Trump’ın Suriye’den çektiği askerler evlerine pek de yakın bir zamanda dönemeyebilir. Kendilerini çok yakın bir zamanda Punto Fijo sahillerinde görebilirler…
Trump’ın Suriye’den çektiği askerler evlerine pek de yakın bir zamanda dönemeyebilir. Kendilerini çok yakın bir zamanda Punto Fijo sahillerinde görebilirler, Chavistaların kendilerini Domuzlar Körfezi’ndeki gibi bir direnişle karşılayacağı yerde…
[Ön not: Prashad’ın bu makalesi ABD Devlet Başkanı Donald Trump’ın muhalefet lideri Juan Guaidó’yu Venezüella Başkanı olarak tanımasından önce kaleme alınmıştır. Ancak süreci temel taşları ve arka planı ile özetlemektedir.]
10 Ocak Perşembe günü Nicolas Maduro, Venezüella Devlet Başkanlığındaki ikinci dönemi için yemin etti. “Halkıma diyorum ki” dedi Maduro, “bu başkanlık kuşağı sizindir. Bu kuşağın gücü sizindir. Oligarşiye ya da emperyalizme ait değildir. O, Venezüella’nın egemen halkına aittir.”
Bu iki kavram, yani oligarşi ve emperyalizm, Maduro’nun yeni hükümetinin karşı karşıya olduğu sorunların adını koyuyor.
Sosyalist güçlerin (İlk başta Hugo Chavez ve şimdi de Maduro) 10 yıllık iktidarına rağmen Venezüella oligarşisine gerçek manada dokunulmadı. Hala ekonomide büyük sektörlere oligarşi hâkim, ülkenin toplumsal zenginliğinin çok büyük bir miktarı oligarşinin elinde ve ana medya kanalları da oligarşinin kontrolünde. Caracas’ın doğusunda Altamira mahallesinde bir yürüyüş çoğu İspanya ve Florida’da da ev sahibi olan zengin kesimlerin direncinin görmek için kâfi. Bu kodamanlara pelucones deniyor; aristokratik çağrışımları da olan bir kavram. Bolivarcı sosyalist hareketin ülkede politik ve ekonomik demokrasiyi yaymaya yönelik bütün hareketlerine direnç gösterdiler.
Bu oligarşi, medyası kanalıyla, politik ve toplumsal anlatıyı şekillendiriyor ve Venezüella’nın krizini kendi lehine yorumluyor. Nüfusun bu küçük kesimi için, Venezüella’nın bütün ciddi problemleri Maduro hareketinin suçu. Sanki bu sorunların oligarşinin Venezüella’daki uzun hakimiyeti ile uzaktan yakından bir alakası yokmuş ya da 1999’dan beri Bolivarcı devrimi boğmaya çalışan ABD’ye gözleri körmüş gibi…
Emperyalizm bugünlerde pek nadir kullanılan bir sözcük. Uzak geçmişin sömürgecilik tarihine sürgün edilmiş. Mali sermayenin ve çokuluslu şirketlerin yoksul ulusların kalkın özlemlerine karşı boğucu varoluşuna dair kavrayış çok sınırlı. Hatta ABD, Kanada ve Avrupa devletlerinin sorun olarak gördükleri devletlere karşı saldırgan tutumuna ilişkin kavrayış ise çok daha sınırlı.
Namlular ilk başta doğrudan Batı Asya ve Kuzey Afrika ülkelerine; Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye ve İran’a yönelmişti. Ancak şimdi Latin Amerika’ya yönelmiş durumdalar; Küba, Nikaragua ve Venezüella hedefte. Bu ülkeler ekonomik yaptırımlarla ve ambargolarla, imha tehditleri ile, gizli operasyonlarla ve savaşla yüz yüze. Emperyalizmin tarifi basittir: eğer sana dediklerimizi yapmazsan, seni yok ederiz.
Venezüella üzerindeki baskı hep yoğun olageldi. ABD Başkanı Donald Trump, tekrar tekrar Maduro liderliğindeki Bolivarcı hükümetin devrilmesi çağrısı yaptı. Yaptırımlar çoğaltıldı. Ekonomik savaş normalleşti. Askeri müdahale tehditleri havada uçuşuyor.
4 Ocak’ta, 13 Latin Amerika hükümetinin oluşturduğu Lima Grubu ve Kanada, Maduro’yu Venezüella’nın başkanı olarak tanımayacağını söyledi. Arkalarında, Küba ve Nikaragua ile birlikte Venezüella’nın da tecrit edilmesi için yarıkürede ağırlığını koyan ABD Dışişleri Bakanlığı var. ABD Dışişleri Bakanlığı yeni başkanın yeminini “Maduro’nun iktidarı gayrimeşru olarak gasp etmesi” olarak niteledi. Diplomatik dil böylesi bir edepsizliğe evrilmiş durumda.
Lima Grubu’nun tek bir kuruluş amacı var: Venezüella’nın mevcut hükümetini devirmek. Başka da bir amacı yok. Yaptırımlar ve diplomatik geri çekilmeler Lima Grubu’nun cephaneliğinden çıkma. Brezilya’da Jair Bolsonaro gibi aşırı-sağ bir siyasetçinin seçilmesi ve Trump’ın patlamaları ile coşan Lima Grubu baskıyı daha da artırıyor.
Arjantin Devlet Başkanı Mauricio Macri, Bolsonaro ile görüşmek için Brezilya’ya gitti. Orada Maduro “diktatörlüğünü” kınadı ve onu Venezüella’nın karşı karşıya olduğu güçlüklerin kişisel sorumlusu olmakla suçladı. Bu, Venezüella’da rejim değişikliğine doğru tehlikeli bir hamleyi devreye sokan bir haşin dil, retorik.
Lima Grubu’nun Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ni ihlal eden bu hareketleri, üyelerini Venezüella’da “demokratik düzenin restorasyonu” için ekonomik ve diplomatik adımlar atmaya yöneltmek için olağanüstü bir toplantı yapan Amerika Devletler Örgütü’nün de katkılarıyla gerçekleşiyor. Belki de “demokratik düzenin yeniden inşası” sözünün örtülü bir rejim değişikliği çağrısı anlamına geldiğini vurgulamak gerek.
ABD’nin Birleşmiş Milletler Elçisi Nikki Haley, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nu böylesi bir dil (diktatörlük, rejim değişikliği) kullanmaya zorladığında diğer üyeler tarafından reddedilmişti. Örneğin Kasım 2017’de Bolivya, Çin, Mısır ve Rusya, Haley’in çağrısıyla düzenlenen gayri resmi bir toplantıyı boykot etmişti. Böylesi başka bir toplantı da mümkün olmadı. Trump yönetiminin Venezüella’da, Obama yönetiminin Honduras’ta yaptığına [darbe] ya da daha kötüsü Bush yönetiminin Irak’ta yaptığına benzer hamlelere girişebileceği yönünde kaygılar var.
Maduro’nun başkanlık yeminini Ulusal Meclis’te etmesine izin verilmedi. Muhalefet lideri Juan Guaidó tarafından engellendi. Maduro bu nedenle, Anayasa’nın geçerli saydığı prosedüre uygun olarak, yeminini Yüksek Mahkeme’de etti.
Çarpıcı bir şekilde, Amerika Devletler Örgütü’nün liderli Uruguaylı siyasetçi Luis Almagro, Juan Guaidó’yu başkan olarak kabul eden bir tweet attı. Ancak Guaidó başkanlık iddiasında bulunmamıştı. Onun yerine bölgesel bir örgütten yabancı bir yetkili Venezüella halkının iradesini yok sayarak Caracas’a yeni bir başkan atamaya kalkıyordu.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve bakanlığının sözleri daha da tüyler ürpertici idi. Pompeo, bir tweet’inde “Venezüella’da demokrasiye geçmek için gün BUGÜNdür.” Pompeo’nun büyük harflerle yazdığı BUGÜN’e vurgusu, herhangi bir prosedürle uğraşmaya gerek duymadığını, yalnızca bir darbe çağrısında bulunduğunu gösteriyor. Bu tweet’in ardından Pompeo’nun bakanlığı “Yeni bir hükümete usulünce geçmenin zamanıdır” dedi. Bunun Washington’dan gelen bir rejim değişikliği, bir darbe çağrısı olduğunu bilmek için satır aralarını okumaya gerek yok.
Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı Jonh Bolton ise Küba, Nikaragua ve Venezüella’yı kastederek “zorba üçlü” sözünü icat etti. ABD’nin bu ülkelerin hükümetlerini ve belki de bunların yanında Bolivya hükümetini de devirmek istediği gün gibi ortada. Bunlar tehlikeli alametler.
Trump’ın Suriye’den çektiği askerler evlerine pek de yakın bir zamanda dönemeyebilir. Kendilerini çok yakın bir zamanda Punto Fijo sahillerinde görebilirler, Chavistaların kendilerini Domuzlar Körfezi’ndeki gibi bir direnişle karşılayacağı yerde.
17 Ocak 2019
[Common Dreams’teki İngilizce orijinalinden Ali Ergin Demirhan tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.