Saray-AKP iktidarı, seçim sath-ı mailinde olduğumuz bugünlerde, Suriye’deki pozisyonunu zora sokacak bir seçim yapmayı elbette istemeyecektir. Ancak ABD, “NATO müttefiki Türkiye üzerindeki etkilerini” kullanabileceğini belirtiyor ve AKP’ye tarafını hatırlatıyor
Saray-AKP iktidarı, seçim sath-ı mailinde olduğumuz bugünlerde, Suriye’deki pozisyonunu zora sokacak bir seçim yapmayı elbette istemeyecektir. Ancak ABD, “NATO müttefiki Türkiye üzerindeki etkilerini” kullanabileceğini belirtiyor ve AKP’ye tarafını hatırlatıyor
Son beş yılda sekizinci kez seçim dönemine giriyoruz. Tayyip Erdoğan içeride restti, jestti diyerek MHP’yle ittifakı kotarırken, dışarıda da olanı değil umulanı dillendirmeyi farz görüyor bugünlerde.
Hem ne yani, zât-i haşmetmeâb böyle buyurunca ana muhalefet ona muhalefet etmeyi mi akıl edecek! Tecrübeyle de sabit: “Dış politika millidir; iktidarı ve muhalefeti olmaz” sözünü diline pelesenk etmiştir kendileri.
Neyse bu yazının konusu ana muhalefet değil, biz Erdoğan’a dönelim. 30 Kasım-1 Aralık tarihleri arasında düzenlenen G20 zirvesi için soluğu Arjantin’de alan zât-i haşmetmeâbın, burada yaptığı ikili görüşmeler (özellikle ikisinde) sonrası açıklamalarını baz alacak olursak Suriye’de her şeyin “lehimize” olduğunu zannederiz.
Erdoğan’a göre, [Putin’le görüşmesi üzerinden] “İdlip’te ciddi manada bizim Rusya tarafı ile herhangi bir sıkıntımız yok” ve [Trump’la görüşmesini hatırlatarak] “Münbiç’i, terör örgütü PYD/YPG’den temizleme noktasında mutabakat var”! Pek tabii Erdoğan için 31 Mart 2019’daki yerel seçim öncesi Suriye’de her şey yolunda gidiyor, gitmeli de! Bu uğurda ABD ve Rusya’dan alınacak küçük tavizler için büyük tavizler vermeye hazır. Yeter ki iki taraf -sınırlı da olsa- Suriye’de Kürdü ezdirtsin!
Ruslar her kademeden, Türkiye’nin İdlip’te tüm sorumluluklarını yerine getiremediğini dillendiriyor. Sadece iki ülke savunma bakanları arasında bir haftada ikisi telefonda, biri yüz yüze olmak üzere üç görüşme gerçekleşti. (20-24-25 Kasım) Ancak bu görüşmelerde İdlip için “hızlı bir karar” alınmasının gerekliliği vurgulanırken, “nihai karar” için her zamanki gibi Erdoğan-Putin görüşmesi işaret edildi. Çünkü sadece birkaç gün içinde İdlip mutabakatını iyice kırılganlaştıran bir dizi gelişme yaşandı: Cihatçılar, Halep’e klor gazı içeren roketlerle saldırdı, Hama’nın kuzeyindeki Suriye ordusu mevzilerini grad roketleriyle vurdu ve Lazkiye’deki Rus hava üssü Hmeymim’e bombalı insansız hava araçlarıyla saldırı girişiminde bulundu. Suriye ordusu ve Rus savaş uçakları da İdlip’i vurmaya başladı.
1 Aralık’taki görüşme sonrası Erdoğan’ın meseleyi nasıl yorumladığını yukarıda belirttik. Rus tarafından da kısmen bunu onaylayan bir açıklama geldi: “Liderler (…) militanların bu kritik mutabakatı sabote etmemesine yönelik tedbirler alınması konusunda anlaştı.”
Evet, Ruslar bir kez daha Erdoğan’ı gözetiyordu. Peki, neyin karşılığında? Sahada yaşananlara bakacak olursak Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve müttefiklerine karşı harekete geçmesi istendi. Hemen 2 Aralık’ta TSK İdlip’in güneyindeki gözlem noktasına büyük bir askeri sevkıyat gerçekleştirirken, ertesi gün de bu bölgelerde AKP destekli Ahrar’uş Şam ile HTŞ arasında çatışmalar başladı. Bu çatışmalarda TSK elbette HTŞ’yle doğrudan karşı karşıya gelmek istemeyecektir. Ancak İdlip’te cihatçılar arası yeni bir “iç savaş”, sadece AKP destekli grupları değil, bu sefer TSK’nin sahadaki pozisyonunu da etkileyecektir. İşte tam bu noktada Rusya ve müttefikleri sazı eline alırsa pek şaşmamalı!
Suriye’deki askeri varlığını “IŞİD’e karşı savaş” bahanesiyle açıklasa da bu ülkedeki gerçek önceliği İran’ın nüfuzunu kırmak olan ABD, bu hedefi Türkiye’nin de paylaşması için baskısını artırmaya başladı.
Bu önceliğin, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey tarafından Erdoğan’a hatırlatılması da hayli ilginç bir şekilde gerçekleşti. Jeffrey önce Trump’ın [kimyasal silah bahanesiyle] Suriye’ye müdahale tehditlerinin Rusya’nın üzerinde baskı yarattığını ve böylece Erdoğan’ın Putin’den ateşkes anlaşmasını “koparabildiğini” savundu. Ardından “NATO müttefiki Türkiye üzerindeki etkilerini” kullanabileceklerini belirtti ve “Astana sürecinden sonuç çıkmadı” diyerek AKP’ye tarafını hatırlattı.
ABD, AKP’nin “Fırat’ın doğusu” çıkışlarına, Kürtlerin kontrolündeki Suriye’nin kuzeyinde (Türkiye sınırı boyunca) gözlem noktası kurma kararıyla kısmen set çekti çekmesine, ama müttefikine bir parmak bal vermekten de geri durmadı. Jeffrey, PYD/YPG’nin Münbiç’i terk etmesi için çalıştıklarını, sürecin iyi ilerlediğini ve Kürtlerle “geçici bir işbirliği” yaptıklarını söyledi.
Saray-AKP iktidarı, seçim sath-ı mailinde olduğumuz bugünlerde, Suriye’deki pozisyonunu zora sokacak bir seçim yapmayı elbette istemeyecektir. ABD ve Rusya ikilisinden birini tercih edip diğerinin düşmanlığı ile yüzleşmek yerine ikisini de aynı anda idare etmeye devam etmek isteyecektir. Ancak gerek ABD gerekse Rusya’nın kendi çıkarları noktasında çift yönlü baskıyı artırması da AKP açısından iç açıcı olmayan sonuçlar üretebilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.