikolojik sorunlar nedeniyle”, “ailevi sorunlar nedeniyle” gibi aslında maddi temeli olan ve burada tartışılan bağlamda ele alınabilecek ancak “başka dinamik”lerin de etkinlik gösterebildiği ‘gri alanlara’ girilmedi. Zira ana akım yayın organları, intihar girişimlerinin çok büyük bir bölümünün nedenini açıklarken kestirmeden “bunalıma girdiği öğrenilen” ifadelerine başvuruyor. Bu da bunalıma sürükleyen nedenlerin daha sarih anlaşılmasına engel oluyor. Medyanın ekonomi alanında olup bitenlerin üstünü örtme konusunda gösterdiği çaba göz önünde bulundurulursa burada da ekonomik kaynaklı nedenleri gizlemeye dair bir politika olup olmadığı sorusu kaçınılmaz biçimde akıllara geliyor. Nitekim bu dökümde yer alan örneklerde medya devlerinden çok yerel haber kaynakları önemli bir ağırlık oluşturuyor. Ayrıca ailevi nedenler olarak gösterilen sorunlar da ekonomik problemlere bağlı boşanma veya benzeri sorunlar biçimini alabiliyor. Örneğin yukarıda 22 Şubat’ta Tekirdağ’da gerçekleşen olay veya medyada illüzyonist Aref’in dolandırıldığı ve ailesinin geçimini sağlayamadığı için eşi tarafından terk edilen, bu yüzden de intihar girişiminde bulunan birini ikna etmesi biçiminde sunulan haberde bunun örneklerini gözlemlemek mümkün (Kaynak: Sabah). Esasen bu vakalar üzerinde de daha kapsamlı bir çalışmayla bu vakalardaki artışın ekonomik sorunlarla ve toplumsal çöküntüyle olan ilişkisini ampirik bulgular ışığında ayrıca çalışmak gerekiyor.
Başka bir yerde dikkat çekildiği üzere, “sermaye, neoliberal dönemde, emeğin 19. yüzyıldan beri verdiği mücadelelerle kazandığı hakları teker teker tasfiye ederken, 19. yüzyılın ‘toplumsal sorunu’nu geri çağırmış gibi görünüyor” [7]. Bu toplumsal sorunun nasıl idare edileceği hususu ise günümüz kapitalizminin en can alıcı sorunu. Trump, Bolsonaro, Sarı Yelekliler ve benzer fenomenlerde cisimleşen de esasen tam olarak bu. Örneğin 2018 yılının başlarında İtalya’da CasaPound isimli neo-faşist örgütlenmeyi konu alan bir videoda örgütlenme birimlerince oluşturulan bir hostel, tıp merkezi ve aşevi gösteriliyor. Söz konusu örgütün yaptığı faaliyetler arasında Afrikalı göçmenlere yönelik saldırılar düzenlemek, göçmenlere sağlık hizmeti veren hastaneleri işgal etmek, denize giren göçmenleri gruplar halinde devriye yaparak sahilden uzaklaştırmak gibi etkinlikler bulunuyor. Bu gibi saldırgan eylemlerin yanında örgüt “İtalyanlara” yukarıda anılan sosyal hizmetleri de sağlıyor. Daha da çarpıcı olan kısım tıp merkezinde görevli olan faşist kardiyolog Roberto Maggi’nin “Komünist Parti’nin yapmayı bıraktığı şeyi yapıyoruz, şehrin yoksul mahallelerinde artık Komünist Parti yok ancak CasaPound orada ve insanlara yardım ediyor”[8] sözleri. Başka bir deyişle bugün tüm siyasal çizgiler açısından siyasal stratejinin temelini, oluşan ekonomik-politik öfke ve çaresizliğin hangi biçim ve araçlarla kompanse edileceği oluşturuyor. Nitekim yakın zaman önce Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Performans Programı’nda 2019 yılı stratejik amaçları kapsamında “kentte sosyal patlamayı önlemek amacıyla her türlü sosyal yardım ve sosyal projeleri hayata geçirme” hedefine de yer verildi[9].
Bu veriler ışığında yukarıda dökümü verilen eylemleri tam da bu öfke ve çaresizliğin ete kemiğe bürünmüş biçimi olarak değerlendirmek mümkün. İşçi sınıfının uzun mücadelelere dayanan kazanımları bir bir tasfiye ediliyor. Mevcut araçlar hukuken veya kâğıt üzerinde var olsa bile OHAL sürecinde kötürüm bırakılmasının ardından artık işçilerin taleplerinin karşılanması noktasında fiili bir fonksiyon üretemiyor. İşçiler çoğu kez hukuki bir destekten yoksun, bulsalar bile salt hukuki mücadeleyle kısa sürede sonuç alma ihtimaline bel bağlamak gerçekçi değil. Zaten tasfiye ediliyor denen şey tam da uzun yıllar boyunca verilen mücadelelerle elde edilen hakların form kazandığı yasal çerçevenin kendisi. 12 Eylül’ün vurduğu tırpanın ardından son derece kısıtlı bir hal alan bu çerçeve daha da daraltılıyor. Dolayısıyla, işçi sınıfının tüm siyasal temsil mekanizmalarının dışında bırakıldığı bir momentte mevcut araçlar işçiler açısından kazanım elde etmeyi sağlayacak bir muhatap olarak da görülmüyor; bu aşamada işçiler artık pazarlık masasına yegâne enstrümanlarını, bedenlerini koyuyorlar[10]. Çünkü, geçirimsiz ve mutlak bir kontrol düzeni oluşturulmaya çalışılırken işçiler açısından geriye bedenleri dışında başka bir araç kalmıyor. 2008 krizi bireysel direniş biçimini üretmişken bugün bireysel intihar girişimlerine dayalı bir “direniş” biçimi açığa çıkıyor.
Öte yandan burada belirgin bir ayrım yapmak gerekiyor. Sınıf mücadeleleri tarihi, insanın kendi bedeninden başka kullanacak bir aracının kalmadığı durumlarda ortaya çıkmış çok sayıda direnişe sahne oldu. Yakın tarihte de gerek Türkiye’de gerek dünyanın başka yerlerinde bunun örnekleriyle karşılaştık, bir kısmı hala devam ediyor. Ancak yukarıda sıralanan örneklerin büyük kısmı -içinde öncü işçilerin bulunduğu politik bir karakter gösteren birkaç vaka dışında- siyasallaşmış ve örgütlü bir eylem biçimine karşılık gelmiyor. Bilakis tam da toplumsal alanın bir siyasal öncü ve onun bu problemlere siyasal bir çözüm üretmesini sağlayacak mücadele araçlarından ‘arındırılmış’ olmasının getirdiği boşluktan neşet ediyor. O yüzden de tırnak içinde bir “eylem biçimi”. Öyle olduğu oranda da bu aracın yukarıda ifade edilen biçimde kullanılışı girişte Korkut Hoca’nın krizin sonuçlarına ilişkin toplumsal çöküntü olarak adlandırdığı kategoride ele alınması daha uygun olabilir. Yukarıda başvurulan bazı haberlerde intihar girişiminde bulunan kişilerin bazen başka gerekçelerle de olsa defalarca kez bu gibi girişimlerde bulunduğu ve bunu sorunlarının çözümünde alışkanlık haline getirdiği ifade ediliyor. Tartışmamız bağlamında krizin semptomları açısından bunun çok fazla önemi bulunmuyor. Hatta, “popüler metis” kavramlaştırmasını akla getiren bu örnekler, bedenin veya intihar girişiminin tartışma bağlamında araçsallaştırılmasının örneği olarak bile düşünülebilir[11].
Meselenin bunun ötesindeki daha ciddi boyutunda, işçiler ekmekleriyle sınandıkları kadar haysiyetleriyle de sınanıyorlar. Yukarıda Hattat Holding’e bağlı maden işletmesinde yapılan eylemde ifade edilenler bunun oldukça iyi bir örneği. Başka bir örnek de Kıbrıs’tan. 28 Aralık’ta Ercan Havaalanı’nda işten çıkarılan işçilerin açlık grevi direnişi devam ederken işçilerden ikisi direnişin 9. gününde intihar girişiminde bulundu. İşçilerden birinin eylemle ilgili aşağıdaki sözleri bu sınanmanın en berrak ifadesini sunuyor:
“İnan ki reklam panosunun üzerine çıktığımda hiçbir duygu hissetmedim çünkü artık çaresizim. İki çocuk babasıyım. 8 gündür buradayım. Oğlum bana akşam bir mesaj yolladı; ‘Baba seni çok özledim. Ne olursun artık eve gel’. Beynimden vurulmuşa döndüm. Bir çaresiz babayı siz düşünün artık neler yapar… Herkesin çocuğu bu yılbaşı günü eğlenirken, benim çocuklarım eğer geçim derdine düşmüşse ben çaresiz bir babayım… Lanet okudum kendi kendime. Böyle baba olmaz olsun dedim… Bu eylemi gerçekleştirdim. Tek çözüm bu eylemdi, bunu gerçekleştirdim. Çünkü ben eğer evime, aileme bakamıyorsam, benim bu dünyada yaşamaya hakkım yoktur.” (Kaynak: Kıbrıs Postası)
Görünen o ki bu sınama önümüzdeki süreçte de devam edecek. Analizler 2019’un ekonomik anlamda zor geçeceği ülkelerin başına Türkiye ve Arjantin’i yazarak başlarken[12], Erdoğan “Gezi’de herkes dersini aldı, bu tür olaylara girişenler bedelini ağır öder” diyerek yaklaşmakta olan süreci nasıl yöneteceğinin ipuçlarını veriyordu. Şimdilik işçiler, yukarıda sıralanan örneklerin bir kısmında eylemlerinden kazanımla ayrıldılar. Ancak, patronların bir kısmı bütünüyle eylemlere kayıtsız kaldı. Kazanım elde eden diğer eylem biçimleri de başarısını oldukça ciddi bir kararlılık, özveri ve fedakarlığa borçlu. Önümüzdeki süreçte devletin tüm olanakları kendilerine seferber edilmişken patronların eylemlere karşı kayıtsızlığı genel bir tutum haline getirmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. O durumda işçiler belki de gerçek anlamda onurlarıyla sınanacaklardır. Artık gerçekten yaşamasının suç olduğunu, kendisinin ölmesi durumunda ailesinin mağduriyetinin giderileceğine inanan işçinin bu sınamayla karşı karşıya kalmasının çok daha ciddi sorunlara gebe başka bir dönemin kapısını aralamasıysa gayet olası. İşte o zaman toplumsal çöküntü, bu yazıda ele alınmayan ama gündelik hayatta karşılaştığımızda ciddi biçimde sarsıldığımız intihar vakalarına yenilerinin eklenmesi biçiminde tezahür edecektir. İşçi sınıfının mücadele deneyimlerinden süzülerek ortaya çıkan “Birlik, Mücadele, Dayanışma!” sloganının, mücadele kategorisi yanında birlik ve dayanışma kategorileri yukarıda değinilen CasaPound deneyimi ışığında bu gibi vakaların önüne geçilmesi bakımından hayati önemde. Yerel seçim arifesinde, seçim programlarına bir de bu gözle bakmakta fayda var.
Bütün bu değerlendirmeler ışığında olası krizin ortaya çıkaracağı iki ana ihtimal belirgin hale geliyor. Bu sürecin ortaya koyacağı çelişkiler yeni bir devrimci çıkışın can suyu olabilir, bu iradenin iyimserliğidir; aynı şekilde yukarıdaki parametrelerin bir kısmına bakılırsa ciddi bir toplumsal çürüme ve çözülmenin vesilesi de olabilir, bu da aklın kötümserliğidir. Kapitalizm insanlığa ikincisini dayatıyor, bu tabloda üzerine konuşulması gereken direnişçi güçlerin bunlardan ilkini ne düzeyde başarabileceği. En baştaki epigrafa dönersek çelişkinin akıbetinin hangi biçimde çözümleneceği de büyük ölçüde buna bağlı.
Dipnotlar:
[1] Bernhard Brosius. (2010). Tarihin Yapıları – Tarihsel Materyalizme Giriş. İstanbul: Yordam. Çev: Nejat Ağırnaslı. Sayfa 101-109.
[2] Direnişçi işçilerden Yaşar Kara’nın kaleminden direnişin öyküsünü izlemek için bkz; Destansı bir direnişin anatomisi. NeyseO.
[3] 2018 Yılına dair derli toplu bazı veriler için bkz; Krizde Emeğin Durumu Raporu. DİSK-AR.
[4] Söz konusu ayrım için bkz; Murat Çakır, İşçiler neden intihar ediyor? sendika.org. Emre Gürcanlı, İntihar bir işçi sağlığı sorunudur! İlerihaber.
[5] Sevgi Türkmen, İntihar: Nedenleri psikolojik analizlerde aranan sosyal ölüm. sendika.org.
[6] İşçi intiharları yüzde 300 arttı. BirGün.
[7] Kriz Kapitalizmin Gidişatı ve Vaatleri: Finansal şiddet, sınıfsal hınç, devletin bekası. Pınar Bedirhanoğlu’yla söyleşi. Birartıbir.
[8] Fascism in Italy: The hipster fascists trying to bring Mussolini back into the mainstream, 5:10. YouTube.
[9] Nurcan Gökdemir, Sosyal yardımların gerekçesi ‘sosyal patlamayı önlemek’: Varlık değil yoklukmuş. BirGün.
[10] Popüler bir örnekle karşılaştırırsak bu, Gazapizm’in Heyecanı Yok şarkısına çektiği klipte kumar masasına sürülen etleri andırır.
[11] Popüler Metis için bkz, Necmi Erdoğan, Devleti ‘İdare Etmek’: Mâduniyet ve Düzenbazlık.
[12] Ümit Akçay, Senkronize yavaşlama ve solo krizler. Birartıbir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.