Soruşturma evresinde savcının çocuğa direk soru sormasından kaçınılarak başlayan “hassas davranma” süreci ne yazık ki yargılama başladığında tamamen unutulmaktadır
Soruşturma evresinde savcının çocuğa direk soru sormasından kaçınılarak başlayan “hassas davranma” süreci ne yazık ki yargılama başladığında tamamen unutulmakta, yüzleştirmeler, tekrarlatılan ifade ve muayenelerle çocuklara tekrar tekrar travma yaşatılmaktadır
Feminist avukatlar olarak kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, tecavüz, meşru müdafaa dosyalarının yanı sıra çocuk istismarı veya ensest dosyalarını da takip ettiğimiz oluyor.
Çocuk istismarı dosyalarında, çocuğun ifadesinin alınması, fiziksel muayene süreci, mahkemelerce istismarın fiziksel bulgulara bağlanmaya çalışılması, yargılamada çocukla istismarcının yüz yüze getirilmesi gibi bir dizi sorunlu uygulamanın çocukta ayrıca bir de yargılama süreci travması yarattığını biliyoruz. Bu yazıda bu tür dosyalarda neler yapabileceğimiz konusunda son dönemde takip ettiğimiz bir dosyadan edindiğimiz izlenimleri anlatmaya çalışacağım.
Çocuk istismarı dosyalarını takip ederken aslında mahkemelerin tıpkı kadın cinayeti, taciz, tecavüz dosyalarında olduğu gibi bir tür mağdur olmanın bütün gereklerini yerine getirmiş “saf bir mağdur” arama çabasını sürdüğünü görebiliyoruz. “Neden bu kadar geç şikayet ettin”, “peki sana bunu yaptığı halde neden aynı asansöre bindin”, “neden bu olayı bu kadar süre kimseye anlatmadın” gibi sorularla biz daha önce özellikle kadınlara yönelik tecavüz dosyalarında çokça karşılaştığımızdan çok şaşırmıyoruz. Fakat mahkemenin karşısında bir yetişkin değil de çocuk olduğunu düşündüğümüzde de şaşırmadan edemiyoruz.
Takip ettiğimiz bir ensest dosyasında mağdur çocuk 11 yaşından 15 yaşına kadar, tehdit ve dayakla, vücuda organ sokmak sureti ile babasının cinsel istismarına maruz kalmış, annesi ve ağabeylerinin desteği ile şikayetçi olabilmişti. Mağdur çocuğun beyanı ÇİM’de iki uzman psikolog, avukat ve savcı eşliğinde görüntülü kayda alınmıştı. Şikayetle birlikte ilk başta mağdur çocuğun ifadesinin Çocuk İzleme Merkezi’nde (ÇİM) alınması yargılamanın sonraki aşamalarında çocuğun tekrar tekrar dinlenilmesinin önlenmesi bakımından oldukça önemli. Çünkü ÇİM, cinsel istismar suçları başta olmak üzere mağdur çocukların adli yargılama süreçlerinde tekrar mağdur olmasının önüne geçmeyi amaçlayan, 04.10.2012 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneler bünyesinde kurulan bir oluşum. Bu genelge de çocukların kolluk kuvvetleri, adli merciler ve sağlık kurumları tarafından ayrı ayrı değerlendirilmesi ve bu süreçte yaşadıklarını defalarca dile getirmek zorunda bırakılmaması için, ses ve görüntü bakımından yalıtımı yapılmış camlı bir odada, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı, mağdur avukatı camın arkasından ifade işlemini takip ederken, görüşmeyi sürdüren adli görüşmeci yolu ile mağdur çocuğun beyanının alınması ve bu görüşmenin kamera kaydı eşliğinde tek bir seferde yapılmasını öngörüyor.
Mağdur çocuğun ifadesi alınır iken çocuğun direk olarak ne savcıyı ne de avukatı görmeyeceği ve direk sorularına maruz kalmayacağı bir sistem kurgulanmış durumda. Fakat şu anda kaç ilde ne kadar ÇİM var, bu merkezlerin işleyişi nasıl yapılıyor ve yaşanan sorunlar nedir bunlar bir başka yazının konusu olabilecek nitelikte. Zira takip ettiğimiz dosya da çocuğun anlatımları üzerinden çocuğa iç beden muayenesi konusunda rıza gösterip göstermediği sorulmuş, henüz 2002 doğumlu çocuk muhtemelen iç beden muayenesinin ne olduğunu bile anlamadan evet yanıtını vermiş ve çocuğun ifadesi doğrultusunda iç beden muayenesi yapılmıştı. Fakat çocuğun istismara uğradığı hal ile muayene halinin aynı şekilde olması nedeni ile ayrıca bir travma yaşamış olduğunu çok net bir şekilde gördük. Çocuğun vücuduna organ sokmak suretiyle istismar edilmesi halinde ilk 24 saat tabiî ki çok önemlidir fakat muayene konusunda öncesinde çocuğun psikolog ve kadın bir sağlık görevlisi tarafından anlayacağı bir dilde bilgilendirildiği bir sistem yok.
Soruşturma evresinde savcının çocuğa direk soru sormasından kaçınılarak başlayan “hassas davranma” süreci ne yazık ki yargılama başladığında tamamen unutulmakta ağır ceza mahkemeleri mağdur çocukları davetiye ile duruşmaya çağırmakta ve yukarıda anlattığımız ÇİM süreci çöpe atılmaktadır. Çünkü mahkemeler ÇİM genelgesinde bahsedilen çocuğun bir defa dinlenmesi ve bunun kayda alınarak yargılamanın her aşamasında bu ifadenin kullanılmasını dikkate almıyor. Belki de bu genelgenin yasal bir düzenleme olarak yer almamasından kaynaklı mahkeme çocukları istismarcı sanıkla yüz yüze getirme pahasına mahkemeye çağırıyor. Bu noktada davetiyeye rağmen çocukların duruşmaya götürülmemesi ve genelgenin uygulanmasını sağlamak gerekiyor. Takip ettiğimiz dosyada da biz dosyaya girmeden önce çocuğun mahkemede ifadesine başvurulmuş talimatla ifade alındığı için şans eseri bu dosyada istismarcı ile yüz yüze gelmemişti.
Biz dosyaya yargılanın ortalarına doğru girdiğimizde dosyada görgü tanığı ağabeyinin ifadesi, ÇİM psikoloğunun “mağdurun cinsel,duygusal ve fiziksel istismara uğradığı düşünülmüştür” şeklinde raporu ve çocuğun şikayet günü yapılan muayenesi sonucu Adli Tıp Uzmanının verdiği “Anal muayenesinin doğal olduğu, ancak vücut gelişimi de dikkate alındığında, kayganlaştırıcı kullanımında bulgu oluşmayabileceği” yönünde rapor mevcuttu. Bu delilleri yeterli görmeyen mağdurun bizden önceki erkek avukatı tarafından mahkemeden mağdur çocuğun tekrar iç beden muayenesi için tam teşekküllü bir hastaneye gönderilmesi talep edilmiş idi. Çocuğun anne ve ağabeyi ilk muayene sonrası çocuğun yaşadığı travmayı gördükleri için bu talep üzerine avukatlarını değiştirmişler ve bir şekilde bize ulaşmışlardı. Mağdur çocuğun erkek avukatı mutlaka fiziki bir bulgunun olması gerektiğini düşünüyordu. Oysa mağdur çocuk ifadesinde sanık babasının istismar esnasında tükürüğünü kullandığını belirtmişti. Sanık baba mağdur kızının şikayet etme ihtimali üzerine bunu bilerek yapmıştı ve bu sebeple bulgular şikayet sonrası hemen alınan raporda çıkmamıştı.
Çocuğun tekrar muayeneye gönderilmemesi için ÇİM genelgesi uyarınca, tekrarlayan öykü almaktan ve gereksiz muayeneden kaçınılması, muayenenin erken dönemde ve tek seferde yapılması gerektiğinin vurgulanmasına rağmen ve “olay tarihi ve muayene arasında geçen süre ile akut livata bulguları birlikte değerlendirildiğinde ilk 72 saat içerisinde gelen olgularda %50’den fazla bulgu bulunduğu, 10 günden sonra gelen vakalarda bulgu bulma oranı dramatik bir şekilde %20’nin altına düştüğü, olay tarihinden itibaren bir yıldan fazla süre geçmiş olgularda akut livata ya da kronik livata bulgusuna rastlanmadığı”[1] yönündeki tespitin yapıldığı bilimsel çalışmalar sunmamıza rağmen mahkeme heyeti çocuğu tekrar muayeneye gönderdi.
Son istismardan 2 ay sonra yapılan şikayet tarihinde bile tıbben bulunmayan bulgunun 1 yıl sonra bulunmaya çalışılmasının arkasında cezalandırmayı fiziksel bulguya bağlama gayreti olup ne avukat ne de mahkeme heyeti tarafından çocuğun yaşayacağı travmaya dair herhangi bir kaygı yaşandı. Cinsel istismar mağduru çocukların dosyalarında öncelik çocuğun zaten örselenmiş olan beden ve ruh sağlığını korumak olmalı iken mahkemece istismar şekli ile muayene şeklinin aynı olması umursanmadan çocuk tekrar travmaya maruz kaldı. Tabiî ki sonraki raporda da bir bulguya rastlanmadı.
Sonuçta verilen kararda sanığa, Türk Ceza Kanunu’nun 103/2 maddesinde düzenlenen ve çocukların cinsel istismarının nitelikli hali olan “vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi” maddesi uygulanarak ilk başta 20 yıl hapis cezası verildi. Bu ceza “babası olmasından dolayı” arttırılarak 30 yıl hapis olarak belirlendi. Suçun “cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi” sebebi ile ceza ½ oranında arttırılarak 45 yıl hapis cezası verildi, TCK’nin 43. maddesinde düzenlenen “eylemin birden fazla gerçekleşmesi” sebebi ile 1/3 oranında arttırıldı ve netice olarak 60 yıl hapis cezası verildi. Ayrıca iyi hal indirimi dediğimiz indirim ise “sanığın suça eğilimi, fiilden sonraki ve yargılama sırasındaki tutum ve davranışları cezanın gelecekteki olası etkileri, suçun işlenmesindeki kabul edilen davranışları nedeniyle hakkında bu yönde olumlu bir kanaat hasıl olmadığından uygulanmasına takdiren yer olmadığına” şeklindeki gerekçe ile uygulanmadı. Bunun yanı sanığın çocuğa yönelik cinsel istismarı tarlada ve otobüs içerisinde gerçekleşmesinden dolayı TCK’nin 109/2 maddesinde düzenlenen “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” suçu uyarınca 3 yıl hapis, sanığın eyleminin çocuk olan ve ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan çocuğa karşı işlemesi sebebi ½ arttırarak 6 yıl hapis, bu eylemi cinsel amaçlı yaptığından ½ oranında artırım ile 9 yıl hapis ve yine birden fazla kez eylemini tekrarladığı için 1/3 oranında artırım yapılarak 12 yıl hapis cezası verildi. Aynı sebeplerle bu suça ilişkin de iyi hal indirimi uygulanmadı. Toplamda sanığa 72 yıl hapis cezası verildi.
Bu dosya bize çocuk istismarı dosyalarında TCK’de var olan cezaların gerçekten mağdur olan çocuktan yana uygulanırsa cezaların caydırıcı olabileceğini gösteriyor. Özellikle sistematik olarak istimara maruz kalan çocukların dosyasında zincirleme suç artışının üst hadden yapılması ve her seferinde dile getirdiğimiz iyi hal indiriminin uygulanmaması sonucunda sanıklar hak ettikleri cezaları alabiliyorlar. Mahkemelerin bu suçların önlenmesi noktasında ne kadar inisiyatif sahibi olduğunu ve aslında caydırıcı ceza noktasında ellerinde yeteri kadar yasal düzenleme olduğunu bize gösteriyor.
Çocuk istismarına yönelik tartışmalar cezaların arttırılması, hadım, hatta idam çevresinde daha çok tepkisel şekilde yürütülüyor. Basına yansıyan bir çocuk istismarı olaylarında devlet var olan tepkileri sönümlendirmek için “daha ağır cezalar” öngören yasa tasarıları ortaya çıkarıyor. Fakat cinsel suçların cezaları her defasında daha şiddetli şekilde arttırıldığı halde, yapısal sorunlar ele alınmadığından bu suçların azalmadığını hatta arttığını görüyoruz. Çocuk istismarı konusundaki tartışmaların cezaların caydırıcı olmasının tartışılmasından önce mahkemelerin hakları korunmaya muhtaç olan çocuklardan yana ve çocuğun söylediklerinin hep yalan olabileceği anlayışından uzaklaşarak hele ki çocuk ve rızanın aynı cümlede dahi kullanılmadığı, sürecin çocuk temelli yürütüldüğü yargılamaların yapılabilmesi noktalarında yürütülmesi gerekiyor. Bizler hem bu tartışmaları yürütüp hem de çocuk istismarı ile erkek egemenliği arasındaki bağı kuran, çocuk istismarının da kadınlara ve çocuklara şiddet uygulamanın erkeklere tanınmış bir hak olduğuna dair toplumsal ve politik kabulün varlığını ortaya koyan bir yerden ürettiğimiz sözümüzü söylemeye devam edeceğiz.
(1)Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı’nda görevli Dr. Bedir KORKMAZ tarafından uzmanlık tezi olarak hazırlanan “Anal Yoldan Cinsel İstismar/Saldırı İddiası Olan Olgularda Bulguların Zamana Karşı Değerlendirilmesi” çalışması.
http://sendika62.org/2018/11/yazi-dizisi-feminist-avukatlar-anlatiyor-517623/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.