Her siyasal görüşten kadınların ortak çalışma imkânlarını zorlamalı, 25 Kasım ve 8 Mart’ın dışında kadın mücadelesini tüm yıla yaymalı, yan yana gelişi ilmek ilmek örmeliyiz
Clara Zetkin’in anısına…
Son derece alçakgönüllü, sıradan ve çoğunlukla tekrardan oluşan, sanki tarihsizmişçesine akıp giden gündelik hayatın içi, bir yandan yitik, bir yandan da tarihselleşmiş yıkıcı ve kurucu anlarla doludur. Bazıları, “yemek yapmayı değil, devrim yapmayı düşünüyoruz” diyen kadınların anlarıdır. Bu anlardan birine bağlanırız, 8 Mart’larda. Bir büyük toplumsal kadın bedeninin oluşunu sağlarız. Dünyanın her yerinde kadınların benzer arzularla yola çıkışını, dileklerini ve taleplerini gerçekleştirmek için yürüdüklerini ve nefes alıp verdiklerini hissederiz.
8 Mart, bu duygularla 100’den fazla ülkede kadınları bir araya getiriyor. Bazı ülkelerde 8 Mart resmi tatil günü, bu ülkelerin büyük bir kısmı önceki SSCB içindeki ülkeler: Ermenistan, Azerbaycan, Belarus, Kazakistan, Kırgısıztan, Moldova, Rusya, Türkmenistan, Ukrayna, Özbekistan. 8 Mart’ı resmi olarak kutlayan diğer ülkeler, Afganistan, Burkina Faso, Kamboçya, Çin, Küba, Georgia (ABD), Nepal (sadece kadınlara) Tacikistan, Uganda, Vietnam, Zambia.[1]
8 Mart’ın resmi tatil oluşuna Almanya’nın Berlin Eyaleti de dahil oldu. Konuyla ilgili yasa değişikliği, Sosyal Demokrat Parti (SPD), Sol Parti ve Yeşiller Partisinden milletvekillerin oylarıyla kabul edildi, yasa değişikliğini sağ muhafazakâr partiler onaylamadı ve hatta eleştirdi.[2]
Türkiye’de de bu bağlamda anlamlı bir gelişme oldu. Hem söylem hem de pratikte kadın politikası oldukça güçlü olan Halkların Demokratik Partisi, 8 Mart’ın resmi tatil olması için bir yasa teklifi verdi. HDP Muş Milletvekili Şevin Coşkun kadınların çalışma sorunlarını Meclis gündemine taşıdı ve Meclis Başkanlığı’na Bayram ve Genel Tatiller Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi verdi.
Kadınlar dünyanın pek çok yerinde birlik, dayanışma ve mücadele mesajları verdiler.[3] Kimi feminist gösterilerde, cinsiyete dayalı ücret farkları, kadınlara yönelik şiddet, kürtaj kısıtlamaları protesto edildi. Paris’te kadınlar grev çağrısında bulundu. Brüksel’de kadınlar kadın-erkek eşitliğine ve kadına yönelik şiddete karşı pankartlar taşıdılar. Honduran’da kadın örgütleri “şiddet bitsin” çağrısı yaptı. İtalya’da feminist hareket “Non Una Meno” (not one less) diyerek hiçbir kadının geride bırakılmayacağı mottosunu vurguladı. Barcelona’da kadınlar oturma eylemi yaparak yolları kilitledi ve kadınların sorunlarına dikkati çekti. Özgün kadın eylemliliklerine dair haberler şöyle:[4]
İspanya’da kadınlar greve gitti ve genel seçimlerde kadın haklarının en yakıcı gündem olacağını vurgulayan büyük bir protesto sergiledi. Fransa’da birinci Simone Veil Ödülü, kız çocuklarının zorla evlendirilmesine karşı mücadele veren Kameronlu eylemci Aissa Doumara’ya verildi. Portekiz kabinesi, ülkede şiddet kurbanı kadınlar için bir dakika sessizlik eylemi yaptı ve bu kadınlar için yas tutuldu. Portekiz’de bu yıl 10 kadın şiddet içeren saldırılar nedeniyle yaşamını yitirdi. Bu rakam son on yılın en yüksek olanı.
Almanya’da üstsüz protestocular, Hamburg’daki genelevleri koruma niyetiyle çekilen metal bariyerleri yıktı. Asya’da Yeni Delhi’de, yüzlerce kadın şiddete, cinsel saldırılara ve istihdamdaki ayrımcılığa son diyen protestolar yaptı. Yeni Delhi’de her yıl binlerce kadın, damadın ve ailesinin, gelinin çeyizini yetersiz bulması nedeniyle öldürülüyor. Güney Kore’de kadınlar, koyu muhafazakâr toplumda “cadı avı”na karşı şapka ve pelerin giyerek gösteri yaptılar. Güney Afrika’da, El Salvador’da kadınlar kürtaj yasağına uymadıkları gerekçesi ile cezalandırılıyorlar, halen üç kadın cezaevinde. Üreme hakkı savunucuları üst mahkemeden yasağı kaldırmasını talep ediyorlar. Arjantinli kadınlar, kürtaj yasağını gündemlerine aldılar.
Türkiye de dünya gündemine İstanbul/Taksim’deki Feminist Gece Yürüyüşü’ne polis müdahalesiyle girdi, bununla birlikte İstanbul ve birçok kentte kadınların baskılar, şiddet, savaş ve işsizliğe karşı protestoları oldu. Türkiye’de koyu muhafazakâr erkekler, 8 Mart sonrasındaki sözleri ile kadınların sesini baskılamaya çalışsalar da başarılı olamadılar.
Anlaşılan o ki Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, “memleketin halini anlamak” için feminist hareketleri yakından izliyor. Dilipak, gözlemlerinden kadınlar adına sonuçlara varıyor ve onlara Feminist Gece Yürüyüşü”nden uzak durmalarını salık veriyor. Yürüyüşteki toplumsal kadın bedenine yaklaşma ve dâhil olma halini “iffetle dalga geçme” ve “fahişelikten yana” olma ile ilişkilendiriyor. [5] Ne kadar hoyrat ve nobran, kadınların söz ve taleplerine ne kadar duyarsız ve umursamaz bir bakış! Dilipak kadınlardan özür dilemeli! Toplumsal alandaki her acıya buz gibi gözle bakan benzeri erkekler, her “ah” diyenin yanında olma çabası içindeki feministlere ahlak dersi vermeye kalkıyorlar. Biz yine de bu kişilere, feminist metinleri çok daha iyi okumaları çağrısında bulunmakla yetinelim.
31 Mart seçimlerinde kadınların oyu çok önemli. Hayatın yarısı olan kadınlar, işin, aşın, hayatın yarısını talep ediyorlar. Yerel seçimlerde bana kalırsa erkeklerin oylarına daha çok yönelen (reisi olarak evdeki kadınları ikna ile görevlendirildiklerinden) Cumhur İttifakı, Feminist Gece Yürüyüşü’ndeki ıslıkları, ezan ve bayrak gösterenlerine düşmanlık ile ilişkilendirdi. Erdoğan, “Ezana ıslıklarla, sloganlarla terbiyesizlik ettiler. Bunların tek ittifakı ezan bayrak düşmanlığıdır” diye konuşmuştu. Cumhurbaşkanı ayrıca yürüyüşün CHP ve HDP öncülüğünde yapıldığını savunarak, “Ezana hürmet etmeyen bayrağa da hürmet etmez” demişti.[6] Bu sözler açıkça dinden özerk yaşam sürdüren tüm seçmenlere mesaj! Bu yaşam tarzına bir müdahale! Bu sözler üzerine kadınların yanıtı çok açık oldu:
“8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde İstanbul Taksim’de 17. Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılan/katılmaya çalışan on binlerce kadına uygulanan polis şiddetinin üzeri ayrıştırıcı-kutuplaştırıcı dille, seçim malzemesi de yapılarak, yalan haberle ve nefretle örtülemez. Başka kılıflara bürünmeye çalışılsa da bunun adı, kadın düşmanlığı. 16 yıldır bağımsız feministler tarafından sorun yaşanmadan yapılan bu yürüyüş, bu sene engellenmeye çalışıldı. Polis kadınların yolunu keserken, bir araya getirmezken, gaz sıkarken, arama yaparken ezan dinlemedi. 8 Mart’ta sesini yükseltmeye gelen kadınların kalabalığı polis barikatları arasına sıkıştırılmaya çalışıldı. Sığmadık. 16 yıldır yürüdüğümüz güzergâhta, yürümemizi engelleyip bizi caminin yanında tutanlar şimdi de kalkmış ezana karşısınız diyor. Kimse çarpıtmasın: Bizim isyanımız polis barikatına, kadınların yürüyüşünü, 8 Mart’ı engellemek isteyenlere.”
Anlaşılan o ki 8 Mart’ı engellemek isteyen erkeklere, erkek egemen partilere, kadınların yaşadığı şiddete, ayrımcılığa, yoksulluğa ve işsizliğe duyarsız partilere, ittifaklara kadınlardan oy yok!
Ankara Kadın Platformu, 8 Mart’ta diğer kadın örgütleri ile birlikte Sakarya’da yan yanaydı. Işıl ışıl, hareketli ve sevinçli bir hava vardı. OHAL’in mirası olan ve kente damgasını vuran keder, günü ısıtan güneşin, kadınların cesareti ve coşkusunun, davulun ritminin, gelmekte olan baharın yardımıyla dağıtılmıştı. Kadınlar olarak vardık, varız, var olacağız diyorduk. Kadınlar, mor renkli fularları, çiçeklerle bezenmiş taçları, ellerinde dövizleri, aydınlık yüzleriyle gördükleri arkadaşlarıyla kucaklaşıyor, hal hatır soruyor, birbirlerinden haber alıyorlardı. Sloganlar atılıyor, dilekler, talepler, hayırlar sözlendiriliyordu. Fotoğraflar çekiliyor, anlar videoya kaydediliyordu, Ankara’nın fiilen sürdürülen OHAL’e karşı kadınlar kendi hallerini “huzur ver” sloganı ile ortaya koyuyorlardı.
Sakarya Caddesi adeta canlanmıştı. Caddeden geçen yorgun, umutsuz, beklentisiz yüzler, öne eğilmiş başlar, etrafa ilgisiz gözler, kalabalığın, davulun ve sloganların onları karşılamasıyla canlanıyor, yüze tebessüm yerleşiyor, gözlerdeki merak açıktan gözlenebiliyordu. Caddede erkekler sanki her zamankinden daha alçakgönüllü, biraz da mahcup, kadınların ve LGBTİ’ler ise daha güçlüydü. Çünkü kadınlar birlikte güçlü idi.
Siyasetin uzun bir zamandan beri tekrarına karşı kadınlar, 8 Mart farkını Ankara özgülünde ortaya koydular. Ankara Kadın Platformu’ndaki arkadaşlarımın, 8 Mart’ta yan yana gelişi, dayanışmayı, anmayı, kutlamayı ve daha birçok anlamı içinde taşıyan uğraşılarını gözledim. Zaman zaman sert, çoğu zaman anlayışlı tartışmalar yaşandı platformda. Nihayetinde ortaya çıkan özlü tartışmalardan sonra siyasetteki kutuplaşmanın kadınları ele geçirmemesi gerektiği, kadınların birlikte güçlü olduğunu yineledik. Ankara Kadın Platformu, 8 Mart’ın örgütlenmesi, basın açıklamasının yazılması, sloganların belirlenmesi, anma ve kutlaması için eşgüdüm faaliyetlerini yürütüyor, kolaylaştırıcılığını yapıyor, bunları çok özenli biçimde, diğer kurumlarla eşgüdüm içinde yapmaya çalışıyor. Kuşkusuz yeterli gelmiyor bu çalışmalar, daha çok kadının, daha çok kadın örgütünün desteğine, işbirliğine ve ortak çalışmasına ihtiyaç var.
8 Mart, tüm kadınların ortak günü ve alanı. 8 Mart’ta elbette farklı görüşlerden kadınlarla yan yana geleceğiz. Olay ve olgular karşısında politik duruşlarımız birbirinden farklı olabilir. Ama kadın mücadelesi, bir maddeleşme değil, bir oluş, bir süreç, birlikte dönüşme süreci. Bu nedenle kadınlar daha çok bakışmalı, karşılaşmalı, kadın mücadelesini birlikte örmeliler. Yazımı tamamlamak üzere eve dönerken Güvenpark’ta başka bir kadın grubunu gördüm. Ellerinde “kadın kadındır, çiçek Abbastır” yazıyordu. Sakarya’daki kadın toplumsallığına katılmayı düşünmemişlerdi sanırım. Farklı bir kadın öznelliği vardı. 8 Mart için hazırlık yaparak alana inmeleri, sahne almaları, kadınlar var demeleri önemliydi.
Önceki yıllarda olduğu gibi, polisin gölgesi hissedilmeden buluşma ve dayanışma gerçekleştirildi. Basın açıklamasının başlığı, “krize, savaşa, şiddete, eşitsizliğe karşı dayanışmayla güçleniyor, hayatı örgütlüyoruz” idi. Metin, kadınların hayatına, bedenine, kimliğine yönelen her türlü ayrımcı, eşitsizlik üreten, baskıcı anlayışı ortaya koyuyor, işyerinde, okulda, mahallede ve sokakta kadınların bir arada ve güçlü olmasının yaratacağı akışın önünde hiçbir engelin duramayacağını ifade ediyordu. Basın açıklamasının yanı sıra tekil kadınların taşıdığı dövizler, atılan sloganlardan bazılarını vereyim: Kadınların reddiyeleri: “şiddete hayır/tacize hayır,/tecavüze hayır/kadın cinayetlerine hayır”, “homofobiye, transfobiye hayır”, “ “savaşa hayır”, “işsizliğe yoksulluğa, güvencesizliğe hayır. “Evde ülkede reis istemiyoruz”, “öldüren sevgi istemiyoruz”, “itaat yok mücadele var”. Taleplerin bazıları şunlardı: “Erkek adalet değil gerçek adalet”, “kadınlar işe, çocuklar kreşe”, “emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir”, “krizin yükünü sermaye ödesin”, “kadınlar barış istiyor”, “devlet elini bedenimden çek”. Kadınlara seslenen mesajlardan bazıları şöyle idi: “yaşasın kadın dayanışması”, “Flormar değil, direniş güzelleştirir”, “görünmeyen emek sesini yükselt”, “erkek egemenliğine karşı- ses çıkar”, “transfobiye karşı ses çıkar”, tacize karşı- ses çıkar”. Alanda Selma Irmak ve Leyla Güven’in gülümseyen fotoğraflarını gördüm. Fotoğraflar, sanki “demokratik bir Türkiye için uğraş” diyordu kadınlara.
Biz kadınlar, gündelik hayatın mütevazı hallerinden çıkıp tarihin derinliklerine doğru yol aldık. Gün dökümünde kadınlar olarak artık daha fazla toplumsal ve daha fazla türsel insanız, doğanın daha çok parçası olarak. Bugün Gülten Akın’ın “… insan sorumluluktur” dizesinden esinlenerek bugün “kadın sorumluluktur” dedik.
Ankara’da 8 Mart’a dair gözlemlerimden sonra önceki gün başlamış olduğum cümlelerime dönüyorum yeniden. Kadınların tarihsel belleğine doğru yol alarak 8 Mart hakkında düşüneyim istiyorum. 8 Mart’ın kadınların mücadele günü haline gelmesinin başlangıcı konusunda kaynaklar arasında farklılıklar var. İnternet portallarındaki anlatılarda da farklar var. Bu farklılıklar kadın mücadelelerinin birbirine bağlanması ile ilişkili diye düşünüyorum. Ankara Kadın Platformu, 8 Mart’ın başladığı gün olarak 162 yıl önceki tarihi esas olarak almış basın açıklamasında. Bazı kaynaklara göre 8 Mart, 1857’de ABD’de tekstil işçisi kadınların çalışma saatlerinin azaltılması, eşit işe eşit ücret talepleriyle yaptığı greve dayanıyor. Ondan tam 51 yıl sonra ağır çalışma koşullarına itiraz eden, çoğunluğunu göçmenlerin ve genç kadınların oluşturduğu işçiler, New York’da bir dokuma ve tekstil fabrikasında, 50 yıl önceki kadın işçilerin eylemlerini de anarak greve gitmişler, 1908’de. Yine tekstil işçisi olan 15 bin kadın oy hakkı, çalışma saatlerinin azaltılması, çocuk işçi çalıştırılmasının yasaklanması gibi taleplerle yürümüşler, sloganları “Ekmek ve Güller” olmuş. Bu arada grevin tüm fabrikaya yayılmasını önlemek isteyen fabrika yönetimi, bir grup kadın işçiyi fabrikanın bir bölümünde kilit altında tutarak isyanı denetlemeye çalışmış. Bilinmeyen bir nedenden dolayı, bu kısımda çıkan yangın 129 kadın işçinin yanarak ölmesine yol açmış. Bu olay yalnız ABD’de değil tüm Avrupa’da başta kadın işçiler olmak üzere işçi direnişlerinin yükselmesine neden olmuş.[7]
Kopenhag’da Almanya Sosyal Demokrat Parti Kadın Ofisi’nin toplantısında Clara Zetkin, 8 Mart’ın “Internationaler Frauentag” (International Women’s Day – Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getiriyor ve öneri oybirliğiyle kabul ediliyor.
Dünya ölçeğinde kutlamalar açısından ilk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı, fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak belirlenişi, 1921’de Moskova’da yapılan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşti. Adı da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlendi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti. Türkiye’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül Darbesi’nden sonra askeri diktatörlük tarafından dört yıl süreyle 8 Mart anısına herhangi bir gösteri yapılmasına izin verilmedi. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlanmaya devam ediliyor.
Son yıllarda AKP iktidarı, özellikle OHAL döneminde, 8 Mart’ın kitlesel anmalarını, hem korku iklimi yaratarak hem de fiilen polis gücü ile pek çok kentte engelledi. Ankara polisinin, önceki yıl soğuk ve yağmurlu bir havada kadınları nasıl dağıttığını ve bir kısım kadını gözaltına aldığını anımsıyorum. Türkiye’nin otoriter popülist koşullarında, kadınlar tüm engellemelere karşın 8 Mart’ı tarihselleştirmeye devam ediyorlar.[8]
Kadın mücadelesinin içinde yer almış, öncü olmuş tüm kadınları saygıyla anıyorum. Bu kadınlar arasında Clara Zetkin’in ayrı bir yeri var. O, 8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü’nün isim annesi, aynı zamanda da Rosa Lüksemburg’un yoldaşı, Spartaküs Hareketi’nin örgütleyicilerinden ve 1918 yılında kurulan Alman Komünist Partisini Almanya Meclisi’nde (Reichstag) 1920-1933 arasında temsil eden öncülerden. Clara Zetkin’in feminist ve sosyalist teori ve pratiğe katkıları büyük. Ancak siyaset bilimine, faşizm konusundaki çözümlemeleri ile ciddi katkısı var.
Clara Zetkin, 1920’lerin yeni bir olgusu olarak İtalya’da ortaya çıkan faşist hareket ve sonrasında hem bu ülkede, hem de Almanya’da iktidara gelen faşizm konusunda çözümlemeler yaptı ve faşizme karşı mücadele yöntemleri konusundaki önerilerini kapsayan kapsamlı bir rapor hazırladı. Bu rapor 1923 yılında Komintern’e sunulmuş olan ve faşizm ile ilgili en dikkat çekici raporlardan birisidir.[9]
Faşizm yeni bir olguydu ve bu olguyu tanıma ve çözümleme konusunda sol ve sosyal demokratlar yeterli olamamışlardı. İlk kez böyle bir durumun ortaya çıkması bunun nedenlerinden biriydi. Birçokları faşizmi diğer karşı devrimci şiddet ve terör biçimleriyle aynı şeymiş gibi gördüler. Oysa faşizm böyle bir terör ve şiddeti içermesine rağmen onun çok daha ötesinde bir şeydi. Komintern (Komünist Enternasyonal) ise faşizme ilişkin ilk tartışmasını 1922 Kasım’ında gerçekleştirdi, ama bu başarısız bir girişim olarak kaldı. Zira İtalyan Komünist Bordiga’nın hazırladığı raporda faşizmin doğası ortaya konulamadı. Burjuva demokrasisi ile olan benzerlikleri tartışıldı ve İtalyan faşizminin uzun süreli olamayacağına karar verildi.[10]
Zetkin’in analizi diğerlerinden farklıydı. Örneğin sosyal demokratlara göre, faşizm terör ve şiddetten başka bir şey değildir. Dolayısıyla da faşizmin oyununa, provokasyona gelmemek için sessizce bir kenarda beklemek gerekiyordu. Zetkin’in analizi Komintern partilerinin faşizm analizlerinden de farklıydı. Örneğin Komintern’in üçüncü döneminde ultra-sol Avrupa partileri sosyal demokrasi ile faşizmin aynı şey olduğunu ileri sürüp “sosyal faşizm” kavramını kullanıyorlardı.
Faşizmi ortaya çıkaran koşullar Zetkin’e göre, kapitalizmin krizi ve kurumsal yapının çöküşüne koşut olarak gelişir. Toplumsal bir kitle tabanı olan faşizm, bu desteği kapitalist düzenin çöküşü ile kendini aşağılanmış ve tehdit altında hisseden ortadaki toplumsal katmanlardan alır. Toplumsal desteği sürdürmek için faşizm genellikle antikapitalist bir söylem üretir. Faşist ideoloji, sınıf çıkarları ve çatışmalarının karşısına devlet ve ulus yüceltmesini koyar. Faşist liderler aşırı milliyetçi bir zihin dünyası ile militarizmi ve emperyalist savaşı desteklerler. Zetkin’e göre, faşizm emeğin tüm etkinliklerini bastırmak için emek karşıtı sivil örgütlenmeler yoluyla örgütlü şiddeti kullanır. Zetkin’e göre ırkçılık ideolojisi ve suçlu bulma/sorumluluğu başkasına atma, faşizmin merkezi mesajlarıdır: “Yahudilerin kemiklerini kırın!” Bu dönemde kapitalist sınıfın önemli katmanları faşist hareketi desteklemeye ve finanse etmeye başlar. Kapitalistler güvenlik konusunda devletin güçlerini yeterli görmezler, faşist terörizmi açıkça desteklerler. Gücü ele geçirince faşizm bürokratikleşmeye başlar.[11] Bu belirlemeler, otoriter sağ popülizmin biz kadınların hayatını nasıl kuşattığı ve kadınların etrafındaki erkek egemen çemberin nasıl daraltıldığını anlamamız ve ne yapmamız gerektiği konusunda düşünmemiz açısından oldukça önemli.
Faşizm, Zetkin’e göre günümüz dünya burjuvazisinin genel saldırganlığının bir ifadesi ama en güçlü, en sert ve en yoğun ifadesiydi ve ona karşı mücadele de tüm proletarya ile yürütülebilirdi. Clara Zetkin faşizme karşı mücadelenin nasıl olması gerektiğini şöyle özetliyordu:[12] bu mücadele, tüm işçi örgütlerini politik farklılık gözetmeksizin kapsamalıdır. Ayrıca bu mücadele sadece işçileri ve onun sınıfsal müttefiklerini değil, tüm ezilen ve sömürülen halk kesimlerini de birleştiren bir mücadele olmalıdır. Bu kesimler, insan hakları savunucuları, kadınlar, çevreciler, ezilen kimlikler, gruplar ve inançlardır. Kapitalizmin sosyal krizine karşı diğer sınıf ve katmanlarının desteklediği bir alternatif program hazırlanmalıdır. Faşizme karşı mücadele fiziksel savunmanın yanı sıra ideolojik ve politik mücadele ile birlikte yürütülmelidir. Nihayetinde Zetkin uyarıyor, faşizm kapitalist sistemin bir uğrağıdır diyor ve ekliyor: işçiler gelmekte olan toplumun demokratik yönetimine hazırlanmalıdırlar.
Türkiye’de kadınların zamanı, erkek egemen, paternalist, gerontokratik ve kapitalist bir kuşatma altında. Kadınların toplumsal bedenini kuşatan çitler giderek güçlendiriliyor. İçinde yaşadığımız, sokağa çıkmanın cadılaştırıldığı bir uğrak.
Kadınlar bir yandan üretimde çalışma koşulları gideren ağırlaşan işlerde çalışmak zorunda. Bu işler artan biçimde güvencesiz, alabildiğine geçici, kısa süreli, düşük ücretli, yandaş, emeklilik ile mezarın özdeşleştiği ve sendikal örgütlenmenin engellendiği işler. Yani Flormar’da halen çalışan ve işine son verildiği için direnmiş olan kadınların işleri gibi işler. Kamusal alandaki kadınlar, sorunlarını, OHAL hukuku(suzluğu)nun yarattığı tahribatı hem işlerinden edilerek hem de işine devam ediyorsa şayet suskunlaştırılarak yaşıyorlar. Gençler, genç kadınlar eğitimle istihdam arasındaki bağın koptuğunu gözlüyorlar. Şans eseri açılan istihdam alanlarının ise erkeklere verileceğini tahmin ediyorlar. Çünkü her üç kadından ikisinin işgücü piyasasının dışında olduğunun farkındalar. Kadınlar üretim alanında bu sorunları yaşarken yeniden üretim alanında aile ideolojisinin etkileri ile karşı karşıyalar. Siyasal ve ekonomik kriz ve şiddet koşulları kadınları derinden etkiliyor. Erkeklerce öldürülen kadınların sayısı giderek artıyor.
Cezaevleri, milletvekili ve belediye başkanı politik kadınlarla, bebekli Müslüman kadınlarla anılıyor. Yaklaşık 700 civarında bebek ve çocuk cezaevlerinde yaşıyor. Türkiye’de tecride karşı çıkan kadın milletvekili Leyla Güven açlık grevinde. Ne yazık ki kamuoyuna sesini duyurmanın ve iktidarın karşısında siyaset yapmanın olanakları çok daraldı, açlık grevleri can yakıyor.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü (UNDP) 2016 yılında yayımladığı ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Doğu Avrupa ve Merkez Asya Bölgesi’nde hem finansal, hem de sosyal eşitsizlikler ciddi bir tehlike oluşturmaya başladığını ileri sürüyor. Bölge insanı ile yapılan anketlere göre, 12 ülkeden 7’sinde halkın büyük bir çoğunluğu ülkelerinde büyük çaptaki gayrimeşru oluşumların işbaşında olduğuna ve bunlar üzerinden çok büyük yolsuzlukların gerçekleştirildiğine inanıyor.[13]
Yolsuzluklar her cinsten, her yaştan ve her kimlikten, inanç ve ırktan insanı etkiliyor, ama en çok da en yoksulları ve en zayıfları vuruyor. Bunların başında da kadınlar geliyor. Çünkü kadınlar yolsuzluklardan orantısız bir biçimde, yani çok daha fazla zarar görüyorlar. Örneğin dünyanın bazı bölgelerinde kadınlar kendileri ya da çocukları için sağlık hizmeti ya da gıda yardımı alabilmek için rüşvet vermek zorunda kalıyorlar, hatta bu amaçla sekse zorlanıyorlar. Yargıdaki ve devlet dairelerinde yapılan yolsuzluklar nedeniyle topraklarına erişim, topraklarını işleme hakları ellerinden alınıyor.[14]
Politik alanda kendilerine yer verilmeyen kadınlar, bu haksızlıklara karşı çıktıklarında adaletsiz, erkek egemen yasalar ve uygulamalarla en sert biçimde engelleniyorlar, şiddete maruz bırakılıyorlar. Böylece yolsuzluğun cinsiyete özgü biçimleri eşitsizliği daha da derinleştirirken, kadınların güçlenmesini önlüyor, böylece insan haklarının bir ihlali olarak da karşımıza çıkıyor. Bu yüzden de 8 Mart vesilesiyle, başta kendilerini etkileyenler olmak üzere, alınacak kararlar ve uygulanacak politikalarda kadın perspektifi dikkate alınmalı.
Dünyadaki bazı örnekler kadınların sadece yolsuzluk mağduru olmadığını, aynı zamanda da yolsuzluklara karşı mücadelede öncü olduklarını da ortaya koyuyor. Tıpkı 2012 yılında Khadija Ismayilova’nın Azerbaycan’da devletle bağlantılı büyük çaptaki kara para aklama yolsuzluğunu ortaya çıkarması olayında olduğu gibi. Azeri kadın araştırmacı gazeteci, olayın ardından şantaja ve karalamaya uğradı, haksız yere tutuklandı ve cezaevine gönderildi. Ismayilova hapisteyken dahi bir insan hakkı savunucusu olarak kavgasını sürdürdü. 2016 yılında bırakılmasına rağmen seyahat özgürlüğü elinden alındı.[15]
Sonuç olarak toplumsal cinsiyet konusunu, Federici’nin ifade ettiği biçimiyle, sadece kültürel bir gerçeklik olarak değil, “sınıf ilişkilerinin bir özgülleşmesi” olarak görmek ve devam etmek gerekiyor.[16] Ve Judith Butler’a kulak verirsek itaate karşı ne yapılabileceğimizi düşünmek ve eylemek gerekli.
Butler, inşa edilen bir beden inşa edilmeden önce edilgin bir varlık değildir, zira bu inşa söylemi bedeni kültürel yasayı üstlenen edilgin bir alıcı olarak anlar ki, bu anlayışın sonucu olarak da “kültür kaderdir” demek zorunda kalırız. Yasa ile ona uymaya zorlanacak özne olarak kabul edilen arasındaki ilişkiyi itaatsizlik fenomeni içinden okuyor Butler. Yasa reddedilebilir, tek yanlı işlemi sorgulanarak yeniden tanımlanmaya zorlanabilir. Yasanın özneye tek biçimliliği, uyumlu davranışı dayattığı yerde, itaatsizlik yasayı gülünç duruma düşürerek sorgulanır hale getirebilir. Böylece yasanın otoritesi yıkılır. Burada bedenin özne ya da kötü özne olmadan evvel performatik bir varlık olarak ele alınmasıyla karşı karşıyayız. Performans, yalnızca yasayı ihlal etmekle kalmaz, aynı zamanda bu ihlalle birlikte bir güçlenme de ortaya çıkar.[17]
Bir yandan kadın düşünürleri okuyup bir yandan da pratiğin içindeki kadınların dünya ve Türkiye’deki çabalarını gözlemleyerek birkaç ders çıkardım kendime: “Erkek adalet değil gerçek adalet” için kadın oluşu sürdürmek gerek. Ne yapıp etmeli, bağımsız kadın oluşu derinleştirmeli, kadın örgütlerini çoğaltmalı ve var olanları güçlendirmeliyiz. Her siyasal görüşten kadınların ortak çalışma imkânlarını zorlamalı, 25 Kasım ve 8 Mart’ın dışında kadın mücadelesini tüm yıla yaymalı, yan yana gelişi ilmek ilmek örmeliyiz. Uluslararası kadın örgütleri ile nasıl buluşabileceğimizin yollarını aramalıyız. Gündelik hayatın içine doğmuş ve yaşanmış deneyimlerimizi konuşmalı, fotoğraf arşivi tutmalı ve kadınlar olarak tarihimizi yazmalıyız. Kanımca felsefi ve politik olarak hep şu sade soruyu sormalıyız: Bir kadın nasıl yaşayabilir?
[1] https://iwd.uchicago.edu/page/international-womens-day-history
[2] https://www.dw.com/en/berlin-declares-international-womens-day-a-public-holiday/a-47215264
[3] https://www.bbc.com/news/world-47499677
[4] https://www.theguardian.com/world/live/2019/mar/08/international-womens-day-2019-celebrations-and-protests-kick-off-around-the-globe-live
[5]http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1283433/Akit_yazari_Abdurrahman_Dilipak_Dunya_Kadinlar_Gunu_nde_kadinlara_saldirdi.html#
[6] http://www.diken.com.tr/feminist-yuruyusten-erdogana-ezan-yaniti-isyanimiz-polis-barikatina/
[7] https://1iniusvocatio.blogspot.com/2017/03/the-history-of-international-womens-day.html
[8] http://www.emo.org.tr/ekler/6f61faf23114cb3_ek.pdf?dergi=990
[9] Clara Zetkin, Fighting Fascism, How to Struggle and How to Win, Edited and introduced by Mike Taber and John Riddell, Haymarket Books, Chicago, 2017, s.23, 85-88.
[10] Zetkin, a.g.e., s.42.
[11] Clara Zetkin, a.g.e., s.7-11.
[12] Zetkin, a.g.e., s.85-88.
[13]http://baskagelecek.com/2016/11/02/bir-rapor-undp-bolgesel-insani-gelisme-raporu-mustafa-durmus/ (2 Kasım 2016).
[14]“female anti-corruption fighters who inspire us” https://voices.transparency.org/8-female-anti-corruption-fighters-who-inspire-us (8 March 2019).
[15] Agm.
[16] Silvia Federici, Caliban ve Cadı. Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim. Üçüncü Basım. İngilizceden Çeviren: Öznur Karakaş. İstanbul: Otonom Cadı Kazanı Yayınları, 2017, s.32
[17] Zeynep Direk “Judith Butler: Toplumsal Cinsiyet ve Bedenin Maddeleşmesi” Cinsiyetli Olmak (Derleyen Zeynep Direk) 6. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018, s.81-82.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.