Jacobin’den David Broder, protestolara katılan Macar yazar ve filozof G.M. Tamas ile “köle yasası”, hareketin temeli ve Orban’a yönelik oluşturduğu tehdit hakkında konuştu
Viktor Orban liderliğindeki Fidesz hükümetince hayata geçirilen “köle yasası”, Orban’ın iktidara geldiği 2010 yılından bu yana benzeri görülmemiş protestoların kıvılcımını çaktı. Jacobin’den David Broder, protestolara katılan Macar yazar ve filozof G.M. Tamas ile “köle yasası”, hareketin temeli ve Orban’a yönelik oluşturduğu tehdit hakkında konuştu
12 Aralık’ta Macaristan meclisi, işverenlerin çalışanlarından senede 400 saate kadar fazla mesai talep ederken karşılığındaki ödemeleri 3 yıla kadar geciktirebilmelerine izin veren bir yasa geçirdi. Aşırı-sağcı Başbakan Viktor Orban’ın Fidesz hükümetince hayata geçirilen bu kanun, Orban’ın işbaşına geldiği 2010 yılından beri benzeri görülmemiş kitlesel protestoların kıvılcımını çaktı.
Yaygın şekilde “köle yasası” olarak alaya alınan bu hamle, ciddi şekilde geciktirilebilen ödemeler muhtemelen enflasyon tarafından eritilirken Macarları haftada bir gün fazladan çalışmaya zorlayabilir. Yasanın geçirilme şekli –otoriter bir hükümet tarafından anayasal incelikler dert edilmeksizin meclisten ite kaka– konuyu Macar demokrasisi hususunda daha geniş bir kavgayla ilişkili kıldı.
Geçtiğimiz hafta boyunca yürüyüşler ülkeye yayıldı. Şu ana kadarki en büyüğü Pazar günü dondurucu soğukta Budapeşte’de 15.000 gösterici ile gerçekleşti, fakat bir dizi farklı protesto ve blokajdan sonra şimdi sendikalar Ocak ayında genel grev çağrısı yapmaktan bahsediyor. Sendikalar ve öğrencilerin liderliğindeki hareket, Orban hükümetine karşıt bir dolu partiyi de içeriyor.
Jacobin’den David Broder, protestolara katılan Macar yazar ve filozof G.M. Tamas ile “köle yasası”, hareketin temeli ve Orban’a yönelik oluşturduğu tehdit hakkında konuştu.
DB: Fazla mesai kanunu neden hoşnutsuzluk için bir paratoner haline geldi? Bu protestolar yakın geçmişteki başka hükümet karşıtı mobilizasyonların üzerinde mi yükseliyor? Nasıl örgütleniyorlar ve seslerini nasıl duyurmaya çalıştılar?
GMT: Bu protestolar Romanya, Slovakya ve Sırbistan’da (çeşitli etkenlerin motive ettiği fakat hepsi de muğlak bir sistem karşıtı tarzdaki) çok büyük gösterilerle bölgeye yayılan bir hoşnutsuzluğun içinde gerçekleşiyor. Aynı şekilde, İspanya’dan Britanya’ya, Fransa’dan Almanya’ya Avrupa çapında daha geniş bir istikrarsızlığın da ortasında. Yine de Macaristan’daki protestolar bazıları rastlantısal olan daha özgül birtakım etkenlerce de tetiklendi.
Macaristan’da anayasal gelenek ve meclisin kuralları, fazla mesai yasası kadar önemli yasa tasarılarının detaylı ve uzun süreli parlamenter tartışmalara tabi tutulmalarını ve ilgili taraflara danışılmasını gerektirir ki bu örnekte bunlar sendikalar ve işverenlerdir. Hükümet bunu meclisteki çoğunluktan iki milletvekilinin adı altında “şahsi üye tasarısı” olarak sunmak suretiyle bu sürecin etrafından dolandı ve fazla gürültü kopmadan bir günde geçirilebilmesini sağladı.
Muhalefet yasa tasarısına dair iki binden fazla değişiklik önererek süreci tıkamaya çalıştı fakat Meclis Başkanı (yasadışı şekilde) bunların tek oylamayla reddedilmesine karar verdi. Bunun üzerine muhalefet kürsüyü işgal etti ve düdük ve trompetler çalarak, sürekli bağırışlar vs. ile günlük işleyişe mani oldu.
Bütün bunlar televizyon ve internetten canlı yayımlandı. Akşamında ilk gösteri, doğaçlama ve spontane şekilde, Budapeşte’nin Meclis Meydanı’nda (Kossuth tér) gerçekleşti. Ertesi gün solcu öğrenciler aynı yerde ilk konuşmayı yapma şerefini edindiğim bir toplanma başlattı. Fakat bütün bunlar Viyana’ya yerleşmeye mecbur kalan Central European University’nin sürgün edilmesine ve üniversitelere ve araştırma enstitülerine yönelik başka baskıcı önlemlere karşı gerçekleştirilen önceki gösterinin üzerine eklemlendi. Benim de konuşma yaptığım bu eylemlerde öğrencilerin ve işçilerin taleplerinin birleştirilmesine yönelik sesler zaten duyulmaya başlanmıştı. “Öğrenci-işçi dayanışması” en popüler slogandı.
Bir sonraki gün muhalefet milletvekilleri, karın içindeki birkaç bin kişi eşliğinde popüler taleplerin devlet televizyonundan okunmasını sağlamaya çalıştılar; aslında bütün medyanın yaklaşık yüzde 90’ı çeşitli yöntemlerle egemen aşırı sağa tabi kılınmış durumda ve bu popüler talepleri haber bile yapmadılar. Milletvekillerinin her devlet kurumuna girmeye hakkı var, bu nedenle girmelerine izin verildi fakat görüşme talepleri reddedildi.
Muhalefet milletvekilleri geceyi televizyon binasında geçirdi ve şafak vakti İçişleri Bakanı General Pinter’in özel mülkiyetindeki bir firmaya ait güvenlik güçlerince vahşi şekilde dışarı atıldılar. Bu bir dönüm noktası oldu ve protesto artık sürekli hale geldi. Her yerde yol kapamalar ve gösteriler var, sonsuz internet inisiyatifleri, broşürler, espriler, şarkılar, video klipleri, gif’ler ve meme’ler. Neşeli bir isyan havası ve genelde asık suratlı ve duyarsız bir ülkede rejime yönelik mizahi bir istihfaf mevcut.
Muhalefet son derece çeşitli görünüyor; liberal soldan uluslararası alanda aşırı sağ bir parti olarak yakından tanınan Jobbik’e kadar. Ne gibi ortak talepleri var? Jobbik rotasını mı değiştirdi? Mobilizasyonda sendikalar ne rol oynadı, ne tür işçiler işin içinde?
Partiler –milletvekillerinin oldukça cesur davranışından sonra– şimdilik protestocularca kabulleniliyor. Fakat ideolojileri ve aralarındaki farklar tamamen gözardı ediliyor. Önemli olan tek şey direnme isteklerinin derecesi. Partilerin kendilerinin şu anda özel talepleri yok, sadece protestocuların ve sendikaların taleplerini yankılıyorlar. Bu taleplerin içinde (fazla mesai kanunu ile aynı gün, aynı oranda sorgulanabilir yöntemlerle getirilen) yeni idare mahkemelerinin reddi, kamu medyasında reform ve Avrupa Kamu Savcılığı Ofisi’ne katılmak var. Bu son talebi motive eden şey, Orban’ın başmüttefiklerinden biri olan Dr. Peter Polt liderliğindeki Macar savcılarının ülkedeki çok sayıda fütursuz ve skandal yolsuzluk vakasını soruşturmaktaki isteksizlikleri.
Jobbik şu anda daha ziyade muhafazakar bir parti. Faşist geçmişlerinin son kalıntılarını üzerlerinden atmışlar ve Viktor Orban’ın iktidardaki Fidesz’inden (ki bu bir parti değil, devlet aygıtı ile, enformel fakat son derece merkezileşmiş, üyeleri veya iç canlılığı olmayan bir propaganda makinesinin bir kombinasyonu) daha ılımlı gibi görünüyorlar. “Liberal sol” bağımsız bir güç olarak ortaya çıkmıyor. Muhalefet, sendikalar ve öğrencilerin arkasında (şimdilik) birlik olmuş durumda. Resmin bütünü ideolojik olarak bulanık. Fakat kendi adını anmaya cesaret edemeyen solumsu bir dinamik tarafından başı çekiliyor gibi görünüyor. Yine de protestolarda kızıl bayraklar ilk kez ortaya çıktı. Bu, resmi medyayı çılgına çevirdi fakat isyan halindekiler buna karşı çıkmadı.
Sendikalar pek az mobilize olmuş durumda, tersine, onlar göstericilerce mobilize edildi ve -bugüne kadar- çok iyi tepki verdiler. Grev komiteleri oluşturdular ve seçeneklerini tartışıyorlar. Emeğin protesto hakları zaten son derece kısıtlanmış durumda, özellikle kamu hizmetleri (örneğin demiryollarında) söz konusu olduğunda. Sendika liderliği, Macaristan’ın uysal cumhurbaşkanı (Bay Janos Ader adlı bir zat) yasayı onaylarsa (geçerli hale gelmesi için bu gerekli) genel grev ilan edebileceğini ilan etmişti ve 20 Aralık Perşembe günü Ader gerçekten de bunu yaptı.
En güçlü sendikalar kimya ve demiryolu işçileri, kamu çalışanları, öğretmenler ve otomobil işçileri; fakat işçi sınıfı örgütsüz. Beş ulusal sendika konfederasyonunun toplamı [9 milyonluk bir ülkede] yaklaşık 100.000 üye. Ama gerçekten önemli bir grev olcaksa bu gayriresmi yollarla yayılan onaysız bir grev olmak zorunda. Son on beş yılın acı hayal kırıklıklarının ardından seçim siyaseti geri planda kaldı; kimse artık bununla ilgilenir gibi gözükmüyor. Egemen sınıfın çeşitli fraksiyonları birdenbire oldukça konu dışı göründü: Bu iş bir “biz” ve “onlar” meselesi.
Yasayı motive eden neydi ve geçmesini hangi güçler destekledi?
Macaristan’dan dışarıya kitlesel göç -hatta kitlesel kaçış- nedeniyle emek kıtlığı var [yaklaşık 600.000 Macar yurtdışında çalışıyor; ulusal nüfus 1980 sonlarından beri 1 milyon düştü ve 10 milyonun altında]. Bu aynı zamanda klasik bir ücret kesintisi önlemi. İşverenler fazla mesai ödemelerini arzu ederlerse üç yıl gecikmeyle yapabilecekler ve mevcut enflasyon oranıyla bu ellerinden çıkanı ciddi şekilde azaltabilmelerini sağlayacak. İlginç şekilde, işverenlerin örgütleri -özellikle Alman araba üreticileri- bu önlemde bir çıkarları olmadığını ve hayata geçmesine dair hiçbir istekleri olmadığını söylediler. Kendilerine emek sağlamaktan çok emekle aralarında sorun getireceğini düşünüyorlar. Her şeyi idari buyruk yoluyla çözmek isteyen bir yaklaşık-diktatörlüğün getirdiği klasik şekilde kibirli ve anti-popüler bir yasa. Faşist ve post-faşist rejimlerin karakteristik yapısı böyledir: Politikanın birincilliği, iradenin zaferi. Bu tarz rejimlerde iktidar kapitalist sınıfın çıkarına göre yürütülebilir fakat kapitalist sınıfça değil. Yüce liderin fermanları burjuva rıza ile yönetim şeklinin yerini alıyor. Halka, -alçakgönüllü vergi ödeyicisi ayaktakımı- yönelik açık hor görme burada zirvede.
Öyle gözüküyor ki Bay Orban ırkçı propagandanın (ve çingene karşıtı son derece gerçek ayrımcılığın) her şeye üstün geldiğine inanıyor. Bunda beş yıl kadar başarılı oldu, fakat sonsuza kadar sürecek gibi durmuyor. “Post-faşizm” ve “etnikçilik” adını verdiğim şey mevcut protestolarca doğrudan hedef alınmıyor (aşırı sağ devlet medyası bunu “göçmen yanlısı” bir hareket olarak sunsa da). Fakat mevcut konjonktürde etkisiz görünüyor.
Çarşamba günü ülkenin kuzeydoğusunda polislerin kendi fazla mesai alacaklarını talep ettikleri, fakat protestolarla kendilerini ilişkilendirmedikleri haberi çıktı. Bu hoşnutsuzluğun devlet aygıtının parçalarına yayılma ihtimali nedir? Devlet medyasında tepki nasıl?
Polislerin toplumsal koşulları konusunda memnuniyetsiz oldukları biliniyor. (Fazla mesaiden en çok çeken kendileri ve yeni düzenlemeler omuzlarına katlanılamaz bir ağırlık yüklüyor.) Birçoğunun özel yaşamında protestoculara sempati duydukları söyleniyor, fakat bu askeri bir örgüt; disiplinli ve itaatkar.
Devlet aygıtı tekrar tekrar tasfiyeye uğradı, onbinlerce memur en ufak bir izahat olmadan işten çıkartıldı ve her yerde uzmanların yerine az kalifiye aşırı-sağ yandaşlar kondu. (Hükümet bunu üniversitelere, araştırma enstitülerine ve kültürel kurumlara da genişletmeye çalışıyor.) Fakat daha genç çalışanlar ya özel sektöre katılıyorlar ya da göç ediyorlar. (Hastanelerde doktor ve hemşire yok, özellikle kırsalda okul öğretmeni yok ve fabrikalarda mühendis yok.)
Devlet medyasına gelince -bu açıktan veya üstü kapalı şekilde neredeyse tüm medya demek– totaliter paranoyaya boyun eğmiş durumdalar. Her şey beyaz Hristiyan ve Yahudi olmayan erkekliğimizin altını oymak isteyen dışardan ilham alan bir komplonun ürünü. Protestolar hesapta “kültürel Marksistler”, feminist “toplumsal cinsiyet faşistleri”, “kozmopolit küreselleşmeciler”, “gey lobisi” ve söylemeden olmaz; milliyetin, Macarlığın vs.’nin içini boşaltmak için Müslüman ithal eden “melezleştirmeci” güçler nedeniyle gerçekleşiyor.
Hükümet kaynakları şaşırtıcı olmayan bir şekilde gösterileri küçük ve Soros gibilerce yönlendirilen elit-güdümlü olaylar olarak sunarken aynı zamanda Nisan’daki seçimlerde hezimete uğrayan muhalefet partilerinin popüler olmadıklarını vurguladı. Protestoların kamu desteği tahminen ne kadar derin? Liberal güçler nasıl bir tavır takındı?
Fazla kibarsınız. “Elit” yazdıklarında siz Yahudiler veya Yahudi-Masonik-İlluminati komplosu diye okuyun. Resmi medya, işçilere “Soros’un hizmetkarları” diyor; zavallıca gerçekten. Muhalefet partileri, önceden dediğim gibi, şu anda hatırı sayılır değil. Kamuoyu desteğine gelince, anketler bize nüfusun yüzde 83’ünün geniş kesimlerce “köle yasası” denilen Fazla Mesai Kanunu’na karşı olduğunu söylüyor. Liberal güçler -ki bununla birkaç gazeteciyi kast ediyoruz- tüm kalpleriyle protestoların arkasındalar, tıpkı Orban karşıtı muhafazakarlar gibi.
Orban, protestolara kamuoyu önünde bir yanıt vermedi. Buradaki stratejisi nedir? Kendi partisi ve hükümeti içindeki konumu ne kadar güçlü?
Orban, protestolar başladığından beri tek bir kelime etmedi. Gelecek hafta beğenilmediği ortaya çıkabilecek herhangi bir şeyle yakından ilişkili görünmek istemiyor, fakat politik içgüdüleri vahşi şekilde baskıcı. Kendisi Macar halkının en kaliteli düşmanı; ferasetli, zeki, kurnaz, sabırlı, özenli ve acımasız. Saygı duyuluyor ve nefret ediliyor. “Parti”sinde -hareket yok, üye yok, sadece aparatçıklar var- muazzam saygı duyuluyor ve iyi para da ödüyor.
Orban, Avrupa’nın en zengin adamlarından biri (aracılar ve naylon şirketler aracılığıyla 9 milyon kişilik küçük bir ülkedeki basın holdingi 176 medya kuruluşunu bünyesinde bulunduruyor). Kendisi yaman bir hasım, fakat şansı tükeniyor gibi görünüyor. Devasa hatalar yaptı. İnsanlar meclisi iplemiyor fakat açık ve aleni şekilde gerçekleştirdiği kanun ihlalleri biraz fazla kaçıyor, ailesinin lüks yaşamıyla yaptığı gösteriş ve uşaklarının satın aldıkları düklere layık sarayları da. Makamını Buda Tepesi’ndeki Kraliyet Kalesi’ne taşımış olması biraz aşırı olmuş olabilir.
Protestoculara karşı karaçalmalar ve propaganda Abteilung‘u tarafından sürdürülen gözü dönmüş isim takmalar hata olmuş olabilir. Bütün ülke saygısızlığa uğramış hissediyor. Bir şeyler kopacak.
22 Aralık 2018
[Jacobin’deki İngilizce orijinalinden Popülist Blog tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.