Bağımsız bir halk örgütü olarak varlığını sürdürürken bağımsızlık, eşitlik, özgürlük, barış, laiklik ve kadın özgürlüğü mücadelesinin öncü bir kuvveti olmuş, yaşı büyük ama hep genç kalan bir çınar Halkevleri
Her dönem halkın ortak çıkarlarını savunan, toplumsal mücadelelerin ihtiyaçlarına göre konum alan; bağımsız bir halk örgütü olarak varlığını sürdürürken bağımsızlık, eşitlik, özgürlük, barış, laiklik ve kadın özgürlüğü mücadelesinin öncü bir kuvveti olmuş, yaşı büyük ama hep genç kalan bir çınar Halkevleri
Halkevleri, 87. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Yaşı cumhuriyete yakın. Ümmetten yurttaşlığa geçiş mücadelesinin, halkın kendi kaderini eline alma mücadelesinin bir adı, halk aydınlanması pratiği ile kuruluşundan hemen sonra kısa sürede çok önemli görevler başarmış bir örgüt Halkevleri.
1945’lere gelindiğinde halkın içinde halkla birlikte yaptığı çalışmalar içinde yeşeren “ilerici yönü” birçok Halk Partisi yöneticisi tarafından bile ülkeye fazla görülmeye başlanmış, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti tarafından daha fazla tahammül edilemeyerek tıpkı kardeş kurumu olan Köy Enstitüleri gibi kapatılmış ilerici bir halk eğitimi örgütü. 1960’tan sonra Halkevleri’nde yetişen aydınlar tarafından tekrar kurulmuş; yükselen işçi sınıfı ve gençlik hareketi toplumsal yapıyı değiştirirken bu değişim içinde bizzat halk tarafından dönüştürülmüş bir halk örgütü. 70’li yıllarda bütün ilerici özelliklerini koruyarak yükselen halk hareketinin yanı başında yeşermiş devrimci demokratik bir kitle örgütü. Kapatıldığı 1980 darbesi sonrası başta Onursal Genel Başkan Ahmet Yıldız ve bir avuç Halkevcinin çabasıyla 1987 yılında küllerinden yeniden doğan; 90’lı yıllarda başta demokrasi mücadelesi görevleri ile kendini donatarak “halkın muhalefet evi” olmuş, 2000’li yıllarda neoliberal saldırganlığa, metalaştırma, güvencesizleştirme ve piyasalaştırma politikalarına karşı halkın hak mücadelelerinin örgütü olmayı başaran bir örgüt.
Her dönem halkın ortak çıkarlarını savunan, toplumsal mücadelelerin ihtiyaçlarına göre konum alan; bağımsız bir halk örgütü olarak varlığını sürdürürken bağımsızlık, eşitlik, özgürlük, barış, laiklik ve kadın özgürlüğü mücadelesinin öncü bir kuvveti olmuş, yaşı büyük ama hep genç kalan bir çınar Halkevleri.
Çoğu zaman hasımlarımız, bazen de dostlarımız “Eski Halkevleriyle bugünün Halkevleri’nin ilgisi yok” noktasında ortaklaşırlar. Bu yargı, yukarıda çok kısaca ifade ettiğim tarihsel süreç hesaba katılmadan ortaya atılır. Oysa açıktır ki Halkevleri tarih içerisinde her dönem kendine yol açmış, elbette değişerek dönüşerek ama bu toprakların ilerici toplumsal, siyasal, kültürel değerlerinin oluşmasında etkili olmuş, bu değerleri benimseyen özelliklerini de kaybetmeyerek bugünlere gelmiştir.
Bizce, bir mirası sahiplenmek ona körü körüne bağlanmayı değil, tarihine eleştirel bakmayı, o mirasın ilerici yönlerini geliştirerek bugüne ve geleceğe taşımayı gerektirir. Halkevleri mirasının hakkını vermek de sürekli yeniden bugünün koşullarını ve gereklerini değerlendirerek ama ve mutlaka asıl olarak emekçilerin söz, yetki ve karar hakkına sahip olduğu, üretenlerin yönettikleri bir dünya hedefiyle “Geleceğe Yürümek”le mümkün. Bin bir emek ve zorlukla ama hep onur ve mutlulukla bu mirası taşıyan bugünün Halkevcileri bu anlayışla hareket etmektedir.
Egemenler, sosyalistlerin, bu ülkenin bütün demokrat, ilerici öznelerinin tarihle bağlarının olmadığını iddia ederler. Bugün AKP iktidarı Osmanlı’yı yeniden diriltme masalıyla halkı uyutmaya, “Ortadoğu’ya hükmedeceğiz” diyerek sağ kitleleri avutmaya çalışıyor. Bizlere bu coğrafyada egemenlik sürmüş kim varsa onu “ecdadımız, atamız” olarak kabul ettirmeye çalışıyor. Peki bunu kabul etmiyorsak? Biz tarihe egemenlerin değil ezilenlerin gözü ile bakıyoruz.
Elbette bizler çok büyük bir tarihsel mirasın devamıyız. Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve günümüz Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bir miras. İnsanca yaşamak isteyen, vergi zulmüne, savaşlara yollanmaya itiraz eden, Anadolu’nun dört bir bucağında yüzlerce yıl isyan edenlerin torunları yani egemenlerin değil mücadele eden halkın torunlarıyız.
Ezilen, savaşlara yollanan, sömürülen halkın… Baba İshaklardan Şeyh Bedrettinlere, Celalilere; eşitlik özgürlük düşü için mücadele eden, can veren birçok ulustan Osmanlı devrimcilerine; Anadolu’nun işgaline karşı savaşanlara; Mustafa Suphilerden Denizlere, İbolara, Mahirlere; demokrasi, sosyalizm mücadelesinde yer almış, katledilmiş, bedel ödemiş bütün devrimcilere, kadın özgürlüğü için direnişi örgütleyen tüm kadınlara, doğasını korumak için bedenini siper edenlere, Gezi’de ayağa kalkanlara… saymakla bitmeyen tüm özneleri ve direnişleri ile onurlu bir tarihin mirasıyla bu topraklarda varız. Biat etmeyenlerin, özgürlük düşünden vazgeçmeyenlerin, direnişi örgütleyenlerin yeri hep ayrıdır.
Yüzyıllar öncesinde saraya kapaklanmayıp halkın yanında olanların türkülerinin bugün de söylenmesi de bundandır. Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Dadaloğlu’nu, Köroğlu’nu anlamamız, sevmemiz “bizden” olmalarındandır. Türküler, masallar, destanlar; acı günlerimizde yakılan ağıtlar; güzel günlerimizde çekilen halaylar, ezgilerimiz yüzlerce yıllık tarihten süzülüp bugüne gelen kültürel mirasımızdır… Bütün bunlar nasıl yüzyıllar öncesinin egemenlerinin değil de Anadolu halklarının ortaya çıkarttığı değerlerse bugün yine halk tarafından yaşatılmaktadır.
Halkevleri, yalnızca kendi tarihiyle sınırlı bir mirası değil, insanlığın evrensel değerleriyle birlikte bu topraklarda halka ait bütün mücadele tarihini, ilerici kültürel değerleri sahiplenmektedir. “Bu ülkenin gerçek sahibiyiz” dememiz bir mülkiyet iddiası değil, geçmişle kurduğumuz bağ ve barış içinde yaşadığımız eşit, özgür bir gelecek tahayyülünün gereğidir.
Halkevleri, emperyalizme karşı bağımsızlığı, faşizme karşı demokrasi ve özgürlüğü, gericiliğe karşı laikliği, sömürüye karşı insanca yaşamı ilke edinmiş bir halk örgütüdür. Bugün bu değerlerin ve mücadelemizin ülkemiz açısından yaşamsal bir öneme sahip olduğu ortada.
Emperyalist projelerin işbirlikçiliğinin yapılmasının, “egemenlik alanı genişletme” iddiası ile insanlık düşmanı cihatçı çetelerin dahi desteklendiği bir çizgi izlemenin ağır bedellerini hem Türkiye hem de Ortadoğu halkları ödedi. AKP iktidarının doğrudan ve en vahşi biçimde uyguladığı neoliberal program işte bugün üretim alt yapısı tahrip edilmiş, kamu hizmetleri ve varlıkları piyasalaştırılmış, doğası talan edilmiş, emekçileri güvencesizleştirilmiş, halkı çırılçıplak, hiçbir güvence ve koruma olmaksızın piyasanın insafına terk edilmiş bir ülke yarattı. Neoliberalizmin dünya çapında yaşadığı kriz, ülkede sermaye ve iktidarı koruyan politikalarla Türkiye halklarının sırtına yıkılıyor. Yaşam koşullarımız her geçen gün daha da kötüleşiyor, gıda dahil temel ihtiyaçlara ulaşmamız zorlaşıyor. Halkın eşitlik, onur, özgürlük istemi özgün bir faşizmle, tek adam rejimi ile bastırılmaya çalışılıyor, en temel demokratik hakları kullanmak yasak, hukuksuzluk, keyfilik, ağır bir siyasal şiddet ve savaş politikaları hüküm sürüyor, milliyetçilik ve şovenizm tetikleniyor. Siyasal İslam, sermaye, iktidar ilişkileri eğitimden toplumsal yaşama, kadınların yaşamından, “devlet kadrolarına” … her alanda dinselleştirme, dinsel gericiliği bir tür rejimin kurucu unsuru olarak işlevlendirme politikasını açık bir ayrımcılık, baskı, özgürlük yoksunluğu, toplumsal çürüme, çözülme olarak yaşıyoruz.
Türkiye’de neoliberal İslamcı ve faşist rejim yapısının en temel öğelerinden biri ise kadın düşmanlığı. Kadınların bedeni, yaşamı, emeği üzerinde kurulan tahakküm, özel ayrımcılık, baskı politikaları ve sistematik şiddetle kendini gösteren, erkek egemenliğinden güç alan ve onu besleyen bu kadın düşmanlığının geldiği boyut, kadınların en temel hakların ortadan kaldırılması bir yana kadınların varlığını hedef alan bir “savaş” noktasına tırmanmış durumda.
Tüm bu manzara, bizlere yalnız emeğin kolektif çıkarlarını bayrak edinmiş; anti-kapitalist, kadın özgürlük ideolojisini ve kurtuluş programını programının temel ve ayrılmaz bir parçası haline getirmiş, ekolojist, halk demokrasisini, halk yararına bir laiklik anlayışını, emperyalizmden bağımsızlığı, özgürlüğü, barışı savunacak bir solun, sol değerlerin bu ülkenin kurtuluşunun yolunu açabileceğini gösteriyor. Halkevleri, bu gerçeğin bilinciyle yol alıyor.
Elbette bu ülkede egemenler ve ezilenler açısından “hegemonya” mücadelesinin temel bir yüzünü de kültürel alan oluşturuyor. İktidarın “iktidar” olamamaktan şikâyet ettiği, çünkü bu topraklarda tüm asli değer ve üretimlerinin bahsettiğimiz sol, toplumcu değerlerle ilişkili oluştuğu bir alan bu.
Halkevleri olarak yüzlerce tiyatrocunun, edebiyatçının, müzisyenin yetişmesine katkı yapmış bir örgüt olmaktan onur duyuyoruz. Bir kültür sanat örgütü olma özelliğimiz kuruluşumuzdan bu yana sürüyor. 1932 sonrası çok daha geniş olanaklarla yüz binlerce insana okuma yazma öğreten; yüzlerce kitap dergi yayınlayan, kütüphaneler kuran; tiyatroya 1932-1951 arasına “Halkevi dönemi” denecek kadar önemli katkılar yapan; yüzlerce türkünün derlenmesini sağlayan bir yapıdan bahsediyoruz. Ancak bu özellik sadece ilk döneminde değil birçok olanağın elinden alındığı 1963 sonrasında da, 12 Eylül’ün ardından 1987 yılında tekrar açılışın ardından bugünlere gelen süreçte de devam etti. Örneğin son 20 yıllık tarihimizde binlerce insanı sanatçılarla, sanatçıları halkla buluşturduk. Sanatla ilişki kurmayı, yeteneklerimizi geliştirebilmeyi, üretmeyi bir hak olarak tanımladık. Her bir şubemizde tiyatrodan, müziğe, danstan sinemaya sayısız çalışmalarımız oldu. Binlerce çocuğu yaz çocuk buluşmalarında ağırladık; sanatla, bilimle tanışmalarını, üretmelerini sağladık. “Uçurtma çocuk” dergisi özgün bir çaba ve değer olarak bu tarihte yerini alıyor. Albümler, kitaplar yayınladık, festivaller yaptık. Düzenleyicilerinden olduğumuz ve yıl boyu pek çok ilde gösterimleri olan İşçi Filmleri Festivali bu yıl 14. kez izleyiciyle buluşacak.
Ancak elbette bunlar yeterli değil. Açık ki iktidar, toplumun kendisine rızasını sağlamanın bir yolu olarak “kültürel hegemonya” derdindedir. Yalnızca bu da değil, sanatın özü itibariyle bağımsız, çoğu zaman muhalif duruşu iktidar açısından bir rahatsızlık nedenidir. Sanatın toplumsal mücadelelerin yanı başında, içinde yer alması, içeriğinin çoğu zaman bu mücadelelerin etkisiyle oluşması hepimizin bilgisi. Bu yüzden iktidar kültür sanat alanını “haklı olarak” bir muhalefet cephesi olarak görüyor. Bu nedenle de günü geldi anlamadıkları sanatın içine tükürdüler, günü geldi kitabı bombadan daha tehlikeli gördüler, günü geldi heykelleri kaldırttılar, oyun yasakladılar, film sansürlediler, sanat eğitiminde baskılar devam ediyor. Aynı zamanda sanatçıları “elit”, halka uzak göstermeye çalıştılar, hedef gösterdiler, tutukladılar. Bir tür anti-entelektüalizm ve cehaletin yüceltilmesi söylemi bu saldırılara eşlik etti. Ama bir yandan da her zaman kendi “sanatçılarını” oluşturmak istediler. Zaten yanlarında olanlar yetmedi. Soldan satın almayı, devşirmeyi başardıkları da numuneler olarak kaldı. Son dönemde yandaşlaştırma, devşirme politikasıyla gazeteye röportaj verdirerek yandaşlaştıramadıklarına meşruiyetlerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. İktidarın meşruiyeti “aynı gemideyiz” dedirtilerek onaylatılmaya çalışılıyor, sol eleştirtiliyor. Bu siyaset aynı zamanda baskıyla, tehditle sürüyor. Rutkay Aziz, Müjdat Gezen, Metin Akpınar geçtiğimiz günlerde bizzat Tayyip Erdoğan tarafından hedef gösterildi, savcılar bunu talimat alarak harekete geçti, işsiz bırakılan, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan, sansürlenen, neredeyse sanatını icra etmesi yasaklanan sanatçılarımız var.
Kısacası kültürel alana dönük hegemonya politikası baskı ve tehditle, yandaşlaştırma, onay verdirtme, hiçbiri olmadıysa tarafsızlaştırma yani susturma siyasetiyle sürüyor. Elbette en sert baskı dönemlerinde bile kendisini ifade etme yolu bulan sanat iktidara teslim olmayacaktır. Ancak iradi bir çabaya ve mücadeleye ihtiyaç olduğu da açıktır. Sanatçıların hem kendi arasında, hem de halkla dayanışma içerisinde olması, yalnızlaştırılmaması için çaba harcanmalıdır.
Halkevleri tarihsel, güncel özellikleri ve yapısıyla bu konuyu temel bir mücadele başlığı olarak ele almaktadır, alacaktır. Her bir şubemiz kültürel, sanatsal çalışmalarını daha nitelikli, incelikli bir kültür politikası oluşturacak biçimde ele alacak, zenginleştirecek ve çok daha fazla insanla buluşmasını sağlayacak. Aynı zamanda sanatçılarımızla daha fazla dayanışma içerisinde olacak, halkla daha fazla buluşmaları için çaba harcayacağız.
87. kuruluş yıldönümümüzde başlattığımız “Okumak özgürleştirir” kampanyası bunun bir adımı. Yaşanan kültürel çölleşme ortamında edebiyat eserlerinin okunmasını, tartışılmasını, üretilmesini teşvik etmeyi amaçlıyor. Genel merkezimizin, 87. kuruluş yıldönümünde hazırladığı sergilerden, tiyatro oyunlarına, imza günlerinden çocuk atölyelerine uzanan programı önümüzdeki dönemde yapacaklarımıza bir örnek.
Halkevleri’nin bir mücadele, kültür sanat örgütü olmasının yanında en önemli özelliklerinden birisi de gündelik yaşama kattığı güzelliklerdir. Her bir şubesi bulunduğu yerin sosyolojik yapısına uygun özellikler kazanır. İlerici değerleri sahiplenen herkese kapısının açık olması, halkın hak mücadelelerini sahiplenmesi, en basit yerel sorundan ulusal çapta genelleşen ve halkın yaşamını doğrudan ilgilendiren her konuya faaliyetinin çeşitliliği; çalışmalarına katılım için katı üyelik şartlarının olmaması, her yaştan insanın bir arada bulunabilmesi birçok şubemizin aynı zamanda yerel halk örgütü olmasını sağlıyor. Diğer yandan kurumsal işleyişinin şeffaflığı, toplantıların isteyen herkesin katılımına açık olması da demokratik işleyişi güçlendiriyor. Bu nedenle yıllardır iktidar ve yandaşları tarafından sürdürülen kara propaganda halk nezdinde tutmuyor. Torununun elinden tutup Halkevi’ne gelen dede, işinden çıkıp “Halkevi’ne uğrayayım, arkadaşları göreyim, bir çay içeyim” diyen işçi, kamu çalışanı, mahallede kadın dayanışmasını kurmak için Halkevi’ni adres bilen kadınlar gerçeği biliyor. Kıt kanaat geçinen ama pazardan alışveriş yaparken biraz fazla alıp Halkevi’ne bırakayım diyen insanlarımız bu yüzden Halkevi’ni kendi evinden ayırmıyor. Halkevleri, neşede ve kederde bir arada olanların çatısıdır.
Halkevleri, aynı zamanda yıllardan beri bulunduğu her yerde dayanışma anlayışını gündelik hayatın içinde güçlendirmeye çalıştı. Ulusal ve uluslararası kampanyalara imza attı. Deprem mağdurlarına, savaş mağdurlarına dayanışma elinin uzatılmasına aracılık etti. Düzenlediğimiz her dayanışma kampanyasının başarılı olması Halkevleri’nin bu konuda rüştünü ispatlamasından, halkın güveninden kaynaklanıyor. Çünkü dost düşman herkes bilir ki Halkevi’ne teslim edilen malzeme dayanışma ihtiyacında olana mutlaka ulaşır, Halkevleri’nin çağrısı karşılık bulur. 87. yılımızda da Öykü Arin ve tüm lösemili çocuklar için başlattığımız donör olma kampanyası ülke çapında devam ediyor.
Bahsettiğimiz çalışmaları elbette yeterli görmüyoruz. Ülkemiz bu koşullar altındayken halkımızın Halkevleri’ne ve onun gibi örgütlere daha çok ihtiyacı var. Daha fazla insanla yol yürümeyi başarmak, çalışmalarımızı zenginleştirmek, dayanışmayı güçlendirmek, daha büyük bir halk örgütü olmayı başarmak Halkevcilerin gerçekleştirmesi gereken sorumluluklar, biliyoruz.
Halkevleri’nin tarihsel kimliği, yürüttüğü mücadele ve çalışmalar iktidarlar tarafından her zaman hedef tahtasına konulmasına yol açtı. AKP de iktidara geldiği ilk günden itibaren böyle bir politika güttü. Bir zamanların iktidar ortağı, eskinin cemaati şimdinin “FETÖ”sü bunun için çok çalıştı. Kumpas operasyonlara, senaryolara taş çıkartan iddianamelere maruz kaldık. “Terör yuvası” saçmalıklarından haber uyduran Zaman Gazetesi’ni mahkemelerin tazminata mahkûm ettiğini de gördük. Elbette onların suçlamalarının yalan, bizim onlarla ilgili tespit ve iddialarımızın da gerçek olduğu ortaya çıktı. Fakat iktidarın Halkevleri’ne yönelik politikası tabi ki değişmedi. Son bir yıl içerisinde MYK üyemiz Kutay Meriç tutuklandı, Halkevleri Eş Genel Başkanı olarak ben ve 8 arkadaşım gözaltına alındık, tutuklanma talebiyle sevk edildiğimiz mahkeme tarafından serbest bırakıldık. Geçtiğimiz aylarda Ankara’da beş şubemizin başkanı gözaltına alındı, aynı şekilde serbest kaldılar. Başta yine Ankara ve İzmit’te şubelerimiz çocuklarla yaptığımız çalışmalar üzerinden uydurma gerekçe ve bahanelerle mühürlendi.
En son ise 1960’lı yıllardan bu yana taşıdığımız, 2011 yılında bakanlar kurulu kararıyla kaldırılan ve yürüttüğümüz hukuki mücadele sonucunda geri aldığımız “kamu yararına dernek” statümüz İçişleri Bakanlığı talimatıyla tekrar kaldırıldı. Açıkçası “kamu yararına dernek” statüsünün ne faydasını görüyordunuz sorusuna verebilecek cevabımız yok, ne bir mülk, ne bir maddi kaynaktan yararlandık. Ancak bu statünün tarihsel bir anlamı var. Bugün din taciri, yandaş dernek ve vakıflara bu statü peynir ekmek gibi dağıtılıyor. Kamu kaynaklarının, binalarının, arazilerin, her türlü devlet imkânının devredilmesi kolaylaşsın diye. Halkevi’nin ise değil destek sadece engelleme gördüğü açık.
“Kamu yararı” mücadelemiz aynı zamanda bu yağmaya, talana karşı verdiğimiz mücadeledir. Bizim yürüttüğümüz bütün mücadele ve çalışmalar kamu yararınadır. İnsanca yaşam ve halkın hakları mücadelesi, demokrasi, laiklik, barış, eşitlik, özgürlük gibi temel değerleri savunmak kamu yararınadır. Kadınların eşitlik, özgürlük mücadelesi kamu yararınadır. Doğayı, kentleri, hayvanları korumak kamu yararınadır. Ve çocukları her türlü istismardan koruma mücadelesi, yüzlerini güldürmek için gösterilen her çaba kamu yararınadır. Tekrar edersek kamu yararı bir statü değil temel ilkemizdir. Halkevleri kamu yararına faaliyet yürütmeye devam edecek.
Evet, kuruluş yıldönümümüzde 87 yıldır bu topraklara kattığımız değerleri tekrar hatırlayacağız, hatırlatacağız. Bu çabaya omuz vermiş ve aramızda olmayan dostlarımızı sevgi ve saygıyla anıyoruz. Ülkemizin geleceğine dair umudumuzu büyütüyoruz. Umutlarımızın gerçekleşmesi için yol açmaya çalışıyor, mücadele ediyoruz. Halkevleri “Duvarsız ve sınırsız bir kardeş sofrası” kuranların, çalmayanların, haram yemeyenlerin örgütüdür. Kişisel çıkarları için değil halkımızın ve ülkemizin geleceği için bir araya gelenlerin çatısıdır.
O yüzden kuruluş yıldönümümüzün sloganı “Geleceğe Yürüyoruz”. Halkevciler bu ülkenin “güneşli güzel günlerine” inanan yurtseverleridir. Kendimize, beraber yürüdüğümüz dostlarımıza ve halkımıza güveniyoruz. Nice yıllara…
* Halkevleri Eş Genel Başkanı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.