AKP iktidarı bu çelişkinin zorunlu kıldığı işçi sınıfına “topyekun” saldırının zafere ulaşmasıyla (2001 krizinde sınıfın yenilmiş, genel grevsiz, örgütsüz, öncü işçi liderliğinden ve siyasi önderlikten mahrum bırakılmıştı) siyasi ömrünü uzattıkça uzatabilmiş ama şimdi kapitalist sermaye birikiminin derinleşen çelişkisinin yarattığı sorunlarla baş edemez hale gelmiştir Türkiye ekonomisinin, Mart 2018’den itibaren yüzeye belirgin biçimde yansıyan krizin arka […]
AKP iktidarı bu çelişkinin zorunlu kıldığı işçi sınıfına “topyekun” saldırının zafere ulaşmasıyla (2001 krizinde sınıfın yenilmiş, genel grevsiz, örgütsüz, öncü işçi liderliğinden ve siyasi önderlikten mahrum bırakılmıştı) siyasi ömrünü uzattıkça uzatabilmiş ama şimdi kapitalist sermaye birikiminin derinleşen çelişkisinin yarattığı sorunlarla baş edemez hale gelmiştir
Türkiye ekonomisinin, Mart 2018’den itibaren yüzeye belirgin biçimde yansıyan krizin arka planında, üretim sürecindeki (sermaye birikiminde) tıkanıklık var. Verilerin arka planının incelenmesi bunu açık biçimde ortaya koyuyor.
Türkiye ekonomisinin üretim süreci, esas olarak sanayi üretimine dayanır. Çünkü sanayi sektöründe Türkiye ekonomisinde yaratılan gelirin (toplam değerin) yaklaşık %60’ı üretiliyor. %40’lık diğer kısmı, tarım, inşaat, ulaştırma, haberleşme sektörlerinde elde ediliyor. Ayrıca, devasa boyutlara ulaşmış olan hizmetler sektörü (sigorta, banka, ticaret) gelirlerinin büyük kısmının kaynağı da sanayi sektörü.
Bunları belirtmemin nedeni, (kapitalist bir ekonomide teorik bir gerçeklik olan) sanayi sektörünün ekonomiyi belirleme gücünün, Türkiye ekonomisi için de pratikte kesin, gerçek bir olgu olmasıdır. Dolayısıyla sanayi sektörünün incelenmesi, iktisadi krizin arka planının ortaya konulmasına yardımcı olacaktır.
Tabii, sanayi sektörünü yüzeye yansıyan, iktisadi olayların sonuçlarıyla (görünüşteki olgularla) ele almamak şartıyla. Bu, burjuva iktisatçıları ve burjuva sol-iktisatçıların, basit (vülger) yöntemidir. Bu yöntem, bir yandan kapitalist ekonominin bilimsel olarak incelenmesinin önünü tıkar. Öbür yandan da işçi sınıfı hareketine yanlış bir perspektif sunar.
Türkiye’nin en önemli sanayi firmalarının bilanço rakamlarından yararlanarak üretim sürecinin arka planını kısaca inceleyelim.
Başlıca kaynaklarımız, İSO (İstanbul Sanayi Odası) 500 büyük sanayi firması verileri, TCMB (Merkez Bankası) reel sektör istatistikleri ve İMKB (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) sanayi firmaları bilançoları.
Verileri incelediğimizde, 2017’nin son çeyreğinden itibaren sanayi firmalarında elde edilen toplam değerin (toplam gelirin) artış hızının 2018 yılının ilk dokuz ayında belirgin biçimde azalma eğilimine girdiği görülüyor. Bu eğilimin muhtemelen yılın son üç ayında da devam ettiğini tahmin ediyoruz.
Sanayide yaratılan değer (yani gelirin) artış hızının yavaşlaması, sanayi sektöründe sermaye birikiminin henüz mutlak biçimde tıkanmadığını ama gerilediğini ortaya koymaktadır. Zaten ekonomideki krizin arka planında, bu durum vardır; yani sanayide değer yaratma kapasitesinin gerilemesi ve böylece sermaye birikiminin tıkanmaya doğru evrilmesi.
Burjuva iktisatçılarının ve burjuva-sol iktisatçıların “krizin varlığı” diye anlattıkları yüzeye yansıyan olguları, yani sonuçları (şirket iflasları, işçileri işten atılması, borçlardaki yükseliş, mal ve hammadde stoklarındaki aşırı artış, bina satışlarında yavaşlama, döviz kurunun ve hatta fiyatların yükselmesi) ortaya çıkaran gerçek temel (neden) işte bu sermaye birikimindeki yavaşlamadan başka bir şey değildir.
Aşağıda tabloda, sanayi sektörünün arka planına dair üç önemli veriyi sunuyoruz. Toplam değer, verimlilik ve sabit sermayenin artış hızları:
Tabloda görüldüğü gibi, toplam değerin gerilemesi, verimlilik (işçi başına yaratılan değer) düzeyinin azalması ile paralel ilerliyor.
Gerçekten de sanayide verimliliğin artış hızı 2014’den bu yana ciddi biçimde düşmüştür. Bu paralellik tesadüfi değildir. Tam tersine, verimlilik azalmakta olduğu için toplam gelir de nispi olarak azalmaktadır.
Verimliliği makine yatırımı yapılmadan artırmanın sınırları vardır. Türkiye sanayi sektöründe işgücü son derece ağır çalışma koşullarına tabidir. Yasal dayanakları da yaratılarak, günde “fiilen” on saatten fazla çalıştırma, emeğin yoğunluğunun sürekli artırılması ve düşük ücret 2001 krizinden sonra adeta “çalışma kuralı” haline getirilmiştir.
Fakat, verimlilik düzeyi, işgücünün (canlı sermaye) bir günde sekiz saatin üzerinde çalıştırılması ile veya emeğin yoğunlaştırılması ile belli bir noktaya kadar yükseltilebilir. Verimlilikteki bu sınırı aşmak için, sabit sermayenin (makine yatırımı) genişletilmesi gerekir.
Halbuki sanayi sektöründe sabit sermaye yatırımları 2008-2009 krizinden sonra yavaşlamış 2017 yılında mutlak biçimde azalmıştır. Azalma 2018’in ilk dokuz ayında da devam etmiştir.
Hiçbir firma (ve ekonomi) sabit sermaye yatırımlarından vazgeçemez. Ama ekonomi sabit sermaye için gerekli artı-değeri üretemiyorsa, sabit sermayeye daha az fon ayrılır. Borçlanma ile yatırım yapmanın da sınırları vardır.
Şunu da belirtmeliyiz ki, sermaye birikiminin tıkanması, işçi sınıfının aşırı biçimde sömürüldüğü koşullarda meydana gelmiştir. Bu sömürü -yukarıda belirttiğimiz gibi- bir yandan emeğin yoğunlaştırılması ve uzun çalışma saatleri (tahminen sanayide günlük çalışma süresi yaklaşık 10 saattir) ile ve öbür yandan düşük ücretler sayesinde mümkün olabilmiştir.
Sömürü oranını (yukarıdaki kaynaklara dayanarak) 2017 yılında %344 olarak hesapladık. Sanayinin en büyük firmalarında 2017 yılı sömürü oranı %410’a kadar çıkmaktadır (Fikir vermesi açısından 2001 kriz yılında aynı firmalarda sömürü oranının %170 olduğunu, 2002 yılında yüzde 280’e çıktığını belirtelim).
Diğer yandan ücretler reel olarak 2017 yılında yaklaşık %6, 2018’in ilk dokuz ayında yaklaşık %18 oranında gerilemiştir.
Kapitalizmin “dünya-tarihsel rekabet yasası” sömürü oranının yüksekliği veya ücretlerin düşüklüğünden etkilenir ama yasayı asıl belirleyen üretilen malların mübadele değerinin düzeyidir. Mübadele değeri (fiyatı) ne kadar düşükse, rekabet gücü o kadar yüksek demektir. Bunun için verimliliğin de yükseltilmesi gerekir ki bu da sabit sermayenin genişletilmesi ile (ve böylece sermayenin organik bileşimini yükselterek) sağlanabilir.
İşte Türkiye kapitalizminin üstesinden gelemediği, çelişki de budur.
AKP iktidarı bu çelişkinin zorunlu kıldığı işçi sınıfına “topyekun” saldırının zafere ulaşmasıyla (2001 krizinde sınıfın yenilmiş, genel grevsiz, örgütsüz, öncü işçi liderliğinden ve siyasi önderlikten mahrum bırakılmıştı) siyasi ömrünü uzattıkça uzatabilmiş ama şimdi kapitalist sermaye birikiminin derinleşen çelişkisinin yarattığı sorunlarla baş edemez hale gelmiştir.
Ücretlerin yükseltilmesi, fiili çalışma saatlerinin 8 saatin altına düşürülmesi ve emek yoğunluğunun (birim saatte daha yavaş çalışma) azaltılması, işçi sınıfının acil talepleri olarak tarihi önemini koruyor.
Asgari ücretin belirlenme takvimi yaklaşınca, ücretin sınıf mücadelesindeki tarihi önemini, değersizleştiren yorumlar yeniden ortalığı kaplamaya başladı.
İşçi sınıfı mücadelesinde belirleyici ve tarihi önemi olan ücret, “ortalama ücret”tir. Asgari ücret, burjuva devletini (sınıf mücadelesinin sonucu olarak) ücretin asgari sevinin altına düşmesini engellemek üzere tedbir almaya zorlamış olan ücretten başka bir şey değildir. Asgari ücret elbette artırılmalıdır. Artırılması için mücadele edilmelidir. Ama asıl mücadele alanı “ortalama ücret”tir. Çünkü ortalama ücret arttığı takdirde, asgari ücret de kaçınılmaz biçimde artacaktır. Tersi durumda, asgari ücret arttı diye ortalama ücret artmaz, artamaz. Asgari ücretin artırılması için mücadele etmek başka bir şeydir. Asgari ücretin temel ücret, ortalama ücret gibi kabul edilip, meşrulaştırılmasına hizmet edip, sınıf mücadelesine muazzam ölçüde zarar vermek başka bir şeydir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.