Bir insanlık düşmanının ölümü – Mehmet Bayram

Yakın geçmişimizde eli kandan çıkmayan Bush’un daha önceki narkotik ilişkileri, Panama’daki savaş suçları pek hatırlanmıyor. Yazılacak olsa ciltler dolduracak suçlara imza atmış olmasını milliyetçi, ırkçı, savaşçı kesimin görmezden gelmesini anlayabiliriz ama ilericilerin de bu suçları unutmuş olmasını anlamak zor

Bu günlerde ABD’de ilerici olmanın kriteri Rusya’ya karşı ilan edilmiş düşmanlığa katılım. Rusya’nın ve Putin’in suçlu ya da masum olması pek önemli değil. Derin Devlet’in, Trump’ı alaşağı edeceğine inanılan “Rusya ile seçimleri etkilemiş olduğu” iddialarının arkasında olmak bir “ilericilik” ölçütü mesela.

Rusya ve Putin’i aşağılamanın ya da suçlu göstermenin en etkili söylemi de Putin’in eskiden, Rusya Sovyetler Birliği iken, gizli servis KGB’de 16 yıl hizmet etmiş olması. Yani gizli serviste, bir casusluk örgütünde çalışmış birisinin yönettiği bir devletle dostluk olur mu?

Ne gariptir ki, geçtiğimiz günlerde ölen ABD eski Başkanı G. H. Bush’un CIA adlı casusluk ve istihbarat örgütünün 11. Başkanı olduktan sonra ABD’yi yönettiği kimsenin aklına gelmiyor. Gelse bile bunu bir başarı olarak yorumluyor analizciler.

Tam bir “Kör ölür badem gözlü olur” tantanasının ortasında ABD.

George Herbert W. Bush

Hayatı insanlığa düşmanlık, savaş, ırkçılık, yalan, işkence ve narkotik ticaretiyle geçmiş birisinin cenazesinin ardından etrafta kuru tek bir çift göz görmek imkânsız.

Milliyetçi, düzen taraftarı, ırkçı ve kanun-nizam taraftarlarının acısını anlayabiliyoruz. Hatta, “Trump’a karşı olan herkes bizim dostumuzdur” diyerek Trump aleyhine saf değiştirerek Demokratlara oy veren bu Cumhuriyetçi eski başkana yakınlık duyanları da. Ama “ilericilik” adına hüngürdeyenlerin sırasında kendine sosyalist diyenleri de görünce insanın kafası karışıyor.

Demokrat Parti’nin ilerici kanadının başını çeken ve ilericilerin ve sosyalistlerin taktiksel olsa da savundukları, Elizabeth Warren, bu savaş suçlusu casus şefi, petrol baronu için ağlayarak, “George H. W. Bush, hayatını ülkesine hizmetle ve haysiyetle yaşamış bir vatanperverdir. II. Dünya Savaşı sırasında Deniz Kuvvetleri’ne girdiği andan başkanlığını sürdürmesine kadar halkına hizmete kendini adaması eşsizdir” diyor.

ABD’de başkanlığa kıl payı yaklaşmış ama Demokrat Parti’nin kanunsuz şekilde oylarını çalarak son anda “ilericilerin” kumpasında elenmiş sosyalist aday Bernie Sandersise tweet’inde: “G. H. Bush hayatını (üniformasıyla, Kongre’de, istihbaratta ve başkanımız olarak) hizmete ve liderliğe adamış birisidir. Tanrı Jeb Bush ve tüm Bush ailesine rahmet etsin. Biz de onun hatırasına bugün ve her zaman ‘daha nazik ve yumuşak’ bir ulus olarak saygı göstermeliyiz” diyerek saygısını göstermekte.

Demokratik Sosyalist Bernie Sanders’ın bahsettiği, eski başkanın -sanki alay eder gibi- savaşlara ve saldırılara başlamadan hemen önce kendi iktidarının sloganı olarak ilan ettiği yönetim metodu ‘daha nazik ve yumuşak bir ulus’ sloganıydı. Ne gariptir ki savaştan savaşa koşan bu başkana kimse yaptığıyla söylediği arasındaki keskin çelişkiyi sormadı.

Biz burada “Ölenin ardından kötü konuşulmaz” saçmalığını bırakarak, bu cani savaş suçlusunun yaptıklarına kısa bir özet olarak değinelim. Yalnız, hatırdan çıkarmamakta yarar var ki, ABD Başkanı’nın yaptıkları kişisel eğilimler olsa da işlenen insanlık suçları emperyalizmin lideri bir ülkenin mecburi politikalarıdır. Obama, Trump, Bush, Clinton gibi aktörler gelir ve geçerler ama emperyalist dönemin parsasını toplamaya soyunmuş bir ülke, eğer bu konumunu korumak istiyorsa elini kandan temizleyemez. Bu kanı durdurmak da Bush’u Clinton’la, Trump’ı Obama ile değiştirmekten değil, yani emperyalizme daha insancıl ve iyi bir başkan aramakla değil, sömürülen halkların dünyada bu sömürüye karşı ayağa kalkmasıyla mümkün olur.

Panama saldırısı

Bush , sanki kendi döneminde ABD ordusundaki kadın askerlere yönelik korkunç seviyelere çıkan ordu içi cinsel taciz ve tecavüz suçlamalarıyla alay eder gibi 1989 yılında Orta Amerika ülkesi Panama’ya saldırıp işgale başladı. Yıllardır kendi kadın askerlerinin cinsel taciz feryatlarına kulak tıkayan ve suçlular için hiçbir ciddi soruşturma ya da cezai işlem başlatmayan Bush, Panama’yı “Bir Amerikan kadın askerine yapılan hayasızca saldırıyı cezalandırmak için” işgal ettiğini açıklamıştı! Belki modern insanlık tarihinde ilk kez bir “kadın davası” bir ülkenin 5.600 km ötesindeki başka bir ülkeye saldırısına sebep olmuştu. Ya da tabii ki, işgal etmek için başka bahanesi kalmamış bir kabadayının uyduracağı “namus sorunu” hikayesiydi bu.

Olaylar, gece Panama Ordusu Merkez Komutanlığına giden yola giren ve yola barikat kurmuş Panama askerlerine kimlik vermeyen ve zorla geçmek isteyen bir araba dolusu Amerikan askerinin provokatif bir şekilde bir anda gaza basıp komuta merkezine doğru hızla girmeye çalışmasıyla başlamış, zorla girmeye kalkan arabaya ateş açan Panama askerleri arabadaki bir kişiyi vurarak öldürmüş, birisini de yaralamıştı. Bu arada gene Amerikalı bir çift de aynı yerde ve zamanda olaya karışmış, bu yüzden sorgulanmak için gözaltına alınmışlardı. Bush’un “kurtarmak” pozlarına girdiği kadın asker de bu Amerikan askeri saldırısı olayına karışan çiftin subay eşiydi. Amerikan askeri kadının bu önceden planlanmış saldırının yerinde ve zamanında orada olması, çok iyi İspanyolca konuşması ve daha Panama’ya geleli bir gün olmasına rağmen Panama hakkında çok ve detaylı bilgisi olması Panamalılarda kadının da saldırının bir parçası ve istihbaratçı olduğu şüphesini yaratmış ve sorguya alınmıştı.

Ancak sorun tabii ki Amerika’nın “namusunu” kurtarmak değildi. Panama’nın diktatörü Noriega yıllardır CIA ile sıcak ilişkiler geliştirmiş, onların icazetiyle boğazına kadar narkotik ticaretine girmiş, Panama’yı ABD askerlerine ve üssüne açmış bu yüzden de ABD’nin toleransıyla iş gören bir yerel kabadayı olarak çalışmaktaydı. Ancak son zamanlarda biraz dikleşmiş, Panama Kanalı’nın anlaşmalar gereği birkaç yıl sonra Amerikan korumasından kendisine geçeceği bilindiğinden daha bir itaatsizliğe başlamıştı. Bu yüzden “müdahale edilmesi” gerekiyordu.

George H. W. Bush Panama’nın işgalini ve Noriega’nın yakalanarak ABD’ye getirilmesini emretti. Çıkan savaş, Panama askerinden çok Panamalı yoksullara karşı ABD’nin, dünyanın diğer yerlerinde de gösterdiği vahşetin aynısı ve hatta daha da fazlasıydı. Panama yeni Amerikan silahlarının denendiği bir laboratuvar haline geldi. Verilen emirle öldürülen sivil Panamalıların sayılmasının açıklanması yasaklandı. Amerikan ordusu saldırının daha ilk 14 saatinde 417 bomba attı. Bunların çoğu yoksul, gecekondu bölgelerindeki sivil halka karşı atılıyordu. Amerikan askerleri ellerinde meşalelerle yoksul mahalleleri dolaşıyor tüm sokaktaki evleri ateşe veriyorlardı. Yoğun bombalı saldırı ilk 4 dakikada 66 bombayla başladı. Bu vahşet 42 gün sürdü. 314 Panamalı askere karşın 23 Amerikalı asker yaşamını yitirdi. Amerikalılar tarafından sayılmasa da Panama insan hakları kurumlarınca 556 sivil ölü ve 66 kayıp bildirildi.  Fakat Amerikalı ilerici eski Adalet Bakanı Ramsey Clark bile binlerce sivilin öldürülmüş olduğunu kayda geçti.

Bush bütün televizyon kanallarını ya bombalatmış ya da kapatmış, sadece tek bir kanalı açık bırakmış, orada da kendi suratını ekrana koyarak altına İspanyolca “adil sebep” yazdırmıştı. Yani, “Beni size saldırtmaya siz sebep oldunuz, bu savaşın suçlusu sizsiniz” mesajı!

Milli radyodaki spiker tam da “Ülkemiz saldırı altındadır, eli silah tutan herkesin bu Amerikan saldırısına karşı direnmesi bir vatan borcudur” derken Amerikalılar tarafından bombalanan radyo istasyonunda öldürüldü. Evinden dışarı burnunu çıkaranlar Amerikalılarca sorgusuz sualsiz vuruluyordu.

Panama’da ABD askerleri tarafından öldürülmüş siviller.

Ama düşmanın helikopterleri, makinalı tüfekleri, yasadışı fosforlu bombaları da olsa, halk gene de bu çağrıya kulak veriyor, vatanları için, ellerine geçirdikleri bıçaklarla sokaklarda Amerikan askerlerine karşı çıkmaya çalışıyorlardı.

Daha sonra yakalanan Noriega ABD’ye getirildi ve indirilmiş 17 yıl hapis cezasını çektikten sonra Fransa’ya gönderildi, orada da 7 yıl hapse mahkûm oldu ve 2011 yılında Panama’ya gönderildi. Panama’da da mahkûm olan Noriega sonunda 2017 yılında beyin tümöründen yaşamını yitirdi.

Bush ailesinin geçmişi: Nazi işbirlikçiliği

Bu günlerde nazik yemek toplantılarında konuşulması nahoş olsa da Bush ailesinin zenginliği ve yükselişi Nazilerle açıktan işbirliğine dayanıyor. Ailenin büyüğü G. H. W. Bush’un babası bir senatör olan Prescott Bush. Senatör olup da zengin olmayan mı var? Allah da Prescott’a “Yürü ya kulum” demiş. Bu yürüyüş de Prescott Bush’u Hitler’i başa geçirmekten, Nazilerle mali işbirliğine ve, evet, evet, ABD’nin faşistlerin eline geçmesi için darbe teşebbüsüne kadar getirmiş.

Prescott Bush.  G.H.W. Bush’un babası, G.W. Bush’un dedesi.

Nurnberg mahkemeleri sırasında Nazi Almanya’sının baş sanayicisi ve Nazi işbirlikçisi Çelik Sanayicisi Fritz Thyssen bülbüller gibi ötmeye başlamıştı. Durmak bilmeyen ifadelerinde sorgulayıcıların bile akıl edemedikleri iş ilişkilerini anlatıyordu Thyssen. Durmadan kendisine sorulan, “Nazi hesaplarındaki paraları nasıl gizli gizli başka bankalara aktardın?” gibi aptalca sorulara yanıtı hazırdı. Herhangi bir gizliliğe ya da saklamaya gerek yoktu ki. Bütün senetler, dokümanlar, sahiplik belgelerini Berlin’den Hollanda’daki bankaları aracılığıyla New York’taki yakın dostu Prescott Bush ve oğlu George Herbert W. Bush’a aktarmaktaydı! Yani bir ABD senatörü ve daha sonra CIA’nin başına geçecek ve ABD başkanı olacak oğlu G. H. W. Bush gözbebeklerine kadar Nazi paralarının aklanması işlemine batmışlardı.

Sadece bu kadar da değil, daha Nazizm’in doğuşu ve yükselişi döneminde de Prescott Bush’un başında olduğu şirketler Nazilere, yükselmeleri için yardım etmişlerdi. Bu iş ilişkileri 1942’ye kadar sürmüş ve ancak devlet “düşmanla işbirliği yaptığı” gerekçesiyle mal varlığına el koyunca durmak zorunda kalmıştı bizim Bush’un sevgili babacığı Prescott. Hatta 60 yıl sonra Nazilerin elinde Auschwitz temerküz köle kampında köle olarak çalıştırılanlar Bush’lar aleyhine tazminat davası açmışlardı. Hatta bir Nazi savaş suçları savcısına eldeki delillere baktıktan sonra Bush’lar için “düşmana yardım” suçundan dava açılması gerektiğini söyletecek kadar ciddiydi durum.

Prescott Bush ve Hitler o güzel günlerde beraberce.

Ama söylemekte yarar var ki, ne dava açıldı, ne de bu kadar korkunç bir suçlama altında olan Bush ailesinin bu yüz kızartıcı durumu ana akım medyada ele alındı. Hele Bushların Nazilere yardımının sadece onların yükseliş dönemlerinde değil, ABD’nin Almanya’ya karşı savaşa girmesinden bir yıl sonrasına kadar devam etmesi nedense basının pek ilgisini çekmedi.

Tabii faşistlere yardım ve destek Bush ailesinin tekelinde değil. Ford ve GM otomobil fabrikaları da Nazilerin yanı başında olan şirketler. Kaç kişi biliyor acaba, savaş sonrası Almanya’da Naziler için askeri malzeme yapan bu Amerikan şirketlerinin savaş sonrasında dava açarak Amerikan bombardımanları sırasında fabrikalarının uğradığı zararlar için kendi ülkelerinden tazminat talep edip kazandıklarını?

Ancak gerek iş gereği gerek ideolojik olarak Nazizm’i desteklemek başka, onlarla işbirliği yaparak 1934’de devleti ele geçirmek için bir darbeye karışmak bambaşka.

Hükümetin bankerlere yeteri kadar taviz vermediği, altın destekli dolarla verilen banka borçlarını ucuz dolarlarla ödemeye niyetlendiğini sandıkları ve halka çok yüz verdiğini düşündükleri Başkan Franklin Delano Roosevelt’e karşı iş çevreleri bir darbe girişimine hazırlanırlar. Darbeyi yapması için de popüler bir general olan Butler’a başvurdular. Ancak dürüst bir asker olan Butler, harekatın arkasındakileri tanımak ister ve bunların tamamen bankerler, zenginler, NAZİ işbirlikçileri, kapitalistler olduğunu anlayarak darbeyi açığa çıkartır. Bu günlerde Bush ailesi Hitler’le sıkı fıkı işbirliği içinde ve darbe sonrası ABD-Almanya arasındaki ilişkileri yürütmek göreviyle beklemekte ve darbeye destek vermektedir.

Bush ailesinin geçmişi: Narkotik Ticareti.

Bu ne biçim bir aileyse, her bir aile ferdi devletin ve idarenin bir yöneticisi olmuş. Sanki bir Ortadoğu ülkesini anımsatıyor!

Baba Bush, G.H.W. Bush CIA başkanı ve sonra ABD başkanı. Bir oğlu gene ABD başkanı. Öteki oğlu Florida eyaleti valisi. Her birisi ne hünerlerle devletin başına gelmişler.

Başkan olan oğul G. W. Bush’a gelmeden önce Florida valisi oğul Jeb Bush’un hünerlerine bakmakta yarar var.  Trump’a karşı başkanlık yarışına da giren ama aptalca ve utanç verici bir tutuklulukla ağzını bile açamadığı TV hezimetleriyle adaylığı kaybeden Jeb Bush’un bilinmeyen hünerleri arasında kardeşinin başkan seçildiği seçimlerde Florida’da nasıl oy cambazlıkları yaptığı ve açıktan yasadışı yollarla halkın oy vermesini engellemesi olayları da var.  Florida’da keyfi olarak siyahi vatandaşların oy vermesinin engellenmesi kumpaslarının mimarı Jeb Bush.

Ama bu daha ne ki. Jeb Bush’un daha da az bilinen tarafı kimlerle sıcak dostluklar ve iş arkadaşlığı kurduğu. Daha Florida eyaleti valisi olmadan bile Meksika’nın eski başkanı Carlos Salinas de Gortiari’nin kardeşi Raul Salinas de Gortiari ile sıkı fıkı iş dostluğu kurmuştu Jeb. Burada dikkat edilmesi gereken Raul’un tüm dünyaca bilinen, özellikle de İsviçre savcılığına göre bir narkotik kartelinin başı olması. Jeb’in babası Bush’un Reagan’ın yardımcısı olduğu dönemlerde CIA denetiminde Latin Amerikan ülkelerinden düzenli bir şekilde ABD’ye kokain sokulup siyahi mahallelerde serbestçe satılması anımsanınca, çeşitli yorumlar ve bu aile bağları ister istemez kurulabiliyor.

Narkotik kralı Raul ile Jeb Bush’un dostluğu o kadar ileri ki, ülkeler ziyaret edilince birbirlerinin evinde kalıyorlar.  Sadece Jeb Bush değil baba Bush da Meksika başkanı ve narkotik tüccarı Raul’un kardeşi Salinas ile sıkı dostluk kurmuştu. Sadece onlarla da değil, ikisinin babası, ailenin büyüğü Raul Salinas Lozano ile de yakın dostlukları vardı.  Artık o derece yakındılar ki eski Amerikan narkotik büro memuru Michael Levine buradaki narkotik ticaretine bir “aile şirketi” diyordu.

Bu dostluğu destekleyen başka bir yan da her iki başkanın “serbest ticaret anlaşmalarına” olan aşklarıydı. Salinas Meksika başkanı oluyor, Bush ABD başkanı. Her iki taraf da NAFTA olarak adlanan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı halklarının boğazından zorla geçirmeye yeminliler. Meksika tarafında, Salinas başkanlığında narkotikle uğraşan Raul Salinas Lozano Ticaret başkanlığına geliyor ve NAFTA görüşmelerine ABD tarafındaki Bush’larla katılıyor. İşte bu dönemde Meksika’da tüm devlet daireleri narkotikçilerin, yalakaların, işbirlikçilerin, yandaşların ve narkotik karteline çalışanların eline geçiveriyor.

Ve tam da bu dönemde birdenbire bir özelleştirme furyası başlıyor. Narkotik geliriyle devlet işlerini birbirinden ayırmak imkânsız hale geliyor. Uyuşturucular Meksika’da üretilip, ABD hükümeti ve CIA yardımıyla ABD’de özellikle siyahilere satılıp, elde edilen gelirlerle tekrar Meksika’da devlet işletmeleri, toprakları, zenginlikleri kartele yok pahasına satılıyor. Dallas Morning News gazetesinde çıkan bir haberde ABD Kongresine ifade veren Richard Barnet 14 Nisan 1994’de, “Milyarlarca dolarlık (Meksika) devlet mallarının yandaş ve taraftarlara peşkeş çekildiğini” söylüyor. Bir başka örnek de Meksika Telefon Şirketinin 400 milyon dolara bir Salinas yandaşına verildiği. Bütün bu olanlar tamamen IMF’nin programları, desteği ve zorlamasıyla olmakta. Raul Salinas’ın adı bu dönemde “Bay Yüzde On” olarak çıkıyor. Bir devlet malını özelleştirerek elde etmek isteyen bir yandaş, Raul’a yüzde 10 verirse istediğini alabiliyor.

Aynı Nazi Almanya’sına yardımda olduğu gibi, Salinas ve tüm ailesinin gözbebeklerine kadar narkotik ticaretine battığı bilindiği halde, NAFTA Serbest Ticaret Anlaşmasını imzalayıncaya kadar kimse ne bundan bahsediyor ne de bir suçlama getiriyor. İş işten geçtikten sonra ve ancak anlaşma imzalandıktan sonra Salinas’ın nasıl “kötü-fena” bir narkotikçi olduğu ortaya çıkarılıyor sonunda. Panama’daki Noriega hikayesinin bir benzeri.

ABD’de Dallas Narkotik Bürosunun başı Phil Jordan konuyla ilgili sorulduğunda, “Yolsuzluktaki istihbarat, özellikle de narkotik ilişkiler hep vardı ve hep biliniyordu. Ama Meksika konusunda kötü bir şey söylememiz yasaklanmıştı.  Çünkü NAFTA anlaşması politik olarak çok önemliydi.”

Narkotik ilişkilerinden dolayı Bush ailesinin kadim dostu Salinas, Meksika’dan (paralarıyla beraber) kaçarak soluğu İrlanda’da, Dublin’de alıyor ve mükafat olarak da dünyanın mali kalbinin attığı Wall Street’de Dow Jones Hisse Senetleri Borsasının başına getiriliyordu.

1998’de de İsviçre yetkilileri Bush ailesinin diğer kankası ve eski Meksika başkanı Salinas’ın kardeşi Raul’un 100 milyon doları bankalarına yatırdığını teyit ediyorlar. Ve 1999’da Raul, kayınbiraderini öldürtmekten yargılanarak hüküm giyiyor.

Bu kadar yakın aile dostlarının başına gelenler konusunda Bush ailesi dostlarının yanında duruyor ve 1997’de baba H.G.W. Bush, “(Salinaslar) hakkındaki iddialar beni çok üzüyor. Başkan Salinas’ın dürüstlüğü hakkında en ufak bir şüphem bile yok” diyebiliyor.

Bush, Salinas ve Kanada başkanı Mulroney imzaladıkları Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (NAFTA) kutluyorlar.

Bush ailesinin diğer suçları

Bu günlerde ölümünün ardından birdenbire badem gözlüleşen Bush’un geçmişteki suçları yakın dönemde işlediği suçlardan daha masum. Yakın geçmişimizde eli kandan çıkmayan Bush’un daha önceki narkotik ilişkileri, Panama’daki savaş suçları pek hatırlanmıyor. Yazılacak olsa ciltler dolduracak suçlara imza atmış olmasını milliyetçi, ırkçı, savaşçı kesimin görmezden gelmesini anlayabiliriz, ama ilericilerin de bu suçları unutmuş olmasını anlamak zor.

Hem baba hem de oğul G. W. Bush’u şüphe altında bırakan en önemli deliller belki Suudi Arabistan krallarıyla olan çok yakın ilişkileri. Nerede bir despot, faşist, narkotik kralı, cani varsa sanki hepsi Bush’ların aile dostu. Tabii sadece devlet yöneticisi olmakla değil, kapitalist sınıf ilişkileri ister istemez bu ilişkileri mecburi kılmakta. Ancak, kendi ülkelerinin tarihindeki en dramatik saldırı olan 11 Eylül saldırısının arkasında olduğu iddia edilen Usame bin Ladin’in ailesiyle başkanlarının aşırı sıkı fıkı olması Amerikalılar açısından bazı soruları ortaya çıkarıyor. Ama bunların yanında yine ciddi olarak üzerinde durulması beklenen birkaç olay da nedense ana akım medyasında yer bulamıyor.

Örneğin tam da 11 Eylül saldırısından sadece bir gün önce baba H. G. W. Bush’un Usame bin Ladin’in öz kardeşiyle Carlyle Grubunda toplantıda olduğunu Amerikan medyasında bulmak imkânsız gibi bir şey. Carlyle Group zaten 11 Eylül saldırılarında çeşitli nedenlerle şüphe altında olan bir yatırım şirketi. Bu şirkette Suudiler ve Amerika’nın yönetimindekiler yatırımlar yapmaktalar. 11 Eylül’den bir gün önce baba Bush’un New York’ta Şefik bin Ladin ile ne görüştüğü nedense FBI’ın ilgisini çekmiyor. Aynı toplantıda karanlık ve faşizmle araları iyi bir sürü üst düzey ABD yöneticisi de var. Örneğin, eski savunma bakanı Frank Carlucci de toplantıda. Gene eski devlet bakanı James Baker III de aynı toplantıda. Şefik bin Ladin’in yanındakilerin kimlikleri de nedense bir türlü açıklanmıyor. Ama bilinen, bin Ladin ailesinin yatırımlarının Carlyle Grubunca idare edildiği. Bir de hem Bush’un sevgili zevcesinin hem de Baker’in bu Carlyle şirketince istihdam edildiğini de not etmemiz gerek. Bu yüzden istihbarat ve silah alanlarındaki yatırımlarıyla bilinen Carlyle’ın 11 Eylül’den hemen sonra define bulmuşa dönmesini tesadüfle açıklamak da imkânsız.

Ertesi gün 11 Eylül saldırısından sonra hemen Usame bin Ladin’in adı çarçabuk saldırıyla ilgili olarak telaffuz edilmeye başlanıyor. Daha başka saldırıları önlemek için ABD hava sahasındaki tüm uçuşlar yasaklanıyor. Ne FBI, ne CIA kimse uçak uçuramıyor. Ama Beyaz Saray’daki G. W. Bush, yani baba Bush’un oğlu Bush koca ülkede sadece tek bir uçağın uçmasına izin veriyor. Bu uçak da koca bir kiralık uçak. Kiralayanlar Usame Bin Ladin’in ailesi. Uçak çeşitli şehirlere uğruyor, bin Ladin’in aile fertlerini bu şehirlerden toplayarak FBI’ın ya da CIA’in sorgulamasından tereyağından kıl çeker gibi sıyrılıp kaçırıyor. Böylece Bush’un emriyle Usame bin Ladin’in o sırada Amerika’da bulunan tek bir aile üyesi bile 11 Eylül saldırısından sorgulanamıyor. Bunun nasıl mümkün olabileceği de nasıl oluyorsa ana akım medyasının pek ilgisini çekmiyor. Çünkü herkes intikam hırsıyla aynı Bush’un 11 Eylül’le uzaktan ya da yakından en ufak bir ilişkisi olmayan ülkelere illegal savaş ilan etmesini desteklemekle meşguller.

Burada Bush’ların başlattığı savaşların yol açtığı yıkım, barbarlık ve neredeyse soykırımlara varan yerle bir oluşlara daha yakın zamanlarda olduğu için girmeyeceğiz bile.

Maalesef Bush gibi insanlık düşmanları kendi ecelleriyle sıyrılıp suçlarının cezasını çekmeden ölüp gitmekteler.  Gönül isterdi ki, bunlar gibi katiller halkların mahkemelerinde, sonsuz suçları için kulaklarından çekilip getirilsin ve haklarında karar verilsin. Bu gün bunu yapamamamız ileride de yapamayacağımız anlamına gelmez.

San Franscisco


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur