Bugün, 20 Aralık 2018, Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri, Bitmeyen Kavga ve daha nicesinin yazarı John Steinbeck’in 50. ölüm yıldönümü
Öykülerinde toplumsal eşitsizliklere yer vermesiyle bildiğimiz, yakınlık duyduğumuz Steinbeck’in bu ölüm yıldönümü için biz ne yapabiliriz diye düşünürken, yazarın 70 yıldır kayıp olan ve birkaç yıl önce şans eseri bulunan mini öyküsü Kanatlarınla’ya rast geldik ve öyküyü Türkçeye kazandırmaya karar verdik
Bugün, 20 Aralık 2018, Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri, Bitmeyen Kavga ve daha nicesinin yazarı John Steinbeck’in 50. ölüm yıldönümü. Öykülerinde toplumsal eşitsizliklere yer vermesiyle bildiğimiz, yakınlık duyduğumuz Steinbeck’in bu ölüm yıldönümü için biz ne yapabiliriz diye düşünürken, yazarın 70 yıldır kayıp olan ve birkaç yıl önce şans eseri bulunan mini öyküsü Kanatlarınla’ya rast geldik ve öyküyü Türkçeye kazandırmaya karar verdik. Öykünün ne amaçla yazıldığı ve yıllar sonra nasıl bulunduğu bir hayli ilginç.
CBS radyo kanalı, 1942’de Ceiling Unlimited [Görüş Açık] isimli bir radyo dizisi yayınlamaya başlar. İki yıl süren bu dizinin ilk sezonunu Orson Welles hazırlar ve sunar. Programın amacı II. Paylaşım Savaşı sırasında havacılık endüstrisini yüceltmek ve bu endüstrinin savaştaki rolünü dramatize etmektir. Steinbeck’in Kanatlarınla öyküsü ilk olarak bu radyo programında 25 Ocak 1943’te Orson Welles tarafından seslendirilir. Welles, CBS radyo dizisi The Orson Welles Almanac’ın 19 Temmuz 1944’teki son bölümünde öyküyü bir kez daha sunar. Öyküyü dilerseniz aşağıdaki ses kaydından dinleyebilirsiniz.
(Bu arada unutmadan belirteyim. Steinbeck’in en nihayetinde ABD’nin savaş politikalarını destekler konumu bizleri kolaylıkla hayal kırıklığına uğratabilir.)
70 yıla yakın bir süre öyküden haber alınamaz ve öykü, Steinbeck’in yayımlanan eserleri arasında yer almaz. 2014 yılında Strand dergisi baş editörü Andrew F. Gulli, Austin’de Teksas Üniversitesi arşivlerinde çalışırken şans eseri öyküye rastlar ve dergisinin bir sonraki tatil sayısında (Kasım 2014) öyküyü yayımlar.
Kanatlarınla, ilk bakışta sıradan ve kısa bir savaş anlatısına benziyor. Kalbinin üstünde gümüş kanatlarla onurlandırılan “kahraman” Teğmen William Thatcher’ın evine dönüş yolculuğu, aslında savaş ortamında bile kolaylıkla hissedilen ırkçılığı gözler önüne serer. Tüm o “vatansever” ve beyaz savaş anlatılarının olduğu bir dönemde, bir siyahın orduda kendisine yer bulabilmesi bile ailesinin gözünde bir kahramanlığa dönüşebilmektedir…
Kanatlarınla
John Steinbeck
Eve gitmeyi her şeyden çok istediğini biliyordu -evde alması gereken bir şey olduğunu biliyordu, ancak ne olduğunu bile bilmiyordu. Uzun, sıkı eğitim sırasında ne kendisini düşünmek ne de bir şey istemek için zamanı olmuştu.
Sondaki tören gerçek dışıydı. Diğer on altı kişi ile birlikte duruyordu -hepsi selvi kütükleri gibi dimdikti ve gümüş kanatlar ceketinin kalbinin üstündeki kısmına tutturulmuştu. Albay konuşuyordu ve aklının yarısı bunu dinlerken… diğer yarısı eve gidiyordu.
Ford Model A’sına doğru yürüdü, içeri girdi ve kapıyı çarptı.
Göz ucuyla baktığında, omuzlarındaki altın çubukları görebiliyordu. Gümüş kanatlar kalbinin üzerine bütün ağırlığıyla çökmüştü.
Tıkırdayan üstü açık arabayı çalıştırdı, çarpan pistonlara bir an için kulak verdi ve altın rengi güneşli ikindi vaktinin içinde arabayı sürdü. Ön tekerlekler gevşek bir şekilde sallandı, direksiyonun elinin içinde bir ileri bir geri gitmesine izin verdi.
Bir eğitim uçağı havalanıp yan yattı. Kafasını kaldırıp bakınca pilotun eve gitmediğini anladı. Şimdi kendi başarısından korkuyordu. Şapkasını biraz eğdi ve direksiyona dimdik yerleşti.
Sonra otoyoldan çıkıp dar yola saptı. Çayır kuşu, çit direğinden bir sonraki çit direğine doğru, gelişini müjdelercesine uçtu. Taze pamuklar tarlalarda güçlü, koyu ve temizdi.
Yanlarından geçtiği küçük evlerin verandaları kalabalıktı… Çocuklar yıkanmış, en yeni, en kolalı kıyafetlerini giymişti… saçları kurdelelerle toplanmıştı… ve yaşlılar verandaların arka tarafında duruyordu.
Her evden onun geçişini izlediler, sonra aileler yola doğru basamaklardan tören adımlarıyla indiler, kiliseye gidiyormuş gibi onu izlediler… Kadınlar ve erkekler ve çocuklar en iyi kıyafetleri içerisindeydiler. Arkasında kalan şeritte hareket edenleri güneşin kırıldığı dikiz aynasından görebiliyordu.
Kendi ailesi de verandada onu bekliyordu… babası beyaz gömlek, siyah tel kravat ve koyu kilise kıyafetleri içindeydi, ince çenesini kaldırmıştı; annesi mavi-beyaz baskılı elbisesi içindeydi, önünde kavuşturduğu her bir eli ötekini, kaçmasını engellercesine tutuyordu; büyümüş kız kardeşi sevimli ve soluk soluğaydı, dudakları biraz açıktı; genç erkek kardeşinin gözleri o kadar açıktı ki alnı kırışmıştı.
Asteğmen William Thatcher arabasını durdurdu, yavaşça dışarı çıktı, ağır ağır verandaya doğru ilerledi, toplanmış komşular da onun arkasından geldiler.
Her şeyi planlamıştı. Hiçbir şey olmamışçasına davranacaktı. “Merhaba Baba” demeyi, annesini ve kız kardeşini öpmeyi, küçük erkek kardeşini kucağına almayı, onun kıvırcık saçlarını karıştırmayı hep planlamıştı.
Ama hiç de öyle olmadı. Hiçbir şey olmamış değildi — bir şey olmuştu.
Yavaşça verandaya doğru yürüdü, yukarıya doğru, babasına bakarak durdu. Yakınında sessizce hareket eden ve arkasında yarım daire oluşturan komşularının çıkardığı hışırtıları duyabiliyordu. Kendi insanları onun hakkında hüküm vermiş gibiydi.
Güneş verandada ve verandaya yaslanmış güller üzerinde sıcaktı, güneş onun altın omuz çubuklarını yakıyordu. Gözlerinin köşesinden rütbe işaretlerinin parladığını görebiliyordu. Eve zafer kazanmış bir komutan gibi dönmeyi düşünmüştü ama hiç de öyle olmamıştı. Altın kartallı şapkasını çıkardı, elinde tuttu. Uzun boylu babasının dudaklarını yaladığını gördü. Sonra babası yumuşak bir sesle:
‘Oğlum — dünyadaki her siyah adam senin kanatlarınla uçacak’ dedi.
İşte o zaman anladı. Nefesi boğazına sertçe tıkandı. Basamaklara tırmandı, ailesinin yanından körmüş gibi geçip evine, büyüdüğü yatak odasına geçti.
Teğmen William Thatcher beyaz yatakta uzanıyordu. Kalbi çarpıyordu. Evin önünden gelen kısık sesli uğultuları duyabiliyordu. Az sonra bir şarkıya başlayacaklarını biliyordu. Ve şimdi onlar için ne ifade ettiğini biliyordu.
[Spectator’daki İngilizce orijinalinden Diyar Saraçoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiş, son okuması Barış Yıldırım tarafından yapılmıştır]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.