TKH’nin İstanbul adayı Aysel Tekerek “Halkımızı sağcılara mecbur bırakmamak hem de sosyalist seçeneği güçlendirmek için bu seçime giriyoruz” diyor
31 Mart Yerel Seçimleri’ne kendi gösterdiği bağımsız adaylarla katılan sol partilerden biri de Türkiye Komünist Hareketi (TKH). TKH’nin İstanbul adayı Aysel Tekerek’le e-posta yoluyla yaptığımız söyleşide bu seçimleri nasıl değerlendirdiklerini, kendi kampanyalarını denklemin neresinde konumlandırdıklarını sorduk.
Millet İttifakı’na verilen oyların AKP’yi geriletmediğini, aksine düzenin başka bir ayağını güçlendirdiğini söyleyen Tekerek, “Kendi alternatiflerini sunan devrimcilerin, komünistlerin mücadelesidir AKP’yi yenecek olan. Bu nedenle iki sağ ittifakın karşısında durmak, halkımızı bu sağcılara mecbur bırakmamak hem de sosyalist seçeneği güçlendirmek için bu seçime giriyoruz” diyor.
Önce sizi tanıyalım. Aysel Tekerek kimdir?
1981 yılında Ardahan’da doğdum. Üniversite sıralarında sosyalist düşünce ile tanıştım ve 1999 yılından bu yana sosyalist mücadele içerisindeyim. Türkiye Komünist Hareketi üyesiyim. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum. 2011 Van depremi sonrasında kurulan Van Depremzedelerle Dayanışma Derneği’nin kurucu üyeliğini yaptım. Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) Mütevelli Heyeti ve İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK üyesiyim aynı zamanda.
Bu seçimde muhalefet ağırlıklı olarak iki şeye öncelik veriyor. AKP’ye sandıkta kaybettirmek ya da AKP’nin yerel yönetim politikalarının karşısında bir alternatif sunmak. Sizin önceliğiniz ne? Sürece dair genel değerlendirmeniz nedir?
Aslında bu iki nokta arasında bir öncelik sonralık ilişkisi geliştirmek bize kalırsa hem eksik hem de hatalı olur. AKP’ye sandıkta kaybettirmek adına başka bir sağ ittifakı açık ya da üstü kapalı destekleme fikri yeni değil. Her seçim döneminde önümüze bir seçim matematiği getiriliyor ve “bu seçim en önemli seçim” denilerek, politik atmosfer bu noktaya sıkıştırılarak, aslında asıl söylenmesi gereken şeylerin üstü el çabukluğu ile kapatılıyor. Sosyalistlere, devrimcilere “fazla kurcalamayın” deniliyor aslında. Kurcalamayın dedikleri de şu: Yerel yönetimlerde düzen partilerinin rant yarışı var, yağma yarışı var, koltuk kavgası var. Devrimciler, sosyalistler bu yarışın halk düşmanlığı anlamına geldiğini, seçim döneminde söylemesinler istiyorlar. Ne adına; sandıkta AKP’ye kaybettirmek adına. En temel gerçeğin gizlenmesidir bu bana sorarsanız.
Seçimler bir sonuçtur. Seçim arasında AKP’ye her sıkıştığında can simidi uzatmış, vekil dokunulmazlığı, sınır ötesi operasyonlar, 15 Temmuz gündemi vs, AKP’ye hep yedek lastik olmuş Millet İttifakı partileri mi AKP’yi geriletecek? Mesele emekçinin hakkını alması, eşitlik, özgürlük olunca Cumhur İttifakı ya da Millet İttifakı, aslında tek ittifak olagelmiştir. Düzen içindeki partilerin AKP karşısında bu sefer kazanacağı iddia edilirken, AKP karşısındaki öfkeye yön vermek, onu politikleştirmek yerine bu öfkenin düzen içinde eritilmesi yolunu tercih etmemiz isteniyor. Sebebi ne olursa olsun Millet İttifakı’na, emekçilerin, kadınların, gençlerin verdiği her oy AKP’yi geriletmiyor, düzenin başka bir ayağını güçlendiriyor. O ayaklar ile yine biz sosyalistler karşı karşıya kalıyoruz. Halkımızın bu şekilde sağcılığa alıştırılmasına karşı çıkıyoruz. Bu nedenle sorduğunuz ikinci yolu deneyenlerin yani kendi alternatiflerini sunan devrimcilerin, komünistlerin mücadelesidir AKP’yi yenecek olan. Bu nedenle iki sağ ittifakın karşısında durmak, halkımızı bu sağcılara mecbur bırakmamak hem de sosyalist seçeneği güçlendirmek için bu seçime giriyoruz.
Sosyalist hareket, sosyalist bir programı savunan tek bir aday etrafında seferber olmadı. Aksine birden fazla sosyalist örgüt aday gösterdi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunuza şu soru ile cevap vermek isterim aslında: Sosyalist hareket gerçekten tek bir aday ya da adaylar etrafında seferber olmak istedi mi? Bugün sosyalist hareket içerisinde açıktan Millet İttifakı’nı destek açıklaması yapanlar var. Üstü örtük de olsa destekleyenler var. Bu yapıların ülke genelinde ortak aday çıkarma kaygısını taşıdığını, bağımsız sol bir odak yaratma kaygısını taşıdıklarını düşünmüyorum. İsteyince olur denilir ya; örneğin Dersim Demokratik Halk Dayanışması zemininde partimin de içinde olduğu sosyalist hareketlerin desteklediği adaylar var.
Ülkenin başka yerinde birden fazla sosyalist aday olmasının ise birkaç nedeni var. Partim TKH, 24 Haziran’dan sonra değindiğiniz bir başlıkta bir açıklama yapmış, ülkemizde geçmişten getirdiği ilerici birikimi koruyan, solun güçlü olduğu yerlerde sayısından bağımsız olarak ortak adaylar çıkarılmalı demişti. Ancak 24 Haziran’da yaratılan sahte umut, en önce solun üzerini örttü, solu hareketsiz kıldı. Yerel seçimler gelip çatınca karşılıksız kalan bu çağrının gereği yerine gelmedi. Ama hemen eklemek isterim, düzen içi adayların ya da partilerin desteklenmesinden bin kat iyidir. Sosyalistlerin ortak aday gösteremese dahi kendi adayları ile bu arenaya çıkması, devrimci bir duruş örneğidir.
Seçim çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Neler yaptınız, nasıl tepkiler aldınız?
Biz bu yerel seçimlerde yukarıda özetlediğim çerçeveye ek olarak bir ezberi bozmaya çağırıyoruz yurttaşlarımızı. Kötü bir ezberi bozmaya çağırıyoruz. Örneğin bu düzenin değişmeyeceği, böyle gelmiş böyle gideceği ya da yoksulluğun kader olduğu gibi ezberleri bozmaya çalışıyoruz. Yerelin sorunları ile genelin sorunlarının birbiri ile bağlantısı, yağmanın, talanın, rantın nasıl döndüğünü anlatıyoruz. Toplumcu Yerel Yönetimler Manifestosu yayınladık. Orada ihalenin, rantın, yağmanın yasaklanacağını; kamusal hizmetlerin özel eli ile halka satılmasının önüne geçileceğini; halk meclisleri kurulacağını; ulaşımın herkes için ücretsiz olacağını; yandaş vakıf ve spor kulüplerine aktarılan milyonlarca liranın kesileceğini; kadınlar, yaşlılar ve çocuklarımız için bir kentin inşa edileceğini yazdık. Seçim sürecinde ise daha çok yoksullaştırılmış mahallelerde bir çalışma yürüttük ve bunları anlattık. Hemen ifade edeyim ki seçimlerden komünistleri çekip çıkarın, bunları anlatacak kimse kalmaz. Böyle olduğu için komünist adaylar ile diğer adaylar arasındaki farkın temas ettiğimiz herkes için görüldüğünü söyleyebilirim. Bizim için değerli olan şuydu: Evlerine konuk olduğumuz, derneklerine konuk olduğumuz yurttaşlarımızın oylarını isterken aynı zamanda onlarla saatleri bulan sohbetlerimiz oldu. Seçim dönemlerinde daha fazla açılan kapılardan içeri girmenin kıymetini bilmeye, 31 Mart sonrasına anlamlı bir birikim yaratmaya diktik gözümüzü, bu açıdan seçimin hakkını verdiğimizi düşünüyorum.
Diyelim ki çok az oy aldınız ve kampanyanız etrafında seferberlik yaratılamadı. Bu durumda siz “ben elimden geleni yaptım, doğruları söyledim, onlar dinlemedi” mi diyeceksiniz? Nasıl devam edeceksiniz?
Niye böyle diyelim ki? Bizler ve onlar yok… Bizim emekçi halka karşı bir sorumluluğumuz var. Ülkeye dair bir umudumuz ve örgütlü bir mücadelemiz var. Eğer böyle söyleyecek olsaydık mücadele etmeyi hiç seçmezdik zaten. Biz gücümüzü önce tarihsel haklılığımızdan alıyoruz. Her gün doğrulanan gerçeklerden alıyoruz. Açıkçası az ya da çok oy almak gibi bir bakışımız da yok. Biz alacağımız her oyun sosyalist mücadeleyi olduğundan daha da fazla güç verdiğine inanıyoruz. Amacımız bu gücü seçimler söz konusu olunca tabi ki arttırmaktır. Oylara da yansıtmaktır. Bizler ulaştığımız her yurttaşımızın bize oy vermemiş olsa dahi yeniden kapısını çalacak, bir kere tanıştıktan sonra bağımızı devam ettirecek bir kararlılığa ve inada sahibiz. O yüzden seçime kadar değil işimiz kurtuluşa kadar…
Yaptığınız bu çalışma, toplumsal muhalefetin ortak mücadele gündemlerine nasıl bir katkı sunmuş olacak? 31 Mart sonrasına dair ne öngörüyorsunuz, ne öneriyorsunuz?
Ben mücadele kavramından şunu anlıyorum; sermaye iktidarına, gericiliğe, emperyalizme, faşizme karşı bir mücadele… Bunlardan herhangi birini ertelerseniz, geriye atarsanız, hakkını vermezseniz mücadeleniz de eksik kalır. Bizim seçim çalışmamız bu mücadeleye katkı değil bu mücadelenin seçim döneminde ta kendisidir.
31 Mart’tan sonra sonuç ne olursa olsun devam eden ekonomik krizin ertelenen ağır sonuçları ile emekçiler baş başa kalacak. Tüm düzen adayları seçildiklerinde makam odalarına çekilecek, patronlarla toplantılar alacak, halk düşmanlığını ilerletecek, bir yandan da tencerenin buharını almaya çalışacaklar. Ancak biz komünistler kaldığımız yerden devam edeceğiz. Örgütsüz bırakılan emekçilerin örgütlenerek bu saldırıya karşı mücadele vermesini sağlayacağız. Gericilik ve faşizm daha da pompalanacak, buna karşı sınıf siyasetinin sesini yükseltmek zorundayız. Savaş politikalarını her gün yaşıyoruz, emperyalizme karşı mücadele edenlerin, taşın altına elini koyanların sayısını arttıracağız. İhtiyacımız olan tek şey güçtür. O halde güçleneceğiz. Başka çaremiz yok. Sahte umutların, düzen içi çare reçetelerinin de 31 Mart sonrasındaki sonuçlarını göreceğiz. İBB’de başkan olarak seçildiği takdirde Saray’ın ikinci kere yolunu koşarak geçen Ekrem İmamoğlu ya da Meclis’ten İBB sandalyesine geçen Binali Yıldırım arasında fark olmadığını bir daha anlatacağız. Çünkü sonuç ne olursa olsun 31 Mart akşamı o da seçilse bu da seçilse aynı şeyi söyleyecekler: “Kardeşlik, dostluk, hoşgörü, şimdi birleşme zamanı… ” Emekçilerin, ezilenlerin, patronların çıkarına hizmet edenlerle birleşmelerini değil ayrışmalarını sağlayacağız. Kavga bundan ibaret aslında…