Başkaldırının şahı değil, adeta şahbazı da var işçiler için, bir “ne yapmamalı” rehberi de. Alpman’ın kitabı, 12 Eylül’ü hükümsüz kılan Netaş grevinin hikayesini anlatıyor. Bugüne dersler çıkarmak şartıyla!
Netaş’ın hikayesinde direniş de var umut da, kazanım da yenilgi de. Başkaldırının şahı değil, adeta şahbazı da var işçiler için bir “ne yapmamalı” rehberi de. Alpman’ın kitabı, 12 Eylül’ü hükümsüz kılan Netaş grevinin hikayesini anlatıyor. Bugüne dersler çıkarmak şartıyla!
Büyük tarihsel olayları anlatırken söze doğrudan gerçekleştiği yıl ile başlamak gibi bir alışkanlık vardır. Netaş için de pekala böyle yapılabilir: “1986’nın kışında yürekleri ısıtan bir grev” deyip şairane bir girişe imza atabiliriz. Lakin bu giriş pek çok bilgiyi dışarıda bırakır: Kuruluş yıllarında fabrikanın harcına katılan alın terini, ilk sendikal örgütlenmeyi, sarı sendikaya karşı mücadeleyi, fabrikadaki örgütlenme biçimini, tabanın söz ve karar hakkını, işkolunun örnek toplusözleşmelerine imza atan iradeyi, ardından gelen darbeyi, darbecileri, hapishaneleri, geceler boyu süren işkenceleri, postal yerine kundura, üniforma yerine takım elbise giyen ancak demir yumruğunu işçilerin ensesinden eksik etmeyenleri, özgürlüğüne kavuştuğu anda yine sınıfına, fabrikasına koşanları, yine örgütlenenleri, yine mücadele edenleri, yine greve gidenleri, “Yapamazsınız” diyenlere yine kafa tutanları, grevcileri, işçileri, Emeğin Şövalyelerini… Nazım Alpman yazmış, işçiler okusun diye…
Nazım Alpman’ın kaleminden çıkan “Emeğin Şövalyeleri”, Netaş grevinin hikayesini anlatıyor. Bir dönemi farklı yönleriyle inceleyen Alpman, Netaş’ı, içinde bulunduğu tarihsel süreçle birlikte ele almış; ihtiyaç duydukça konu dışına çıkmakta da bir beis görmemiş. Böylece kitap gitgide zenginleşerek okura küçük bir yakın tarih turu sağlar hale gelmiş.
Alpman’ınki “içeriden” bir tanıklık. Hem eski bir Netaş işçisi hem de grevin yürütüldüğü dönemde şube sekreteri. Hem sendikalı bir işçi, hem sendika yöneticisi. Maden-İş’in örgütlü olduğu ’80 öncesinde işyeri temsilciliği ve baştemsilcilik gibi görevleri yürütmüş; 1986 yılında da Netaş grevini yürüten Otomobil-İş Sendikası’nın Ümraniye şube sekreteri imiş. Her bir pencereden görebildikleri yer almış kitapta. Dolayısıyla Alpman çok boyutlu bir olay anlatımı sunabilmiş.
Satırlar arasında dolaşırken bir anda işverenin fabrikadan mal çıkarmaya çalıştığı ihbarı geliyor, koşup gidiyoruz fabrikanın kapısına; birkaç sayfa sonra ise Grevle Dayanışma Şenliği’nin pankartlarını taşıyoruz. Bir yandan toplusözleşme sürecine hazırlanıyor, diğer yandan sendikal demokrasinin pratiklerini takip ediyoruz.
12 Eylül’ün ardından, “yaprak kımıldamıyor” demeyelim de, pek esintinin olmadığı bir ortamda patlıyor Netaş grevi. “‘12 Eylül sonrası’ diye yazıldığına bakılmasın, grevin başladığı 1986 yılı da ‘12 Eylül’ döneminin tamamen içindedir” diyor Alpman kitabın önsözünde. Darbe sırasında genelkurmay başkanı olan Kenan Evren, o yıllarda cumhurbaşkanı olarak karşımızda. Haliyle greve karar vermek de greve gitmek de bir yandan cesaret istiyor, diğer yandan “olmaz, yapılamaz”a karşı bir mücadele vermeyi gerektiriyor! Bir yandan polis, devlet, işveren, yani bilcümle karşı cephe “Ne zaman yenilecekler?” diye beklerken; diğer yandan tam yanıbaşındakilerin şüpheye düştükleri bir anda, grevi daha bir inatla savunmaktan, grev nöbetini daha sıkı tutmaktan başka bir yol kalmıyor Emeğin Şövalyeleri’ne. 12 Eylül’ün ardından yeniden büyük grevler, büyük eylemler yapılabileceğini gösteren Netaş, düşmana ders verdiği kadar dosta da ödevler çıkarıyor.
Bir solukta biten kitap okura şu soruyu sorduruyor: Netaş grevi kazanımla sonuçlandı mı? 1980 sonrasının “ilk” diyemesek de “ilk büyük” grevi Netaş; 2 bin 650 işçi katılıyor greve. Darbecilerin grev tüzüğü “İşyeri önünde bir pankart ve iki kişiden fazla bir şey bulunamaz” deyip grevi yalnızlaştırmak isterken bu kanunu hükümsüz kılan binlerce kişilik ziyaretlere ev sahipliği yapan Netaş! İşçileri “heyecanlandırmanın” kanun ile yasaklandığı grev alanında coşkunun bir an dahi eksilmediği Netaş!
Darbeyi çöpe atan, sıkıyönetimden kalma kanunları işlemez hale getiren, “Haydi şimdi grev yapın da görelim!” diyenlerin gözünün içine baka baka yürütülen Netaş grevi başarıyla sonuçlanmış mıdır? Evet sonuçlanmıştır! Netaş grevi, eş zamanlı örgütlenen Derby grevi gibi, ertesi yıl Kazlıçeşme’yi bayram yerine çeviren deri işçileri gibi ya da Petrol-İş’in 63 işyerinde birden gittiği Petlas grevi gibi, 1989 İşçi Baharı’na ve 1990’ı 91’e bağlayan kışı Ankara yolunda geçiren Büyük Madenci Grevi’ne uzanan bir yolu açmıştır. Varsın toplusözleşmesi eksik olsun, varsın istediği ikramiyeyi alamasın.
Ama zaten “Proletarya devrimleri durmadan kendi kendini eleştirirler, her an kendi akışlarını durdururlar, yeniden başlamak üzere, daha önce yerine getirilmiş gibi görünene geri dönerler, kendi ilk girişimlerinin kararsızlıkları, zaafları ve zavallılığı ile alay ederler; kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısında sürekli gerilerler, ta ki her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya kadar…[1]” dememiş miydik?
Türkiye Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler’in önderliğinde Kavel greviyle başlayan dönemin sınıf ve kitle sendikacılığı temelinde DİSK’in kuruluşuna uzandığı, ancak 1980 darbesiyle birlikte işçi sınıfının tüm örgütlerinin dağıtıldığı bir süreci yaşadık. Netaş grevi, tam da “daha önce yerine getirilmiş gibi görünene geri döndüğümüz” o anda başladı. Netaş’ın peşi sıra gelen büyük işçi eylemleriyle yeniden başardığımızı düşündük.
Şimdi Netaş’ın üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçti. Grev, yeniden adı var kendi yok bir hak olarak yasalarda yer almakta. “Milli güvenlik” bahanesi ile grev yapmak neredeyse imkansız bir hale geldi. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri toplamda 193 bin işçiyi kapsayan 16 grev yasaklandı. Olağanüstü hâl ile boğulan son iki yıl içinde tam 8 grev, yine bu yasakların muhatabı oldu.
Daha önce başardığımızı düşündüğümüz noktanın yine pek uzağında sayılmayız. Bugünden bakınca ilk girişimlerimizin kararsızlıklarıyla, zaaflarıyla ve hatalarıyla yüzleşmemize olanak sağlayan Emeğin Şövalyeleri, her türlü geri çekilişi olanaksız kılacak yeni bir yolun da taşlarını döşüyor işçi sınıfının önüne:
Hic Rhodus, hic salta![2]
Dipnotlar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.