Rusya, TSK saldırıları ile ABD’nin ikircikli tutumunun Kürtleri Şam’a daha fazla yakınlaştıracağı hesabıyla gelişmeleri “sessizce” takip etmeyi sürdürüyor
Rusya, TSK saldırıları ile ABD’nin ikircikli tutumunun Kürtleri Şam’a daha fazla yakınlaştıracağı hesabıyla gelişmeleri “sessizce” takip etmeyi sürdürüyor. Ancak taraflar arasında müzakerelerin yeniden canlanması seçeneğinin önünde, Kürtlerin ABD’yle devam eden ortaklığı ile Şam’ın dayattığı tek taraflı koşullar bariyer olarak duruyor
Tayyip Erdoğan’ın Temmuz ayında “7 Eylül’de düzenlenecek” dediği, akabinde Moskova ve Paris’in söz konusu tarihte yapılmayacağını açıkladığı, Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa arasındaki “Dörtlü Suriye Zirvesi” nihayet 27 Ekim’de gerçekleşti. Zirve boyunca Erdoğan-Merkel-Macron-Putin dörtlüsü bol bol “birliktelik” pozu verip, bir de “ortak bildiri” yayımlasalar da kameralar karşısına geçtiklerinde her bir taraf kendi önceliklerini dile getirmiş oldu.
İdlip’teki durumun “geçici” olduğunu bir kez daha vurgulayan Putin, “radikal unsurların bir an önce temizlenmesi” gerektiğini, herhangi bir saldırı durumunda “Suriye hükümetini destekleme hakkını saklı tuttuklarını” söylüyordu.
Merkel ve Macron (Erdoğan’la birlikte), İdlip için “kalıcı bir ateşkes”in önemine vurgu yapsa da bu ikilinin asıl dertleri onbinlerce militanın (aileleriyle beraber) barındığı bu cihatçı adacığından yeni bir göç dalgasının yaşanmaması; halihazırda mülteci konumundaki milyonlarca Suriyelinin de geri dönüşünün sağlanmasıydı.
Erdoğan ise dörtlü zirve vesilesiyle “daha güçlü” yinelediği hesabıyla “Fırat’ın doğusu”na yönelik tehditlerini sürdürdü.
Bu hesabı tutmuş olacak ki zirvenin hemen ertesi günü TSK, “Fırat’ın doğusu”ndaki Kobanê’ye top atışları gerçekleştirmeye başladı. Bunu, 30 Ekim’de Erdoğan’ın “Hazırlıklarımızı tamamladık” açıklaması izledi ve aynı günün akşamı Tel Abyad da (Gire Spî) obüs ve ağır silahlarla vuruldu. Bunun üzerine YPG-YPJ öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri de (QSD) saldırılara karşılık vermeye başladı.
Kendi güçlerinin bulunmadığı Afrin’deki operasyona onay veren ancak güçlerinin bulunduğu “Fırat’ın doğusu”nda bugüne kadar TSK operasyonlarına kapı aralamayan ABD, Kobanê-Tel Abyad hattındaki saldırılar karşısında bir süre sessiz kaldı.
31 Ekim’de YPG-QSD, Deyrizor’da IŞİD’e karşı sürdürülen operasyonu durduğunu açıklayıp, ABD’den TSK saldırıları karşısındaki tutumunu netleştirmesini istedi. ABD bunun üzerine devreye girdi! Pentagon “durumu yatıştırmak için” taraflarla temas halinde olduklarını duyururken, ABD Dışişleri Bakanlığı ise Türkiye’ye cılız bir tepki göstermekle yetindi: “Kuzeybatı Suriye’de tek taraflı adımlar bizim için endişe kaynağı.”
2 Kasım’da da ABD’li askerler ve YPG-QSD’liler, Türkiye sınırına yakın noktalarda ortak devriyeye başladı. Devriye faaliyeti sonrası TSK’nin top atışları azalırken, sınır hattında hafif silahlarla gerçekleştirilen saldırıların 5 Kasım itibariyle hala sürdüğü rapor ediliyordu.
Tüm bunlar, AKP ve ABD arasındaki bir tür uzlaşıya işaret ediyor olabilir mi?
Bu sorunun cevabına geçmeden önce TSK ve ABD ordusunun 1 Kasım’da, yani “Fırat’ın doğusu”na yönelik saldırılar sürerken, Münbiç’te ortak devriye faaliyetine başladığını belirtelim.
Aynı gün Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar “Sabırla bu ilişkiyi sürdürüyoruz” diyerek ABD’yle gösterdikleri uyumu vurgularken, “Devriyeler, Münbiç Yol Haritası’nda belirlenen hedeflere ulaşana kadar devam edecektir” sözleriyle de yeni bir aşamaya geçildiğini ifade etti. Bunu, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun (ABD’yle anlaşmanın yapıldığı günlerde söylediği) “Münbiç’ten sonra yol haritası Fırat’ın doğusunda da uygulanacak” sözüyle birlikte düşündüğümüzde TSK’ye son saldırıları için çoktan yeşil ışık yakıldığını düşünmek işten bile değil.
Dolayısıyla Kobanê-Tel Abyad hattına yönelik TSK saldırıları, ABD’ye karşı ya da Türkiye’nin güvenliğine yönelik bir hamle değil. Bu saldırılar önümüzdeki günlerde de devam edebilir, ABD de saldırıları engelleme karşılığında YPG-QSD’den taviz isteyebilir.
Çünkü her ne kadar “nihai amacı” Rojava’yı yok etmek olsa da Erdoğan’ın kısa vadeli hesabı 2019 hedeflerinde yatıyor. TSK saldırılarıyla eşzamanlı başlayan “ABD’ye dostça bir mesaj” ya da “TSK ve ÖSO, Tel Abyad, Kobanê ile aynı anda Münbiç’e de müdahale edecek” gibi çıkışlar da bu seçim kampanyasının propagandif ürünlerinden ibaret.
Erdoğan, Münbiç benzeri bir süreci Tel Abyad’da da hayata geçirme planıyla “İki kanton arasındaki (Kobanê ve Cizîrê) bağı kopartma” hesabı yapıyor. Bunu, Suriye’de artık sona yaklaşılırken Kürtlerin kazanımlarını sınırlamak ve Türkiye’de de yerel seçim öncesi içeriye dönük işlevlendirilecek bir hamle olarak kurguluyor.
Öte yandan Rusya da TSK saldırıları ile ABD’nin ikircikli tutumunun Kürtleri Şam’a daha fazla yakınlaştıracağı hesabıyla gelişmeleri “sessizce” takip etmeyi sürdürüyor.
Saray-AKP iktidarının İdlip’teki görevlerini hala yerine getirememiş olmasını alttan alan Ruslar, mutabakatın devamı için şimdilik temkinli ve sabırlı davranmayı tercih ediyor. Bu durum sonsuz değil; İdlip’ten çekilmeyen ve yığınağını sürdüren cihatçı grupların Suriye ordusu tarafından hedef alınmasına yeşil ışık yakılmış durumda. Moskova’nın Kürtler konusundaki sessiz takibi ise Şam’la yakınlaşmalarına paralel biçimde değişebilir.
Şam yönetimi AKP’ye tanınan toleranstan rahatsız. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, 29 Ekim’de “Türkiye, İdlip’teki taahhütlerini yerine getirmek istemiyor” diyerek bu rahatsızlığı açıkça dillendirdi. Rojavalı siyasetçilerden ise ardı ardına Şam mesajları geldi. TEV-DEM Diplomasi Komitesi üyesi Salih Müslim, Şam’ın Birleşmiş Milletler nezdinde harekete geçmesini isterken, PYD Eş Başkanı Şahoz Hasan da “Türk devletinin işlediği suçlara ilişkin dava açma ve sorumluluğunu yerine getirme” çağrısı yaptı.
Ancak taraflar arasında müzakerelerin yeniden canlanması seçeneğinin önünde, Kürtlerin ABD’yle devam eden ortaklığı ile Şam’ın dayattığı tek taraflı koşullar bariyer olarak duruyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.