Ortak takibi yapılan pek çok davada haksız tahrik indirimlerinin verilmediğini, yani bir aşama kat ettiğimizi de belirteyim.
Ortak takibi yapılan pek çok davada bu indirimlerin verilmediğini, yani bir aşama kat ettiğimizi de belirteyim. Belki takip edilen her davada istediğimiz kararlar çıkmadı. Ama mahkemelerdeki ortak tutum ve kadın dayanışması, kararlarda ve daha önemlisi mahkeme kapılarındaki kadınlarda, yalnız kalmadıkları için, birlikte olmanın gücünü hissettikleri için; kadın dayanışması bakımındansa o süreci paylaşan tüm taraflar için yaşamsal bir fark yarattı.
Hukuk, normlar bütünüdür. Onları kabul eden topluluklara ne yapabileceklerini, ne yapamayacaklarını söyler. Yerimizin darlığından uzunca kökenine giremeyecek olsam da, bu yazının yazılma sebebi olan, “eşitsizlik” “kadına yönelik şiddet” “toplumsal cinsiyet”le ilişkisine baktığımızda, gerek kuralların ve oluşma süreçlerinin, gerekse de uygulama ve yorumlama biçimlerinin “cinsiyetçi ve “eşitsiz” olduğunu söyleyerek söze başlayabilirim.
Hukuki dille yazacak olursak “hakaret, tehdit, zorla alıkoyma, özel hayatın gizliliğini ihlal, tecavüz, cinayet…” gibi adlar alan suçlar ve davaları; kadınlara yöneldiğinde, suçun türü, işleniş şekli ve sonucuna göre ve tabi yasal metinlere göre adlandırılıyor olsa da, ortak özellikleri “erkek şiddeti”nden kaynaklanmalarıdır. Yargılamalarına baktığımızda da bu “erkek şiddeti”nin; başvurulan kurumlar, adli tabiplik, karakol, savcılık, mahkemeler aracılığıyla sürdürüldüğünü söylemek bu mercilere haksızlık olmayacaktır.
Ceza yargılamaları, ‘kadın hakları hukuku’ açısından en sorunlu alanlardan biri demek de yanlış olmaz. Bu alanın en temel sorunları arasında cezasızlık, uzun yargılama, haksız tahrik indiriminin uygulanışı ve ispat konuları yer alıyor. Kadın cinayetlerine dair rakamsal verilerden ve yargılamalarından detaylı bahsetmeme gerek olmayacak kadar konunun gündemde olduğu malumunuz. Erkek failler “iyi hal” bahaneleri ve “haksız tahrik” indirimleriyle “cezasızlık”tan faydalanırken, cinayetlerle yaşam hakkı elinden alınan kadınlardan ispat bekleniyor.
Ceza yargılamasında sorun çok ancak bu yazıda “haksız tahrik” uygulamalarına ve kararların arkasındaki cinsiyetçiliğe değineceğim. “Haksız tahrik” kısaca suçta indirim sağlayan bir maddedir. Ancak bu maddenin kadın cinayetleri davalarında uygulanışına baktığımızda adeta bir “toplumsal cinsiyet eşitsizliği mekanizması” ya da “erkek failleri anlama/hakverme çabası” olarak hayata geçirildiğini söyleyebiliriz. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda :
“(1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.” Şeklinde yazılmış bir indirim maddesi. Kısaca haklı bir sebebin varsa, suçu bu nedenle işlediysen, cezada indirim sağlayan bir madde. Buraya kadar herşey normal. Elbette suç ve cezada indirim ya da ağırlaştırıcı sebepler de hukukun parçasıdır. Ancak sorun, neyin haksız tahrik indirimi için “haklı sebep” sayıldığında, fiilerin haksızlığının cinsiyetçi yorumundan kaynaklanıyor.
Uygulamada neyin “haksız tahrik” kabul edildiğinin yorumuna baktığımızda, kadınları ikincilleştiren, yok sayan, toplumsal cinsiyet gündeminde “eşitsizlik” olarak örnekleyebileceğimiz bütün rollerin; itaat etmeme örneklerinin de denilebilir, (yemek yapmama, cinsel ilişkiyi reddetme, cilveli saat sorma, tayt giyme vb) medeni yasada ve yasalarda mücadele ile değişmesini sağladığımız tüm kazanımlarımızın üstünü çizen “cinsiyetçi” bakış açıları ve indirimlerle karşılaşıyoruz.
Hukuki tartışmalarda, içtihatlarda; bir fiilin haksızlığında belirleyici olanın hukuk düzeni olduğu, hukukla çatışan değer yargılarının ihlalinin haksız kabul edilmeyeceği belirtilmektedir. “Sosyal kurallara, değer yargılarına, geleneklere aykırı hareketler de tahrik teşkil edebilir ancak hukukla çatışan toplumsal değer yargılarına, örf ve adetlere veya geleneklere aykırı hareketler faili tahrik etse bile haksız olmadıklarından haksız tahrik indirimi söz konusu olmayacaktır” yaklaşımı vardır. Ancak kararlar hiç de öyle demiyor.
Mahkemelerce ve yargıtayca verilen karar örneklerine bakacak olursak;
İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesi 19.09.2007 tarihli 2006/210 E. 2007/329 K. sayılı kararında; “Kadın, 17 yaşındaki oğlunu alarak gittiği tatilde daha önce boşanma davası açtığı eşinin telefonlarını yanıtsız bırakmıştır. Eve eşyalarını toplamak için döndüğünde sanık eş katılanın çantasından aldığı telefonda ‘Adil Işık’ isimli şahıstan gelen mesajı ve doğum kontrol hapını görünce karısının kendisini aldattığından şüphelenir. Karısının göbeğindeki yara bandını ve piercingi gören sanık, ‘hayatımı yaşıyorum bana karışamazsın’ dediğini iddia ettiği karısını evde bulunan iple boğarak öldürür ve buzdolabına koyar. 5 yıl önce karıştığı bir kavgadan dolayı kesinleşmiş hapis cezası nedeniyle yolda yürürken yakalanınca, karısını öldürdüğünü itiraf eder. Mahkeme, 5 yıl önce karısının kendisini aldattığına dair sanık eşin tanıklarını dinler ve ‘Adil Işık’ın kadın giyim markası olduğunu bilmesi beklenemeyecek sanığın, değer yargılarına göre yeniden aldatıldığını düşünmesinin normal olduğu gerekçesiyle haksız tahrik indirimi uygular.”
Kadının doğum kontrol hapı kullanması ve telefonuna ‘Adil Işık’ isimli giyim markasından mesaj gelmesi birleşince, fail “haksız bir fiil olan” aldatılma fiiline maruz kaldığı zannına kapılmış, boşanma aşamasında olduğu, çocuğunun annesi eşini iple boğarak öldürmüş, yetmemiş, cesedi buzdolabında saklamıştır. Ancak yerel mahkeme, aldatmanın olsa olsa bir boşanma sebebi olabileceğini, üstelik bunun sadece bir zan olduğunu bir kenara koyarak failin aldatıldığı şeklinde bir fikre kapılmasını cezasında indirime gitmek adına yeterli görmüştür!
“Sanığın olay tarihinde saat 23.00 sıralarında evine geldiği, 30-40 dakika kadar zili çalmasına rağmen katılan eşinin kapıyı açmadığını, kapı kilitli olduğundan kendi anahtarı ile de kapıyı açamadığını, bilahare kapı açılmayınca ev sahibinden tornavida isteyip kapıyı açmak üzere iken katılanın içerden kapıyı açtığını, kapıda bekletilmesinden dolayı eylemini gerçekleştirdiği savunması karşısında, her ne kadar katılan uyuyakaldığı için zil sesini duymadığını beyan etmiş ise de sanık ile katılanın arasındaki geçimsizlik nedeniyle katılanın sanığı isteyerek kapıda bekletme ihtimalinin bulunduğu, bu nedenle sanık lehine yorumla sanık hakkında haksız tahrik indirimi yapılmasında bir isabetsizlik bulunmadığından” (Y.3CD 01.10.2013, 2012/28544, 2013/33263) diyerek; kapı açmamayı dahi öldürmede/şiddette indirim sebebi sayabilmiştir. Bu kararda kadının haksız fiili; kocasını kapıda bekletmek oluyor.
“Sanığın eşi olan mağdureye aynı gece kısa aralıklarla etkili eylemde bulunması tek suç oluşturduğu gibi, mağdurenin eşinden izinsiz terlik satın alması ve eve gelen eşi sanığa yemek hazırlanmamış olması şeklindeki hareketlerinin sanık lehine tahrik hükümlerinin uygulanmasını gerektirip gerektirmediğinin kararda tartışılması gerekir.” (Y.2CD, 29.03.2000, 3033/3281) kadının haksız fiili, eşinden izinsiz terlik satın alarak ve eşine yemek hazırlamayarak, kocasını tahrik eden haksız eylemlerde bulunmak! Terlik almak için izin almanın ve yemek yapmanın kim tarafından belirlenmiş görevler olduğu ve hangi hukuki dayanaklarla haksız fiil oluşturduğunu ise yazıyı okuyanların takdirine bırakıyorum!
Failin işlediği tepki fiili ile tahrik fiili arasındaki oran/orantı konusu ise başka bir tartışma konusudur. Türk Ceza Kanunu’nda bu konuda açık bir düzenleme yoktur. Oran ve orantı konusunda verilen kararlar, faillerin kadın ve erkek olmasına göre değişmektedir. Örneğin, yukarıdaki örnek kararda oluğu gibi boğarak öldürüp, dolaba koyan failde buna bakılmazken; partnerleri veya ailesindeki erkek üyeler tarafından uzun süre psikolojik, cinsel, ekonomik, sözlü ve/veya fiziki şiddet gören kadınların işlediği suçlarda, oran ilkesi gözetilerek karar verilmemesidir.
İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesi 2016/370 E. nolu dosyasında, karşılıklı başlayan bir tartışmada, yerden taş alarak kocasının ölümüne sebep olan B.Ö. dosyasında; doktor tanık beyanının kadının kendinde olmadığı şeklinde, aile bireylerinin kadının uğradığı baskı ve şiddet düzeyine ve ruhsal durumunun bu nedenle iyi olmadığı şeklinde olmasına, maktul kocanın da olay sırasında kamusal bir alan olan parkta şiddet uygulamaya başlamasına karşın, yerel mahkeme kadının birden çok kez vurması nedeniyle ceza kararı verirken; vurma sayısı nedeniyle de haksız tahrik indiriminde oranı gözeterek cezayı üst sınırdan vermiştir. İstinaf mahkemesi de onamıştır. Kadının 42 yıllık şiddet yaşantısı ve sokakta şiddet görmesi üzerine yaşadığı elem ve hiddet; bir kocanın kapıda beklemesi ya da ‘adil ışık’ markasından gelen mesaj kadar haksız tahrik indirimine gerekçe olamamıştır.
Bu kararlarda görüldüğü üzere; haksız tahrik kararlarında, erkek faillerle nedense(!) yüksek empati kurulmaktadır. Erkekler lehine uygulanan indirimler cinsiyetçi, gelenekçi ve ahlakçıdır. Tayt giymek, kapıyı açmamak, kırmızı oje sürmek, bir erkeğe saat sormak, yemek yapmamak gibi fiillerin haksız fiil kabul edilemeyeceği açıktır. Ancak ne yazık ki her yıl yüzlerce kadın bu ve benzeri haksız sayılan fiilleri gerekçesiyle erkekler tarafından öldürülmekte ve bu erkek failler yargı tarafından deyim yerindeyse mazur görülerek ve cezada indirimlerle ödüllendirilmektedir.
Hukuken böyle kararlara imza atılırken, kadın hareketi de bu davaları gündemine aldı ve pek çok farklı kanaldan davalar izlenmeye başlandı. Kadına yönelik şiddet verilerinin sürekli arttığı, cinayetlerin çok yüksek oranlara ulaştığı görüldükçe, pek çok kadın cinayeti davasında, müdahale talepleri, feminist avukatlar aracılığıyla soruşturma ve koğuşturma süreçlerine dahil olma süreçleri yaygınlaşmaya, kamuoyu bilgilendirilmeye başlandı. Yaptığımız çalışmalarda; “haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimlerinin cezasızlıkla mücadelede özel bir yer tuttuğunun altını çizmeliyim.
Bu anlamda ortak takibi yapılan pek çok davada bu indirimlerin verilmediğini, yani bir aşama kat ettiğimizi de belirteyim. Belki takip edilen her davada istediğimiz kararlar çıkmadı. Ama mahkemelerdeki ortak tutum ve kadın dayanışması, kararlarda ve daha önemlisi mahkeme kapılarındaki kadınlarda, yalnız kalmadıkları için, birlikte olmanın gücünü hissettikleri için; kadın dayanışması bakımındansa o süreci paylaşan tüm taraflar için yaşamsal bir fark yarattı.
Kadın hakları mücadelesiyle, feminist direnişle demek daha doğru belki de, son 30 yılda çok önemli yasal düzenlemeler gerçekleşti. Medeni Kanun’da erkeğin reisliği, kadının çalışma izni, reis olan kocanın muteber oyunun kaldırılmasından tutun da, mal rejimleri yasasına, ve Ceza Kanunu’nda cinsiyet farklarının görülmesine, cinsel suçlar tanımına, 6284 sayılı şiddete karşı Kanun’la erkek şiddetini sonlandırmak için başvurabileceğimiz birçok mekanizmada kazanılmış haklarımız ve bunların yasalarda karşılıkları var.
Üstelik İstanbul Sözleşmesi’nin imzacısıyız! İstanbul Sözleşmesi; “erkek şiddetinin kadınlarla erkekler arasındaki tarihsel güç eşitsizliklerinden kaynaklandığını ve kadınlara yönelik ayrımcı tutum ve davranışlardan beslendiğini” kabul ediyor. Üstelik sadece kanunların nasıl olması ve uygulanması gerektiğine değil, şiddetin önlenmesi için, gerçekleşmesinden önce ve gerçekleştikten sonra sunulması gereken önleyici ve koruyucu hizmetlere kadar çeşitli ve kapsamlı düzenlemeler içeriyor. Şikayet edilen vaka sayısı, bu alanda alanında açılan ve sonuçlanan dava sayısı, bunların nasıl sonuçlandığı ve bu bakımdan failin aldığı ceza, indirimden yararlanıp yararlanmadığı, hakimlerin ve diğer yargı personelinin tutumu, yargılamaların süresi gibi veriler, İstanbul Sözleşmesi’nin ortaya koyduğu ilkelerin, standartların hayata geçirilip geçirilmediği süreçlerini de kapsıyor. Henüz mahkemeler sözleşmenin çok farkında olmayabilirler, ancak bizden her geçen gün daha fazla duyacaklar.
Ve eğer böyle ilgisiz alakasız kalıp, ayrımcı uygulamalara devam ederlerse de daha önce Türkiye aleyhine verilen, “Nahide Opuz kararı”* benzeri kararlarla daha çok karşılaşacaklar. Bugün bu kadına yönelik şiddet hala sürüyor olabilir. Ama mücadele de sürüyor. Bu hakların, kazanımların kağıt üstünde kalmaması ve etkin uygulanması için mücadeleye devam etmek de bizim payımıza düşen!
*nahide opuz; türkiye’nin cinsiyet ayrımcılığı yönünden mahkum edildiği AİHM kararı http://www.kahdem.org.tr/?p=234
http://sendika62.org/2018/11/yazi-dizisi-feminist-avukatlar-anlatiyor-517623/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.