Büyük oranda “kendilerini yaşıyorlar” bugünün taşıyıcıları. Elbette kendilerini bir ideolojiyle, davayla da tanımlıyorlar
Büyük oranda “kendilerini yaşıyorlar” bugünün taşıyıcıları. Elbette kendilerini bir ideolojiyle, davayla da tanımlıyorlar. Ancak o davanın taşıyıcısı olurken o davanın gerektirdiği “erdem”e bürünmeyi, o davanın amaçladığı insana dönüşmeyi öncelemiyorlar
Solculuk sadece, bir ideolojiyi yayma eylemi (gösterme) ve yazma edimi (aklı yeniden üretme) midir? Solculuk aynı zamanda değişme, değiştiğinin farkında olma ve değiştiğini gösterme yolculuğu değil mi?
oraya varmak senin başlıca yazgın.
ama yolculuğu tez bitirmeye de kalkma sakın.
varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
sonunda kocamış biri olarak demir at Ada’na,
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin,
Ve elbette temas ettiğini değiştirme, dönüştürme ve birlikte yol alma da değil mi? Yoldaşlık sadece aynı yolu birlikte yürümek değil, birlikte yürürken birbirini değiştirme, birlikte değişmedir.
İnsanları devrimci yapan tanıştıkları ilk fikirler kadar o fikirleri dile getiren ilk şahıslardır. Belki çoğu zaman bilmez, karşı tarafta yarattığı etkiyi o ilk şahıs. Yolcudur, yolundadır o. Ancak bilir ki o ilk şahıs kendisi mükemmel değildir ama yine bilir ki temsil ettiği fikir mükemmeldir. O yüzden gizler, daha doğrusu örter gerçekliğini, o fikrin taşıyıcısına bürünür, idealleşir, ama yine bilir ki o fikrin taşıyıcısına dönüştükçe kendisi de dönüşür, değişir. Ve ilerler. Devrim, taşındıkça taşıyanı da değiştirir.
80 öncesine az buçuk değmiş olanlar bilir, devrimcilik taşıyanda görülür. Devrimin bakışı vardır, mimiği vardır, tınısı vardır ve kokusu (kokmayan kokusu) vardır. O büyütür sosyalizmi, kitaplardan okunmayan ama ölürken bile o inancı yaşayan. Devrimcilik yazıyla değil, elmayı paylaşmakla bulaşır, yoldaşın omuz sıcaklığıyla yayılır ve gözdeki kıvılcımla ve gülüşteki içtenlikle taşınır.
Herhalde çoğumuz açısından solculuk “o insan” ile tanışmayla başlamıştır. İster bir adım ötemizde isterse kilometrelerce uzakta olsun, ister çoktan bu dünyadan göçmüş isterse aklımızın bir köşesinde yer etmiş bir roman kahramanı olsun, etten kemikten bir şahsiyettir devrim.
Hele temas ettiysen, dinlediysen, birlikte yürüdüysen sokak aralarında, o solcu abi ya da ablalar sadece bir davaya olan adanmışlıklarıyla karşında duruyor olmazlardı (Onlardan olmak, onlar gibi olmak isterdin). Onlar aynı zamanda mütevazı yaşam tarzları ile, kabul etmeseler bile anlayış gösterdikleri saçmalıklar karşısındaki erdemleri ile ve elbette hayatın zorlukları karşısında sorun çözücü arayışları ile hafızalarda. Alçakgönüllülükleri, bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri, yorulmayan emekleri, karşılıksız samimiyetleri ve herkes için ama istisnasız herkes için sırların kapısını (bab-ı esrarın) bekliyor olmaları, onları “sedefle mercan, abanozla kehribar” yapmadı mı? (Ve zincirin halkaları olan, kuşaktan kuşağa taşınması gereken tam da bu özellikleri aslında). O yüzden, Latin Amerikalı devrimcilerin dediği gibi “Her devrimcinin bir abisi ve bir Petra’sı vardır”. İster erkek ister kadın, her devrimcinin örnek aldığı biri ve aynı zamanda aşık olduğu bir diğeri olmalı değil mi? Biri olmak istediğin yer, diğeri o yere birlikte yürümek, birlikte varmak istediğin “güzel insan”.
Ama bir kere onlardan biri oldun mu, artık yazgın değişmiştir. “Taşıyıcı”sındır artık!
Pekiyi, bugünün solcuları, devrimcileri neyi, nasıl yaşıyorlar ve neyi, nasıl taşıyorlar?
Burası biraz çetrefilli. Büyük oranda “kendilerini yaşıyorlar” bugünün taşıyıcıları. Elbette kendilerini bir ideolojiyle, davayla da tanımlıyorlar. Ancak o davanın taşıyıcısı olurken o davanın gerektirdiği “erdem”e bürünmeyi, o davanın amaçladığı insana dönüşmeyi öncelemiyorlar (Laf aramızda sahip oldukları özellikleri/sabitleri, istemleri o davada bulmak, o davayı bu özellikleri içerebilir hale getirmekle daha fazla meşguller).
Belki bilmiyorlar, belki görmemişler, belki karşılaşmamışlardır!
Ya karşılaşanlar, görenler ve bilenler yani telgrafhane gibi olanlar!
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki…
Onların bugünkü yükleri biraz daha ağır. Gericiliğin bir karabasan gibi toplumun üzerine çöktüğü, “solun yenildiği” fısıltılarının her gün biraz daha fazla yükseldiği, “ben”in keşfinin ve “ben”in kaçışının (gizli gizli de değil açıktan) örgütlendiği bugünlerde
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.
Devrimcilikteki iyiliği, devrimcilikteki güzelliği ve elbette ki devrimcilikteki sosyalizmi gösterecek ve yayacaksın! Her şey ve herkes tanıklık edecek; düşmanın öfkeni hissedecek, yoldaşın güvenini. Ve bu toplum devrimi işaret edecek; işte şu kafede köşede oturan, bak otobüse biniyor, kucağında kedi olan var ya, şimdi kitapçıya girdi, bakkalla muhabbet ediyor, duvarın üstündeki, elinde simit çınarın altında oturan var ya…
İşte o zaman!
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle
bu güzelim memlekette ….
Hadi o zaman!
Hem devrim yapalım hem devrim olalım!
* Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler adlı romanından (Farklı yorumlara açık olsa da yazının ana temasına uygun olabilir).
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.