Demirörenler bugün içinde bulunduğumuz “Türkiye Kışı”nın failleri arasındadır ama Koçlara bu muamele pek yapılmaz.
Ali Koç’un bütün ayrıcalıkları, üzerine çokça konuşulmamış olsa da Türkiye’nin Ortadoğu politikasıyla, Rus uçağının düşürülmesi sonrasında Rusya’nın ortaya attığı IŞİD petrolünün Batman’daki (Koç’a ait) TÜPRAŞ rafinerisinde işlendiği iddiası arasındaki ilişkiyi ortadan kaldırmıyor, bilakis ayrıcalıkları bu günahlar üzerinde yükseliyor
“Ocağa kadar saat uygulamasını kaldırdılar… Kasım, Aralık’ta ne yapacağız? Atlantiğe sörf yapmaya gideriz. ‘Hey Agnelli, merhaba!’ birlikte eğleniriz. Biliyorum, biliyorum… Bana inanmıyorsun… Haklısın. Gerçek başka…”
-Dario Fo, Ödenmeyecek! Ödemiyoruz![1]–
2018 yılında, 1968’de kurulan TOFAŞ fabrikası ellinci yılı geride bıraktı. Geride kalan yarım yüzyıl şerefine şirket tarafından çeşitli etkinlikler düzenlendi, “50 yıllık yolculuğu” anlatan bir kitap yayımlandı, sosyal medya hesapları üzerinden bu yolculuktan çeşitli kesitleri hatırlatan reklam videoları yayınlandı. Tahmin edilebileceği üzere bu videolarda TOFAŞ işçileri tamamlayıcı bir cüz olmanın ötesinde pek yer almadı. Ne fabrikanın bulunduğu Bursa’da 1970’ler boyunca işçilerce gerçekleştirilen çok sayıda grev ne o yıllarda fabrikada örgütlü bulunan Maden-İş fabrikasını işyerinden çıkartma girişimleri esnasında 1976 yılında TOFAŞ fabrikası önünde vurulan Maden-İş üyesi Muammer Çetinbaş ne de yakın zaman önce gerçekleşen Metal Fırtına’dan bahsedildi. Kameranın odağı Vehbi Koç’taydı, elbette TOFAŞ’ın kuruluşunda ortak olan FIAT’ın İtalyan sahibi Giovanni (Gianni) Agnelli’ye de yer ayrılmıştı; zaten aksini beklemek de mevcut durumda ham hayal olurdu. Dahası, her ne kadar zaman zaman sosyal medya algoritmaları ve sayfa yönetim marifetleriyle videolara yapılan yorumları her zaman görmek mümkün olmasa da Koç ailesi fertlerinin “bilge, yüreği sevgi, vatan ve insan için atan”, “tutumlu, üreten vatanseverler” olarak teveccüh gördüğünü ifade eden değerlendirmelere rastlamak mümkün oldu.
Benzeri değerlendirmelerle söz gelimi Demirören ailesi veya fertleri için, en azından bu düzeyde, karşılaşmak pek mümkün olmayabilir. Demirörenler bugün içinde bulunduğumuz “Türkiye Kışı”nın[2] failleri arasındadır ama Koçlara bu muamele pek yapılmaz. Yıldırım Demirören’in Beşiktaş başkanlığı da TFF başkanlığı da ilk fırsatta kurtulmak gereken bir zarurettir, Ali Koç ise Fenerbahçe’nin başına zafer kazanmış bir komutan gibi geçer. Oysa eski bir banka reklamına anıştırmayla “yok aslında birbirlerinden farkları”. Bu tartışma açısından futbola değinmek kaçınılmazsa da bu yazının kapsamı ne temelde futbol üzerine ne de bu isimlerin bu alanda ne kadar başarılı oldukları/olabilecekleri üzerine.
Eczacıbaşı Holding’in ikinci kuşağı Bülent Eczacıbaşı yakın zaman önce yayımlanan bir kitabında; “iş insanlarının yönettikleri şirketlerin büyük bir çoğunluğunu tüm dünyada aile şirketlerinin oluşturduğunu”, bu oranın “Kanada’da yüzde 70, ABD’de yüzde 80, İtalya’da yüzde 95 ve Türkiye’de yüzde 95”[3] olduğunu ifade ediyor. Sayıca çokluklarının yanı sıra özellikle çevre ülkelerde aile şirketleri ülke ekonomilerinde çok daha büyük bir paya sahip (Eczacıbaşı, s. 100). Yani ülke kaynakları bir avuç milyarder ailenin elinde toplanıyor. Eczacıbaşı aile şirketleri açısından en önemli eşikleri kuşaklar arasındaki geçişin oluşturduğunu ifade ediyor. Başka bir deyişle aile şirketlerinde farklı jenerasyonlardan fertler ve bunlar arasındaki farklar önem taşıyor.
Koray Yılmaz’ın, Koç ailesini ele aldığı çalışması da Marx’a atıfla kuşak farklarına ilişkin oldukça önemli katkılar sunar. Vehbi Koç’u “sermayenin kişileşmesi olarak kapitalist” kavramı çerçevesinde ele alan çalışmada Marx’ın;
‘Kapitalist üretim, birikim ve servet gelişip arttıkça, kapitalist, salt kişileşmiş̧ sermaye olmaktan çıkmaya başlar. (…) Klasik tipteki kapitalist, bireysel tüketimi, işlevine karşı işlenmiş̧ bir günah ve biriktirmeden ‘perhiz etmek’ olarak damgaladığı halde, modernleşmiş kapitalist, artık, biriktirmeye, zevkten ‘perhiz etmek’ gözüyle bakabilmektedir” ifadelerine başvurulur[4].
Buna göre, Vehbi Koç için işleri geliştirmenin başlıca sırrı “zorunlu harcamalar dışında bütün kazançlarını yeni yatırımlar için kullanmak”[5] iken ikinci kuşak Koçlarda moda, zevkler ve ilgi alanları bakımından “burjuva yaşantısını gözler önüne serme” konusunda daha rahat bir davranış gözlemlenir. Yılmaz’ın ifadeleriyle;
Artan ve çeşitlenen bireysel tüketimler artık birikimden perhiz olarak algılanmamakta, tersine ‘belli bir gelişme aşamasına ulaşıldığında, aynı zamanda bir servet gösterisi ve dolayısıyla itibar kaynağı olan ve alışılagelen derecede bir israf, ‘talihsiz’ kapitalist için bir iş zorunluluğu halini almaktadır’. Marks için bu durum, ‘sermayenin temsil masrafları’na işaret eder.
Yani başka bir deyişle cemiyet hayatında trendleri belirlemek veya gelişkin bir beşerî sermaye düzeyine sahip olmak esasen ayrıcalıklı azınlığa ait bir kuşak meselesi. Buna göre bugünkü parametreler, ceteris paribus varlığını sürdürür, sermayenin dünya çapında derinleşen krizine emekçiler cephesinden radikal bir müdahale gerçekleşemezse AKP döneminde “köşeyi dönen” sermaye çevrelerinin sonraki kuşaklarının da zamanla birkaç dil konuşacak veya saygın koleksiyonlara sahip olacak bir beşerî sermaye düzeyini yakalaması şaşırtıcı olmaz[6]. Böyle bir süreç emekçilere ise ne daha fazla ekmek ya da süt ne de daha fazla kitap ya da özgürlük vadedecektir. Demirören’le Koç arasındaki fark da bizim açımızdan bundan daha fazlası değil, o da bir fark sayılırsa.
Koçzadelerin birinci kuşağı Vehbi Koç’un çok güvendiği, ailenin “şahin” kişiliği olarak nitelenebilecek kızı Suna Kıraç ailesini, “Osmanlı’dan sonra aristokrasisi olmayan ülkemizde, yaşam stili farklılık yaratan ama Türk sanayisi ve iş dünyasında öncü ve her zaman zirvede kalan bir aile” olarak tanımlıyor[7]. Kıraç biyografisinde eşi İnan Kıraç’la Antalya’da kurdukları dernek ve müzeler nedeniyle kendilerinin Medici ailesine benzetildiğini aktarıyor (Kıraç, s. 220-221). Rahmi Koç’un küçüklüğünde Keçiören’deki bağ evinde sapanla kuş avlamaktan (Kıraç, s. 28) bugünkü pozisyonuna geldiği göz önünde bulundurulursa Koçların da yüksek kültürle ilişkisinin hep şu anki düzeyinde olmadığı ifade edilebilir. Söz gelimi bugün Koç’un insanlığın toplumsal birikimini kendi mülkü gibi vitrine çıkardığı Koç müzelerinin yapımını, Vehbi Koç’un rahatsızlanan eşi Sadberk Koç sağlığında talep etmiş; Vehbi Koç’tan “ne yapacaksınız müze açmayı, hayır işleyecekseniz ya hastane açın ya da mektep” yanıtını almıştı (Kıraç, s. 208). Müzeler daha sonra önce vasiyet üzere sonra da arkadan gelen kuşakların meseleye merakıyla açıldı açılmasına ya, Sadberk Hanım dünya gözüyle göremedi. Adeta Medici Ailesi!
Suna Kıraç’ın kitabının derlenmesinde görev alan Rıdvan Akar’ın ifadesiyle “1970’li yıllarda yaşanan kaos ortamı Suna ve İnan Kıraç’a deniz sevgisini kazandırmıştı. Ülkedeki krizin sedası teknelerine ulaşmıyordu.” (Kıraç, s.298) Nitekim burjuvazinin gerek yurt içinde gerek yurt dışındaki birikimleri kriz süreçlerinde onların Dolce Vita saadetine halel gelmesini önlüyor. Epigrafta alıntılanan repliğe referansla, bizim o teknelere ulaşıp “Hey Ali, merhaba, birlikte eğlenebiliriz” dememiz, yazılı bir yasayla değilse bile kapitalizmin buyruklarınca (imperative) “yasak”! Burjuvazi bugün ülkenin üstüne çöreklenmiş kara bir bulut gibi; adeta herrenvolk (üstün ırk) niteliği gösteren “yukarıda oturan bir avuç insan” ve imtiyazlarından öyle kendiliğinden vazgeçmiyor. Ne Koçzadelerin yüksek kültürleri ve sofistike zevkleri, ne Ali Koç’un “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. (…) gerçek sorun kapitalizmdir”[8] diyecek veya TÜSİAD Başkanı olmasını isteyen babasına rağmen[9] Fenerbahçe Başkanı olmayı tercih edecek kadar -çok da rasyonel sayılmayan- “uslanmaz bir romantik” olması, ne Fikret Orman’ı “Başkan bayan demiyoruz artık kadın diyoruz, kızıyorlar” diyerek ‘düzeltmiş’ olması bu durumu değiştirmiyor. Dahası, Ali Koç’un bütün bu ayrıcalıkları, üzerine çokça konuşulmamış olsa da Türkiye’nin Ortadoğu politikasıyla, Rus uçağının düşürülmesi sonrasında Rusya’nın ortaya attığı IŞİD petrolünün Batman’daki (Koç’a ait) TÜPRAŞ rafinerisinde işlendiği iddiası arasındaki ilişkiyi ortadan kaldırmıyor, bilakis ayrıcalıkları bu günahlar üzerinde yükseliyor[10].
Koç ailesinin üçüncü kuşağı Ali Koç Fenerbahçe başkanlığına adaylık kampanyası sürecinde başkanlık seçiminden hemen önce yaptığı bir konuşmasında adaylık sürecinin zorluklarına değinirken “buraya harcayacağım her kaynak, çocuklarımın geleceğinden aslında”[11] demişti. Koç’un çocuklarımın geleceği dediği şey TOFAŞ, Türk Traktör, Ford Otosan ve diğer Koç kuruluşlarında çalışan emekçilerin ürettiği değer. Aslında Ali Koç’un harcadığı her kaynak buralarda çalışan işçilerin ve ailelerinin geleceği, başka bağlamlarda tüm emekçilerin geleceği. Diğer kuruluşların içinde ismi özellikle belirtilen bu üç kuruluş ise Metal Fırtına sürecinde mücadelenin belki de en sert geçtiği, direnişin en az kazanımla sonuçlandığı, dahası direnişin ardından en çok işçinin çıkartıldığı fabrikalar. 2012’den bu yana yönetim kurulu başkanlığı yaptığı Ford Otosan’da direnişin sürdüğü günlerde işçilerin Ali Koçla görüşme talebi bile reddedildi[12]. Ali Koç’un “zafer aşı” tam da bu ve bunun gibi fabrikalarda pişiriliyor. Anlayacağınız tam bir “Batılı” patron! İşler kötü gidince takımın uçuşunu iptal edip otobüse yollamak da elbette bu işin (küçük de olsa) bir parçası. İşin daha büyük kısmına gelirsek Koçların Türkiye Kışı’ndaki sorumlulukları Demirörenlerinkinden hiç de aşağı kalır değil.
Dipnot:
[1] Açılım Yayınları, 1999. s.91-92. Oyunun sonundaki nottan bir kesit: “Oyunun çıkış nedeni; Torino’da grev yapan işçilerin yardım sandığından aldıkları ile geçinememesi, sendikaların bu duruma seyirci kalınası karşısında yazarın tepkisidir. Oyun, sahnelendikten birkaç ay sonra rastlantısal bir biçimde gerçeğe dönüşmüştür. Oyun hakkında tek bir sözcük bile bilmeyen Güneyli İtalyanlar kasabalarında bir süpermarkete girip, zamları protesto etmişler, gözaltına alınmışlar ve tutuklanmışlardır.”
[2] Kavram Burak Kadercan’a ait. Bkz; Welcome to the Turkish Winter The Great Purge is just Beginning. Link: https://warontherocks.com/2016/07/welcome-to-the-turkish-winter-the-great-purge-is-just-beginning/
[3] Bülent Eczacıbaşı, İşim Gücüm Budur Benim, s. 35. Bundan sonra (Eczacıbaşı) biçiminde atıf yapılacaktır.
[4] Koray Yılmaz, Eleştirel Politik İktisat Çerçevesinden İktisat Zihniyeti; Vehbi Koç̧ Üzerine Bir Deneme. Link: http://calismatoplum.org/sayi28/yilmaz.pdf, s. 139.
[5] Koray Yılmaz, Kapitalist üzerine düşünmek, Vehbi Koç vs Rahmi Koç. Link: http://sendika62.org/2009/01/kapitalist-uzerine-dusunmek-vehbi-koc-vs-rahmi-koc-koray-yilmaz-27531/
[6] Henüz oldukça primitif olsa da Bilal Erdoğan’ın denemelere başladığını söylemek mümkün; “Bilal Erdoğan’dan İtalyanca şarkı”. Link: https://tr.sputniknews.com/turkiye/201811131036119787-bilal-erdogan-italyanca-sarki/.
[7] Suna Kıraç, Ömrümden Uzun İdeallerim Var, s. 14. Bundan sonra (Kıraç) biçiminde atıf yapılacaktır.
[8] Ali Koç: Kapitalizmin ortadan kalkması gerek.
Link: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/418827/Ali_Koc__Kapitalizmin_ortadan_kalkmasi_gerek.html
[9] Koç aday olmazsa ibre Symes’ten yana. Link: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/jale-ozgenturk/koc-aday-olmazsa-ibre-symesten-yana-40262948
[10] Rusya: ‘IŞİD Petrolü Tüpraş’a Gidiyor’. Link: https://www.amerikaninsesi.com/a/rusya-isid-petrolu-tuprasa-gidiyor/3108831.html. Ayrıca Bilal Erdoğan İtalya’da olduğu dönemde kendisiyle röportaj yapan Corriere della Sera’nın sorusu üzerine: “Türkiye Kürt petrolü satıyor, Ancak Rus haritasına bakılırsa Suriyeli Kürtler IŞİD’in petrolünü Koç ailesinin sahibi olduğu Tüpraş’a getiriyor. Koç ailesi petrolü, belgesi olan kaynaklardan satın aldığını söylüyor. Onlara sormayı deneyin.” (Link: http://haber.sol.org.tr/turkiye/bilal-erdogandan-italyada-cok-konusulacak-aciklamalar-isid-petrolu-yolsuzluk-koc-ailesi).
[11] Ali Koç, Habertürk TV’de önemli açıklamalar yaptı. Link: https://www.haberturk.com/ali-koc-haberturk-tv-de-aciklamalar-yapiyor-1994590-spor
[12] Ford Otosan’dan çalışanların Ali Koç talebine red. Link: http://www.fortuneturkey.com/ford-otosandan-calisanlarin-ali-koc-talebine-red-13856
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.