Medya bir yerde Macron, başka bir yerde “Sarı Yelekli” oluyorken bir Sarı Yelekli her yerde Sarı Yeleklidir
Medya bir yerde Macron, başka bir yerde “Sarı Yelekli” oluyorken bir Sarı Yelekli her yerde Sarı Yeleklidir
Sarı Yelekliler Fransa’da eylem ve direniş yapmaya başladığından beri Türkiye’deki eylemlerden bihaber medyanın yolları da uzadı. Paris’e uçak bileti almak vize pasaport işleri ne tuttu bilmiyorum ama Taksim’e gelmek onlar için çok daha zor ve uzaktı. İyi ama Fransa yakın da Türkiye mi uzak onlara? Mesela Berkin’in derin uykuda olduğu Feriköy Mezarlığı? Mesela Flormar işçileri? Mesela 3. Havalimanı işçilerinin başına gelenler. Havaalanını yapanlara uçuş yasağı getirilmesi de haber değil mi? 1996’dan bu yana Galatasaray Meydanı’nda çocuklarının, eşlerinin kemiklerini isteyen Cumartesi Anneleri mi uzak? Galatasaray’a gelecek bütçeniz mi yok, yol mu yok? Oysa kendileri de ne çok demişti “Ülkene Fransız olma!” diye. Hoş, benim açımdan mesele Fransız ya da Türk olmak değil. Her yerde ilkeli ve tutarlı olmak. Nihayet Sartre da Fransız, Le Pen de. Bu durumda hangisi Fransız mesela? Cezayir Soykırımı’nı cesaretle ve açıkça söylediği ve bunun için 3 ay hapis yatan Sartre Fransız değilse kim Fransız mesela? Ait olduğu ulusun yaptığı haksızlıklarını saklamak o ulustan olmaktan çok çıkarlarla alakalı olabilir mi? Oysa insan çıkarına göre değil haysiyetine göre davranmalı değil mi? Neyse, nihayet kapitalizmin bu kadar hâkim olduğu dünyada sürekli haysiyet ayaklanmaları yaşanıyor.
Oysa çok uzun zamandır Sarı Yelekliler de başka uluslardan ezilenler de “Sanki doğduk bir anadan” diyor (Avusturya işçi marşı).
Haliyle şimdilerde TRT’nin, AHaber’in, Yeni Şafak’ın falan ‘taktiksel olarak’ desteklediği Sarı Yeleklilerle dünyanın tüm ezilenleri bir anadan doğanlar. Bu söz, kapitalizm ve sömürü karşısındaki ortak pozisyonumuzu anlatan yeryüzünün en güçlü cümlelerinden biri. Yani simbiyotik medya bir yerde Macron, başka bir yerde “Sarı Yelekli” oluyorken bir Sarı Yelekli her yerde Sarı Yeleklidir. Ki öyle olduğu için Gezi Direnişi döneminde bu insanlar için dış mihrak diye manşetler atılıp hedef gösterilmedi mi?
“Dış mihrak” diye manşet atılanlar, ‘yabancı’ olanlar yabancı mıdır bize gerçekten? Bize kim yabancıdır gerçekten? Mesela topraklarını savunan Kızılcaköy direnişçilerine kim yabancıdır? Mesela bir ‘yabancı’ bir başka halka değil de hükümete destek vermek için gelse (ki ne çok gelirler), aynı gazeteler övgü dolu manşetler atmazlar mı? Yabancı olurlar mı o zaman da mesela?
Bir yerde Macron başka bir yerde Sarı Yelekli olursunuz isterseniz, olursunuz ama kişiliğiniz yarılınca da, tutarsız hayatınız tutarlı psikolojik sorunlar ortaya çıkarınca “Neden böyle oldu?” demeyiniz sonra.
Dönem geçince “Bir yerlerde aslında ben inanmadan o haberleri yapıyordum” falan diye yine bizden teselli isteyiniz sonra.
Tam şu anda Havuz Medyası’nın kendi retoriğine göre yine kendisi Fransa’nın Dış Mihrak’ı oluyor.
Elbette bu medyanın yapmaya çalıştığını herkes görüyor. “Siz bize laf ediyorsunuz ama kendiniz nesiniz!” basit argümanı üzerinden yürüyorlar. Bu bir an için çarpıcı gözükebilir. Ve kendinize oy veren insanları böyle manipüle de edebilirsiniz ancak bir sonraki adımı düşünemeyecek sorgulayamayacak insanlar yetiştirmiş olur, sonra “Neden Kültür Sanat’ta bir yere varamıyoruz, neden incelikli işler yapamıyoruz?” diye kendinize sorar durursunuz.
Mesela Yeni Şafak “Fransa da göstericiler için endişeliyiz!” diye haber yapınca bana da “Haklısınız! Nihayet bir işçi herkesin içinde, Paris’in orta yerinde alnından vurulabilir, plastik mermiyle gençler hedef alınarak gözleri çıkarılabilir, 13 yaşındaki bir çocuk 14 yaşına komada girebilir” demek kalıyor…
Tutarlı olmak basit ama dünyanın en zor tavırlarından biridir. Ve basit şeyler çok ama çok zordur hele de ilkesizseniz. Doğruyu yazmak hemen her medyanın şiarıdır ama en az bulunandır mesela…
Esas olarak devletler dünyanın her yerinde aynıdır. O yüzden sürekli o zirvelerde bu zirvelere buluşup dururlar. Putin’le Suudi Arabistan Prensi nasıl “Give me five” yapmıştı mesela değil mi? Suudi Arabistan’a G-20 zirvesi nasıl da verilmişti değil mi? Ulusları farklı olsa da çıkarlar üzerinden hepsi aynı ulustandır onların. Bakmayın arada bir kavga ettiklerine. O kavgalar, dönemsel çıkar kavgalarıdır. Ya işçiler ezilenler onlar kadar buluşuyor mu? İşçiler de ezilenler de aynıdır oysa. Farklı ulustan olsalar da kapitalizm karşısında aynı pozisyondadırlar. Ve aynı yerde duranlar aynı dili de konuşurlar. Sanki doğduk bir anadan… Amma bu ikisinin arasında lümpenlik diye bir kavram da var. İşçi olup, ezilen olup kendini ezenden yana tutum alıp, onlara özenen, onların kültürüne hizmet etmek de, onlar için yayın yapmak… İşte onlar da dünyanın her yerinde aynıdır…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.