Düşman ortamlarda çalışan dört kadın foto muhabir ile karşılaştıkları zorluklar ve işlerinin doğasında olan riske rağmen onlara güç veren şeyleri konuştuk
Düşman ortamlarda çalışan dört kadın foto muhabir ile karşılaştıkları zorluklar ve işlerinin doğasında olan riske rağmen onlara güç veren şeyleri konuştuk
1 Nisan 2017, Musul, Irak. Yakın zamanda ateşlenmiş bir havan topundan dumanlar yükseliyor ve ortam korkutucu bir şekilde sakin. Cepheden uzak olmasına rağmen alan hâlâ risk taşıyor.
Mısırlı foto muhabir Esma Waguih, ABD destekli Irak güçlerinin şehri IŞİD’den arındırmasına yönelik operasyonlar üzerine çalışıyor. Bir grup gazeteci ve İçişleri Bakanlığı’nın Acil Müdahale Birimi (ERD) ona eşlik ediyor. Alanı terk etmeye hazırlandıkları sırada yakınlarına bir havan topu düşüyor. Patlamada Waguih’in baldırına şarapnel isabet ediyor.
Sadece küçük bir yarayla kaçıyor ve bu durumun onu caydırmasına izin vermiyor. Dikişleri alındıktan sonra Waguih, hikâyesine devam etmek için Musul’a dönüyor – bu defa bölgeden kaçmaya çalışan ailelere yardım eden Irak polisini takip ediyor.
Waguih kariyerine serbest muhabir olarak başlamış, haberlerini desteklemesi için fotoğraflar çekmiş. “Başlangıçta kariyer için fotoğrafı seçemezdim çünkü Mısır’da -özellikle çatışma bölgelerinde- hiç kadın foto muhabir görmemiştim” diyor.
“Bu sektörde düşman ortamlardaki görevlerde genelde erkekler kullanılır, bu nedenle görevlendirmelere bel bağlamıyorum. Normalde bir yere gidip kendi projelerim üzerine çalışmak için kendime hedefler belirliyorum.”
Haberciliği onu birçok kez savaşın ortasına taşımış. Reuters Haber Ajansı’nda haber fotoğrafçılığı yaptığı sekiz yılda iki defa Afganistan’daki ABD’li denizcilerin arasına yerleştirilmiş. 2016 yılında bağımsız çalışmaya başlayan Waguih; Irak, Suriye ve Libya’da IŞİD’e karşı savaşan güçleri fotoğraflamış ve son zamanlarda ise Yemen’de çeşitli şehirlere giderek ülkede süregelen iç savaşın çatışan iki kanadını ele almış.
“Çalışmalarımın arkasındaki motivasyon, tüm muhabirlerin motive olduğu şeye benzemektedir -haberleştirmeyi sevdikleri hikâyeleri takip etmek” diyor Waguih. “Benim esas ilgi alanım Arap ülkelerinin siyasi, dini ve ekonomik sorunları. Ben hâlâ yazıyorum, özellikle muhabir eksikliği olan bir yerde olduğumda; bu yılın başlarında Hudeyde’de, Yemen’deyken olduğum gibi. Medyanın tamamı bir güce sahip fakat ben yine de fotoğraf çekmeyi tercih ediyorum, sanatsal bir kare veya önemli bir olayı anlatan bir kare ile zamanı durduruyorum.”
Waguih, Arap bir kadın olarak sektörde ona farklı davranıldığını söylüyor. “İnsanlar kadınların daha yumuşak muamele gördüğünü ve daha çok kabul edildiğini düşünür ancak bu bana hiç olmadı, özellikle serbest çalışan olduğumda,” diye açıklıyor. “Birçok durumda insanlar sizin bir yere girmenize izin vermek için büyük bir kuruluşun adını duymak istiyorlar ve bir kadın olmak bazen bunu daha da yavaşlatıyor.”
“Genellikle kadın fotoğrafçıların daha yumuşak hikâyeler üretmesi beklenir ve onlar savaş alanlarına gittiklerinde yalnızca kadınlarla ilgili sorunlara odaklanmalıdırlar. Sonuç olarak ben, neyin daha iyi satacağını göz ardı ederek neyi göstermek istiyorsam onun için fotoğraf çekiyorum.”
*
“Çocukken fark ettim ki kız değil erkek olsaydım hayatım daha kolay olacaktı” diyor Anastasia Taylor-Lind.
İngiliz foto muhabir; fotoğrafçı Don McCullin’in Vietnam Savaşı hakkındaki kitabını aldığında 16 yaşındaydı – bu anı kendisi için ilk aydınlanma anı olarak anlatıyor. “Daha önce savaş fotoğrafları görmemiştim” diye anımsıyor. “İkinci aydınlanma ise birilerinin işinin bunu fotoğraflamak olmasıydı.”
Taylor-Lind (şu anda 37 yaşında) belgesel fotoğrafçılık eğitimi almak için Galler’deki Newport Üniversitesi’ne gitmiş. O zamandan beri Suriye, Lübnan ve Ukrayna gibi ülkelerde yaşamış ve çalışmış. Son dört yıldır Ukrayna’nın doğusundaki devrim ve onu takip eden savaş üzerine çalışarak savaş haberciliği konusundaki kalıp yargılara karşı gelmeyi deniyor.
“Çatışmalar, yıkımın ve askeri harekatın epik sahneleri olarak sunuluyor ve bu bariz bir biçimde oldukça görsel bir şey” diyor Taylor-Lind. “Oysaki siviller -bütün savaşlardan en çok etkilenen insanlar- için bu durum genellikle o kadar da büyük veya sinematik değil.”
Projesi, “Meydan: Siyah Kareden Portreler” (Maidan: Portraits From the Black Square) 2014 yılında Kiev’deki Ukrayna ayaklanması sırasında oluşturulmuş. Taylor-Lind, protestocular Kiev’in Bağımsızlık Meydanı’ndaki (Maidan olarak bilinir) cephe barikatına doğu ilerledikleri sırada oradan geçenlerin analog portrelerini, kurduğu geçici portre stüdyosunda çekmiş. Savaşçılar, basit siyah bir perdenin önünde eğreti zırhlarıyla görüntüleniyorlar. Taylor-Lind, bu perdenin “ateş, buz ve dumandan oluşan aşırı derecede tahrik edici arka plan görüntüsünü sakladığını” söylüyor.
Bir TED konuşmasında “Ana akım medyada tanıdık ve tekrarlanan bir hâl alan çarpıcı görselleri dışarda tutmam gerektiğini hissettim” diye açıklıyor.
Taylor-Lind, sahadaki güvenlik bakımından riskleri, tıpkı kişisel hayatında yaptığı gibi azalttığını söylüyor. Londra’daki evinden, telefon üzerinden “Yaptığım her şeyde cinsiyetimi bilinçsizce göz önünde bulundurmak zorundayım” diye açıklıyor. “Tüm kadınların kendilerini korumak adına yaptığı tercihlerin aynılarını yapmak zorundayım.”
Cinsel saldırıya karşı korunmasızlık tabii ki büyük bir endişe fakat Taylor-Lind bunun düşman ortamlarda çalışmaya özgü bir sorun olmadığına dikkat çekiyor. Maalesef bu durum, her yerde ve her sektörde mevcut.
Taylor-Lind, gazeteci Kristen Chick’e “kadınlara bu sektörün içindeki bireyler tarafından uygulanan taciz ve saldırı” hakkında konuşanlardan biriydi. Columbia Journalism Review’da 2018 yazında yayımlanan bu makalede Taylor-Lind; övgüler alan foto muhabir ve VII Fotoğraf Ajansı’nın kurucu üyelerinden Antonin Kratochvil’in, ajansın Paris’te düzenlenen yıllık genel toplantısında “ellerini onun kalçalarının arasına nasıl kaydırdığı” ve “kıyafetinin üzerinden vajinasına dokunana kadar elini nasıl ileri ittiğini” detaylandırıyor. “[Saldırıya karşı savunmasızlık] yalnızca sahada değil foto muhabir çevreleri ile iletişim hâlinde olduğumda da ortaya çıkıyor” diye açıklıyor Taylor-Lind.
“Bu sektörde gözle görülür bir cinsiyet eşitsizliği var” diye devam ediyor. “Ayrıca ırk ve sosyoekonomik arka plan bakımından da eşitsizlik var. LGBTQİ topluluğunun ve engelli bireylerin temsili çok az. Bu meslek; dünyanın en zengin ülkelerinden beyaz, orta yaşlı, orta sınıf, heteroseksüel erkek egemenliğinde olan bir meslek ve bu her zaman böyle olmuş.”
“Dünyanın bir yarısı -ayrıcalıklı olan yarısı- diğer yarısını tasvir ederken foto muhabirlik nasıl kendini amacına uygun olarak nitelendirebilir?”
*
Batılı gazetecilerin aksine Fati Abubakar, fotoğrafını çektiği yerleri arkasında bırakıp gitme lüksüne sahip olmayan bir fotoğrafçı.
Kötülüğüyle ün salmış İslamcı direniş grubu Boko Haram, kendisinin memleketi olan Kuzeydoğu Nijerya’daki Maiduguri’yi ele geçirmeye başladığı sırada Abubakar 20’li yaşlarındaymış. “Borno’da yaşam, günden güne elde ediyoruz,” diye anlatıyor bana. “Bir an her şey oldukça normal, bir dakika sonra bütün şehir kepenk kapatmış çünkü asker, yakın bir köyde direnişçilerle çatışıyor veya şehre birden fazla intihar bombacısının geliyor olduğu haberi alınmış oluyor. Ne olacağını asla bilemiyorsunuz.”
Abubakar fotoğraf makinesiyle Borno eyaletinin günlük hayatını kaydediyor; genellikle Boko Haram’ın gerçekleştirdiği intihar bombası ya da çocuk kaçırma eylemlerine odaklanan, daha sansasyonel hikâyelerin peşinde olan ana akım medya tarafından görmezden gelinen alanları çekiyor. Çektiği fotoğrafları sivil bakış açısıyla ‘@BitsOfBorno’ adlı Instagram hesabından paylaşarak insanlara ayaklanmanın yanı sıra hayatın nasıl olduğunu göstermeyi amaçlıyor.
“Kültürel anlamda bizim toplumumuz oldukça muhafazakâr,” diyor, “dolayısıyla sokaklarda fotoğraf çeken bir kadın olmak bir meslek olarak görülmüyor. Bir Kanuri kadını iseniz evlenmeniz beklenir. Bazen onaylanmadığınızı hissedebiliyorsunuz; ben bunu görmezden geliyorum.”“Ayrıca benim toplumumdaki insanlar Müslüman bir kızın benim kadar özgür ruhlu ve maceracı olmaması gerektiğini düşünüyor” diye ekliyor. “Tabii ki her zaman bir hedef olma korkusu var, çünkü Boko Haram (kelimenin tam anlamıyla ‘eğitim yasak’), kadınların eğitim almasına ve bağımsız olmasına karşı.”
Bir gün, Maiduguri’de bir köprünün altında çekim yaparken ona neden sokak çocuklarını fotoğrafladığını soran bir kalabalık tarafından etrafı çevrilmiş. Ancak kendini açıkladıktan sonra durumun sakinleştiğini söylüyor: “Şehirde yoğun bir asker mevcudiyeti olduğu için durum her zaman aldatıcı ve gününüz o gün sokakta kimle karşılaştığınıza bağlı.”
Dikkatin önemli olduğuna inanan Abubakar, aynı zamanda korku ve paranoya içinde yaşamak istemediğini söylüyor. Genelde şehirde neler olup bittiğiyle ilgili bilgi edinmek için sosyal medyaya güveniyor. Riskli alanlardan uzak durarak sahne arkasında yaşananlara odaklanıyor – satıcılar ve kendi hayatlarıyla meşgul olan sıradan insanlar. “Bazı günler şiddetin dinmesini bekliyoruz, daha sonra bir veya iki gün içinde o insanları ziyaret edip hikâyelerini dinliyoruz,” diyor.
“Projeme başladığımdan beri çok şey değişti,” diye belirtiyor Abubakar. “Saldırıların sayısı azaldı ama tümüyle sona ermedi. Hâlâ ölümler ve küçük köylerde kaçırmalar oluyor, şehirdeki travma hâlâ ele alınmış değil ve bunaltıcı. Bu hikâyeleri işlemek içler acısı ve bazı insanlar asla iyileşemeyebilir.”
*
Yedi yıldır dünyanın çeşitli yerlerinde çatışmaları işleyen Nicole Tung, “Bence hem bu işi yapıp hem de biraz riske ilgi duymadığını söyleyen biri yalan söylüyordur,” diyor. “Ama buna bağımlı olmakla neden orada olduğunu bilmek arasında ince bir çizgi var.”
Hong Kong’da doğup büyümüş olan Tung; Libya, Mısır, Suriye, Lübnan, Irak, Türkiye ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi yerlerde çalışmış.
“Almak istediğim riskler konusunda çok dikkatli oldum” diyor. “Arkadaşlarım da dahil olmak üzere bu meslekte kaç kişinin yaralandığı veya öldürüldüğünü bilmek, durup düşünmeme sebep oldu ve benim, bazı şeyleri neden yapmam gerektiği ve belirli yerlere neden gitmem gerektiği konusunda daha düşünceli olmamı sağladı.”
“Bugün bile erkeklerle aynı imkânların bize verilmediğini düşünüyorum, özellikle çatışma alanlarında haber yaparken. İster fiziksel açıdan daha az kabiliyetli ister cinsel saldırıya daha açık görülmemiz yüzünden olsun, bunlar hâlâ başkalarının, bir hikâyeyi işlemek için kimi göndereceklerine karar vermek zorunda kaldıklarında bizim üzerimize kondurduğu ‘bariyerler’.”
Tung; Orta Doğu’da görev yapan kadın foto muhabirlerin çalıştıkları -ve genelde oldukça patriyarkal olan- ülkelerdeki cinsiyetçilikle de karşı karşıya geldiğini ekliyor. Fakat derinden ayrılmış bir toplumda kadınların ve erkeklerin dünyaları arasında geçiş yapabilme imkânı sağladığı için kadın olmayı bazen bir avantaj olarak görüyor.
Serbest bir çalışan olarak Tung, güvenlik için kurumsal destek almıyor. Güvenlik eşyaları ve sigortası dahil olmak üzere ekipmanının ana parçaları neredeyse tümüyle kendisi tarafından hazırlanıyor ve ücreti kendi cebinden çıkıyor. “Çalışmak için pahalı bir meslek” diye kabul ediyor. “Genellikle insanlar haberler için neden para ödememiz gerektiğini anlamıyorlar çünkü tüm bunların bir etmen olduğunu görmüyorlar.”
Kuşkusuz, gazetecilerin karşılaştığı yalnızca fiziksel tehlikeler değildir. Savaşın etkileri aynı zamanda psikolojik yaralarla da sonuçlanabilir. “Herkes travmayla farklı bir şekilde başa çıkıyor,” diyor Tung. “Ben zorlu bir görevden dönünce kendime biraz zaman veriyorum. Arkadaşlarımla konuşuyorum, dışarıda aktiviteler yapıyorum ve biraz ‘kafayı boşaltma zamanı’ geçiriyorum.”
“Şu an her zamankinden daha çok serbest çalışan var ve savaş alanlarında çalışalım ya da çalışmayalım, yine de birlikte çalıştığımız yayınların bize güvenlik ağları sağlamasına ve çalışmalarımız için ödeme almaya ihtiyacımız var. Bunun şu an için en büyük zorluk olduğunu söyleyebilirim.”
*
Tarih boyunca, önemli olaylardan bazıları bizlere beyaz erkek egemen bakış açısıyla nakledildi, özellikle savaş fotoğrafçılığı alanında.
Susan Sontag bir keresinde şöyle demişti: “Fotoğraf, her şeyden önce bir görme biçimidir.” Taylor-Lind, McCullin’in kitabını aldığı an değil sonradan fark etmişti ki o, savaşı McCullin’in gördüğü şekilde görüyordu. Bütün sesler önemsenmelidir. Hikâyelerin çeşitli bakış açılarından anlatılması önemlidir çünkü foto muhabirlik en nihayetinde kolektif tarihimizin bir parçası hâline gelir. Sektörde daha çok çeşitlilik, daha çok temsil oldukça bu hikâyeler de zenginleşecektir.
Savaş alanlarının herkes için tehlikeli alanlar olmasının yanı sıra gazeteciler eskiye kıyasla daha çok riskle karşılaşıyorlar, doğrudan kendileri hedef oluyorlar. Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (CPJ) göre, bu yıl [Ekim 2018] şu ana kadar 44 gazeteci öldürüldü. Fakat onlara güç veren, bu hikâyeleri anlatmanın dünyayı daha iyi anlamamıza katkı sağlayacağına olan sağlam inançlarıdır.
“Toplumun, dünyadaki çatışmalar ve krizlerle ilişkili olmasını sağlamak biz gazetecilerin görevidir” diye açıklıyor Tung. “İnsanların ilişkilenmesini sağlamanın yolu da güçlendirdiğimiz hikâyeleri insancıllaştırarak izleyicilerimize ortaklıklarımızı hatırlatmaktır.”
“Yaptığım şeyi yapmaya devam ediyorum çünkü ona inanıyorum. Ve gerçeğe inanıyorum.”
Ana görsel açıklaması: Ezidi ‘Güneşin Kızları’ taburu duraksama süresinde Sincar yakınındaki üslerinde dinleniyor (Kürdistan, Irak, 30 Ağustos 2016).
Bilindiği üzere ‘Güneşin Kızları’, kimileri daha önce IŞİD tarafından esir alınmış olan yüzlerce Ezidi kadından oluşuyor ve Kürt Peşmerge’nin eğitim, sermaye, silah desteği ile bu radikal gruba karşı savaşmaya çalışıyor. Hatun Hider, IŞİD’in Kuzey Irak’taki Ezidi halkına saldırmasından önce ünlü bir Ezidi şarkıcıydı. Fotoğraf: Nicole Tung.
[Huck Magazine’de 19 Ekim 2018’de yayımlanan İngilizce orijinalinden Gamze Yılmazel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.