Unutmasınlar ki; kapitalizm var olduğu, hele hele AKP iktidarda olduğu sürece devrimciler kendi ideallerini gerçekleştirmek için mutlaka mücadele edecek ve yollarını açacaklardır!
Unutmasınlar ki; kapitalizm var olduğu, hele hele AKP iktidarda olduğu sürece devrimciler kendi ideallerini gerçekleştirmek için mutlaka mücadele edecek ve yollarını açacaklardır!
“Onların doları varsa bizim de Allahımız var.” Çok değil, daha iki ay önce Erdoğan, Rize’de kurdurduğu kürsüden böyle ses veriyordu. Şahidi şıracı Bahçeli de bu hafta grup konuşmasında aynı perdeden ses verdi; “Senin doların varsa Türk milletinin imanı var.” Niye bunlar yine dine, imana sarıldılar? Çünkü ayarsız Trump ile bir türlü ayar tutturmayı beceremiyorlar. Ayarsız Trump, bir hafta önce “Eğer Türkiye Kürtlere saldırırsa, Türkiye’yi ekonomik yönden mahvederiz” diye tweet atınca seçimi kazanma planlarının altüst olacağı paniğine kapıldılar.
Erdoğan’ın Haziran 2015 seçimlerinden bu yana izlediği “seçimi, savaş ve şiddet ortamında yapma” taktiği artık ezbere dönüştü. Bu seçimde de bunu amaçladığı aşikardı. Hele hele Afrin’deki gibi bir sonuç alabilse bundan iyisi Şam’da kayısı olurdu. Hatırlanacağı gibi Afrin operasyonu öncesi de bol bol savaş naraları atılmış, sonra ABD’nin Suriye ordusu yerine TSK’ye yol vermesi YPG’nin kent merkezinden çekilme tercihine yol açmıştı. TSK ve cihatçı gruplar da ciddi bir direnişle karşılaşmaksızın Afrin’e bayrak dikmişti. Erdoğan da bu durumu miting meydanlarında bol bol kullanmıştı. Evdeki hesap buydu. Üstelik ABD’nin çekileceğini açıklaması da iştahı iyice kabartmıştı.
Ancak Trump’a hem ABD içinden hem de İsrail gibi “dış” aktörler tarafından verilen ayar, Suriye’den çekilme sürecinin dağınıklığına yol açmakta, dolayısıyla da alanda inisiyatif aralıkları oluşmasıyla sonuçlanmakta. Şimdilik bu durumu en iyi değerlendiren Şam yönetimi ile İdlip’i kendi kontrolüne alan Heyet-i Tahrir’uş Şam oldu.
Erdoğan içinse zaman aleyhe işliyor. ABD ya da Rusya’dan birini ikna edip bir an önce fethe çıkmalı ve “Suriye Fatihi” sıfatını ele geçirmeli; üstelik bunu en az zayiatla yapmalı. Onlara rağmen yapılacak bir operasyonun sonuçları öngörülemez, üstelik seçim öncesi büyük riskler taşır.
Erdoğan’ın masasında mutlaka konuşuluyordur, “YPG, ABD’den ya da Rusya’dan birinin kısmen bile olsa desteğini arkasına alıp bir direniş savaşını tercih ederse” nasıl sonuçlarla karşılaşırız? Ne de olsa bu müdahalenin sonuçları asıl olarak iç siyasete yani seçim sürecine tahvil edilecek[1]. Suriye’deki Kürt halkının büyük kayıplar vermesinin yaratacağı sonuç açıktır; bu, ulusal birlik yaparak Kürt illerinde seçime giren HDP’nin oy patlaması yapmasına neden olur. TSK’nin büyük kayıplar vermesi ise başta İyi Parti ve CHP’nin eline kullanabileceği büyük bir malzeme verir. Erdoğan’ın şimdiye kadar çizdiği profille bunları göze alması elbette mümkün çünkü hedefte yerel yönetimleri kazanmak var[2]. Ancak bu süreçte göze alamayacağı bir şey var: “Ayarsız Trump” ile karşı karşıya gelmek. Çünkü Trump’ın Allahı var mı bilinmez ama doları olduğu kesin! Seçim öncesi fırlayacak döviz kurlarının ne tür ekonomik, sosyal ve seçimsel sonuçlar doğuracağını en iyi Erdoğan biliyordur herhalde[3].
Erdoğan’ın bu planları karşısında oluşturulacak politikanın ayakları bellidir. İlk olarak adı ne konursa konsun, bu dönem savaşı hedefleyen bir tercih sadece ve sadece seçim kazanmaya dönük kirli bir tezgahtır. Bu gerçeğin en güçlü bir biçimde seslendirilmesi, savaştan yana olanların gerçek yüzlerini açığa çıkarmakta etkili olacaktır. İkinci olarak; Suriye’deki Kürt halkına karşı yeni cephelerin açılması Türkiye için emperyalistlere daha fazla yaslanmak anlamına geleceği gibi, bu savaşta cihatçı çetelerin kullanılması onları siyasal ve sayısal olarak palazlandıracaktır. Bu sonucun hem bu ülkede yaşayan halklara hem de bölge halklarına büyük zarar vereceği şimdiye kadar tekrar ve tekrar kanıtlanmıştır. Ayrıca ekonomik krizin halkın yaşantısını her geçen gün çok daha büyük ölçüde etkilediği bir dönemde kamusal kaynakların savaşa aktarılması, yönetenlerin kimin çıkarını kolladığının açık göstergesidir.
Bunlarla birlikte CHP ve İyi Parti’nin siyasal tercihleri Erdoğan’ı zorlamamakta, aksine ona istediği “oyun alanı”nı sunmaktadır. CHP’nin böyle bir pozisyon almasında, sol toplumsal muhalefetin CHP üzerinde bir baskı gücü oluşturmaması, CHP’nin yönetim kademelerinden az buçuk bile solcu olanların tasfiyesi ve kuşkusuz İyi Parti ile girilen işbirliğinin getirdiği zorunluluklar belirleyici olmaktadır.
HDP ise ortaklaşmış ve etkili bir siyasal akıl oluşturabilecek kadroların eksikliğinin sonuçlarını yaşıyor. Yıllardır bulundukları yerel yönetimlerde alternatif bir model oluşturmamış olmaları, yerel yönetim çalışmasını (tıpkı CHP gibi) sadece aday propagandasına indirgemelerine yol açmakta. Ulusal birliği sağlamak için hâlâ Öcalan mitine sarılmaları ise bir başka yetersizliğin ifadesi. Leyla Güven’in, Öcalan’ın tecridinin kaldırılması için başladığı açlık grevinin Kürt Siyasal Hareketi tarafından genişletilmesine ilişkin alınan karar, Kürt siyaseti için anlaşılabilir bir siyasal tercih olmasına karşın sosyalistler açısından yerel seçim öncesi isabetli ve doğru bir siyasi tercih olamaz. Hele hele bu eksene destek talebi Kürt Siyasal Hareketi’ne mensup olmayan sosyalistlerin durduğu yerin önemini kavramamak, önemsememektir.
Açıktır ki Erdoğan’ın seçimi kazanma taktikleri sadece savaş ve şiddet gösterileriyle sınırlı değil. İktidara sahip olmanın getirdiği olanakları sonuna kadar kullanacak. Binali’ye hem Meclis’te hem İstanbul’da ihtiyacı var; mevzuat, teamül boş verilebilir. Cumhurbaşkanlığı forsunu ilçe belediye başkan adayları için bile kullanılabilir. Önemli işlerden biri elbette AKP’nin operasyonel güçlerinin, seçmen oranlarına göre tahkimat yapmak, seçmen kayıtlarında birtakım oynamalar yapmalarını sağlamak gerek. Her araç kullanılmalı, her yol denenmeli.
Bunlar yeter mi, yetmez! Devlet hazinesi kullanılmalı, yeni borçlar alınmalı (ama örtülü ödenek muaf), halkın talepleri muhalefetin gündeme sokmasından önce giderilmeye çalışılmalı. Asgari ücret (AKP’den beklenmeyen oranda) yükseltilmeli, doğalgaza 31 Mart’a kadar zam yapılmamalı, hatta suya Ankara’da %30, Antep’te %21 indirim yapılmalı vs. vs.
Bunlar da yetmez! Dile de ayar vermek lazım. “Denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Şu para var ya nelere muktedir, şu kapitalizm nelere muktedir. Doğa şöyle olmuş böyle olmuş, umurunda değil. Orman falan kesiyor, götürüyor. Dikey mimari yapayım, malı götüreyim.” Şaka değil gerçek, bunları söyleyen Recep Tayyip Erdoğan, hani bildiğimiz malum şahıs! Daha bilindik bir üsluplu olanı da eklemek gerek “Bay Kemal’in dinlemesi lazım, elektrik fiyatlarında konutlarda %10 indirim yapıyoruz. Aynı şekilde konutlarda ve KOBİ’ler ile ticarethanelerde kullanılan doğalgazda %10’luk indirime gidiyoruz.”
Şimdi soru şudur; bunları yapmasına, söylemesine kim neden olmaktadır?[4] Bu sorunun yanıtı belli; emekçi halkın neoliberal politikaların yıkımına karşı açığa çıkan tepki ve talepleri, AKP tabanını da içeren bu toplumsal zemin üzerinde hak mücadelelerine dayalı bir siyaset inşa edilebileceğini öngörerek bunu somut bir hat olarak örgütleyen ve yıllardır mutlak bir inatçılıkla mücadele eden kent ve doğa hareketleridir, kent savunmaları, mahalle meclisleridir, kamusal hak mücadelesinden hiç vazgeçmeyen Halkevleri’dir. Yerel seçimlerde siyasal özne olmayı sadece aday çıkarmak olarak kavrayan ve kavratmaya çalışan siyasal öznelere (çoğu anlamayacak olsa da) bir siyaset dersidir bu. Ne yazık ki dersten ders alan sadece Erdoğan.
Açıktır ki CHP’nin başta İstanbul ve Ankara olmak üzere belirlediği adaylar toplumsal muhalefet kesimlerinin tepkisini çekmekte ve bu kesimlerin seçimden ve özellikle de seçim sürecinden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Tekrar etmekte yarar var, sadece yerel yönetim ekseninde bile ele alınsa halkın taleplerini politik bir program ekseninde propaganda etmek ve bu taleplerin yaptırıma dönüşmesini sağlamaya çalışmak bu sürece en doğrudan müdahale etmektir.
Bununla da yetinmeyip AKP belediyeciliğinin teşhiri, pekala solun tamamının ortaklaşacağı bir dille sürdürülebilir. Ortak söylem politikanın etkisini de büyütecektir. AKP’nin yağmacı, talancı, gerici, cinsiyetçi, mafyatik yerel yönetim modelleri zaten “malzeme sıkıntısı” çekilmesini engelliyor.
İnatçı ve karalı bir politik mücadele, AKP iktidarı çözülmeye başladığında onun yerine ilerleyecek iktidarın politik eksenini de güçlendirecek.
Unutmasınlar ki; kapitalizm var olduğu, hele hele AKP iktidarda olduğu sürece devrimciler kendi ideallerini gerçekleştirmek için mutlaka mücadele edecek ve yollarını açacaklardır!
Dipnotlar:
[1] Bu noktada hatırlatmakta yarar var. Artık Erdoğan’ın söylevlerinde “Esad’ı devirmek, Suriye’ye demokrasi götürmek” yer almazken “IŞİD’i temizlemek” gibi ifadeler de içi boş iddialara dönüştü.
[2] Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehirlerin kaybedilmesi sadece başkanlık rejiminin işleyişini sekteye uğratmayacak, AKP’nin hatta Cumhur İttifakı’nın gidişatını da topyekun etkileyecektir.
[3] Yine hatırlanacak olursa Erdoğan 2002’deki krizin üzerinden tek başına iktidar olma fırsatı yakalamıştı.
[4] Rüyasında gördüğü aksakallı dede bile olabilir ama Kılıçdaroğlu’nun olmadığı kesin.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.