Bazı eski Türk filmlerindeki zengin kadınların yoksullar için lüks mekânlarda yaptıkları yemeli-içmeli, kürk mantolu ve şampanyalı bağış toplama gösterileri gibi, bu yıl 8. kez Davos’ta toplanan evrenin efendileri dünyadaki eşitsizlikleri tartıştılar
Tıpkı bazı eski Türk filmlerindeki zengin kadınların yoksullar için lüks mekânlarda yaptıkları yemeli-içmeli, kürk mantolu ve şampanyalı bağış toplama gösterilerinde olduğu gibi, bu yıl sekizinci kez Davos’ta toplanan evrenin efendileri dünyadaki eşitsizlikleri tartıştılar
Kapitalizm tarihsel olarak ikinci büyük küresel krizini 2008 Finansal Krizi ve ardından gelen Büyük Resesyon ile yaşadı. Aradan geçen 10 yılda başta işçiler olmak üzere tüm emekçi kesimler, halklar büyük ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşadılar. Yatırımlar durdu, işyerleri kapandı ve işsizlik görülmemiş ölçüde arttı.
Bu 10 yılın sonunda işsizlikteki azalma ve istihdam artışı ancak esnek, güvencesiz, geçici ve düşük ücretli işlerdeki artışlarla sağlanabildi. Buna karşılık dünya borç stokları rekor düzeyde artarken, her an patlamaya hazır finansal balonlar şişirilerek dünya yeni finansal kriz ve resesyon tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldı.
Tüm bu gelişmelerin bölüşüme yansımaları da çok sert ve acımasız oldu. Gelir ve servet bölüşümü adaletsizliği daha da artarken, zengin-yoksul uçurumu daha da derinleşti ve bazı uluslararası raporların ileri sürdüğünün aksine dünyada yoksulluk azalmadı, arttı.
Kriz sonrasında bölüşümdeki adaletsizliğe ilişkin veriler (bazı uluslararası kuruluşların raporlarına ilave olarak) Oxfam adlı bir uluslararası yardım kuruluşunun düzenli olarak hazırladığı raporlarla da uluslararası kamuoyu ile paylaşılıyor. Geçen hafta bu kuruluşun “Halkın Refahı mı, Özel Servet mi?” başlıklı raporu[1] dünyadaki eşitsizliklerin nasıl giderek artmakta olduğunu gözler önüne serdi.
Raporun bulguları şöyle özetlenebilir:
Raporda bazı çarpıcı örneklere de yer veriliyor (s. 11-12). Örnek olarak; Mukesh Ambani, Forbes 2018 milyarderler listesinin 19. sırasında yer alan bir Hintli zengin. Anbai’nin sadece Munbai’deki evinin değeri 1 milyar doları buluyor (dünyanın en pahalı evi).
Amazon şirketinin sahibi ve Forbes 2018 listesinin ilk sırasında yer alan Jeff Bezos’un serveti ise 112 milyar dolara ulaşmış. Bu servetin sadece yüzde 1’i 105 milyon nüfuslu Etiyopya’nın sağlık harcamaları bütçesine eşit (bu arada Bezos servetini bundan böyle uzaya seyahat için harcayacağını açıkladı).
Bu savı destekler bir biçimde Uluslararası Çalışma Örgütü’nün son raporuna göre[2] reel işçi ücretleri son 10 yılın en düşük artışlarını sergiliyor. Öyle ki 136 ülkede ortalama işçi ücretleri 2016 yılında yüzde 2,4 ve 2017 yılında yüzde 1,8 artabildi. Merkez ülkelerde ise bu artışlar sırasıyla binde 9 ve binde 4 olabildi.
Ücret artışlarını çok düşük tutmanın yanı sıra, zenginlerin gelirlerinden alınan vergilere uygulanan oranların düşürülmesi ve genel olarak halka ve yoksullara dönük kamusal hizmetleri sağlamaya dönük sosyal harcamaların kemer sıkma önlemleriyle önemli ölçüde kısılması da, eşitsizliğin artmasında büyük rol oynadı.
Nitekim zenginler bir yandan servetlerindeki artışının keyfini sürerken, diğer yandan hem bireysel gelirleri, hem de şirketlerinin sağladığı kârlar üzerinden ödedikleri vergilerin düşürülmesiyle çifte bir mutluluk yaşıyorlar.
Öyle ki Merkez Ülkelerde zenginlerin nominal gelir vergileri 1970’te yüzde 62 oranından 2013’te yüzde 38’e düşürüldü. Azgelişmiş Çevre Ülkelerde ise zenginlerin ortalama gelir vergisi oranı yüzde 28’e kadar çekildi[3] . Bütçe açıkları sürdürülemez boyutlara erişmeseydi bu vergiler daha da düşürülecekti.
Diğer yandan söz konusu bu oranlar efektif (fiili) olmayan, yani kanunlarda yazılı olan resmi oranlar. Sermayedarlar, zenginler o kadar çok ve çeşitli muafiyet, istisna ve indirimden yararlanıyorlar ki efektifte ödedikleri verginin oranı çok düşük kalıyor. Bunun sonucunda da birçok ülkede en dipteki yüzde 10’luk kesim, en tepedeki yüzde 10’luk kesimden çok daha yüksek oranda vergilendirilmiş oluyor.
Oysa en zenginlerden alınacak binde 5 oranındaki bir servet vergisi ile yılda 418 milyar dolarlık bir vergi geliri yaratılarak bugün okula gidemeyen bu çocukların okula gitmesi sağlanabileceği gibi, sayıları yılda toplamda 3,3 milyonu bulan hastanın yaşaması da mümkün olabilecek.
Artan eşitsizlikler küresel çapta aşırı yoksulluğun azaltılmasını da engelliyor. Raporun Dünya Bankası’na dayanarak ileri sürdüğüne göre, 2013 yılından bu yana, günlük 1.90 doların altında gelire sahip olanlar olarak tanımlanan “aşırı yoksul” sayısındaki azalma giderek yavaşladı. Tam tersine özellikle de Sahra Altı Afrika ülkelerinde aşırı yoksullukta bir artış gözlemleniyor. Bu da insanlığın giderek yoksulluktan kurtulduğu iddialarının gerçek olmadığını gösteriyor.
“Mutlak yoksulluk” ölçüsü olarak günde 5,50 doların altında gelir elde etme ölçütünü kabul eden Dünya Bankası’na göre bu rakamın altından gelir elde eden insan sayısı 3,4 milyar civarında. Bu mutlak yoksulların büyük bir çoğunluğunu, krizlerin de an ağır yükünü taşıyan kadınlar ve çocuklar oluşturuyor.
“Göreli yoksulluk” ise artmaya devam ediyor. Zira Dünya Eşitsizlikler Raporu’na göre, 1980-2016 arasında en yoksul yüzde 50’inin 1 dolarlık gelirlerinde sadece 12 centlik bir artış olurken, en zengin yüzde 1’inkinde 27 centlik bir artış yaşandı[4].
Bu raporun yayımlandığı günlerde dünyanın binlerce zengininin ve politikacısının her yıl düzenli olarak buluştukları Davos toplantılarından biri daha yapıldı.
Bu toplantılara yukarıda anlatılan süper zenginlerin kendileri ya da temsilcileri katıldı. Bu seçkinler İsviçre’ye büyük ölçüde özel jetleriyle uçtular ve dağ kasabası Davos’taki lüks otellerine limuzinleriyle geldiler. Bir habere göre bir haftada neredeyse 1,500 jet bu amaçla İsviçre’ye uçtu[5]. Bir hesap yapılsa, muhtemelen dünya tarihinde metre kare başına düşen servet miktarının bu denli fazla olduğu bir toprak parçasının ve zamanın daha olmadığı görülecektir.
Tıpkı eski bazı Türk filmlerindeki zengin kadınların yoksullar için yaptıkları lüks mekânlardaki yemeli-içmeli, kürk mantolu ve şampanyalı bağış toplama gösterilerinde olduğu gibi, bu yıl sekizinci kez Davos’ta toplanan evrenin efendileri dünyadaki eşitsizlikleri tartıştılar.
Kuşkusuz eşitsizliklerle ilgili tartışmalar resmi ve özel toplantıların merkezinde değil, sınırlarında yer aldı, aslında sadece uluslararası kamuoyuna yapılan açıklamalarda yer buldu. Böylece dünyanın efendileri gelir ve servet eşitsizliklerine duyarsız kalmadıklarını göstermeye ve hala insan oldukları görünümünü vermeye çalıştılar. Öyle ki bu seneki asıl temaları olan küresel ısınma, popülist yükseliş ve ticaret savaşlarının dahi eşitsizliklerle ilişkilendirilerek tartışıldı izlenimi verildi.
Onları eşitsizliklerle ilgili bir şeyler yapmaya zorlayan asıl neden ise kapitalist sistemin yol açtığı bölüşüm ilişkilerinin artık giderek dayanılmaz boyutlarda eşitsiz ve adaletsiz bir hal alması. Bu da küresel çapta protestolara neden oluyor. Öyle ki sadece geçen yıldan bu yana başlayan Sarı Yeleklilerin eylemleri değil, aynı zamanda Davos’ta başka grupların da protesto eylemleri vardı.
Davos’taki özel oturumlarda bu seçkinler kendi ülkelerinde işçilerini nasıl daha ucuza, güvencesiz, sağlıksız ve iş güvenliğinden uzak ortamlarda çalıştırarak, işbaşına getirdikleri hükümetler sayesinde ödemeleri gereken vergileri düşürterek, özel ilişkilerle çok kârlı kamu ihalelerini alarak, kamu-özel işbirliği (KÖİ) gibi yöntemlerle milyar dolarlık ihaleleri alırken riski kamunun ve vergi mükelleflerini sırtına yıkarak kârlarını ve servetlerini artırdıklarına ilişkin deneyimlerini birbirleriyle paylaştılar.
Ancak uluslararası kamuoyuna dönük açıklamalarında bu özel paylaşımlardan hiç söz etmeksizin; “küresel ısınma sorunları”, “artan eşitsizlikler” ve “artan popülizm” ile nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda önerilerde bulundular. Böyle bir davranış ikiyüzlü burjuva ahlakının tipik bir özelliği.
Bu seçkinler içinde dünyanın en büyük yatırım fonu şirketinin sahibi olan Ray Dalio’nun, Alexandria Ocasio-Cortez adında ABD’li genç bir politikacının gündeme getirdiği ve 10 milyon dolar ve üzerinde geliri olan zenginlerin vergi oranlarının tıpkı 1980 öncesinde olduğu gibi yüzde 70’e yükseltilmesi önerisine karşı verdiği tepki çok önemliydi. Dalio bu öneriyi sadece faydasız bulmuyor, ayrıca çok zararlı buluyordu[6].
Böylece Davos’taki seçkinlerin sözde duyarlılıklarının “sosyal içerme” ve “herkes için refah” gibi içi boş sözlerle sınırlı kaldığı ortaya çıkmış oldu.
Bize zarar vermeyen bir eşitlik söyleminin bizce bir mahsuru yok!
Bu nedenle de gelir ve servet eşitsizliği ve vergileme gibi alanlardaki yaptığı önemli çalışmalarıyla ünlü bir iktisatçı olan Milanoviç bu yılki Davos’u “öncekilerin aynı olarak niteliyor” ve bu toplantıları aynı zamanda makalesinin de başlığı olan şu başlıkla çok iyi tarif ediyor:
“Hiçbir şey yapılmaması şartıyla, Davos’un seçkinleri eşitliği savunmayı severler”[7].
Dipnotlar:
[1] Oxfam, PublicGoodorPrivateWealth, www.oxfam.org (January 2019).
[2] https://urpe.wordpress.com/…/ilo-global-wage-growth-lowest-… (26 November 2018).
[3] Oxfam, agr.
[4] FacundoAlvaredo, LucasChancel, Thomas Piketty, EmmanuelSaezandGabrielZucman, World Inequality Report, 2018, s. 8-9.
[5] https://nypost.com/…/nearly-1500-private-jets-to-land-at-cl….
[6] Hugh Son, “Billionaire Ray DaliosaystaxchangeslikethoseproposedbyAlexandria”, https://www.cnbc.com (23 January 2019).
[7] BrankoMilanovic, “Davos ElitesLovetoAdvocateforEquality – SoLong As NothingGets Done”, https://promarket.org (23 January 2019).
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.