ABD emperyalizmi Suriye’de çözüm için değil çıkarları için bulunuyor ve o çıkarlar uzun vadede halk güçlerine bir inisiyatif aralığı sunmuyor
ABD emperyalizmi Suriye’de çözüm için değil çıkarları için bulunuyor ve o çıkarlar uzun vadede halk güçlerine bir inisiyatif aralığı sunmuyor
Saray-AKP iktidarının Suriye’deki ikili oyunu doğal sınırlarına ulaşmak üzere. Şimdiye kadar hep emperyalistler arası rekabetten istifade etti, fırsatları kaçırmadı: “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” operasyonları, İdlip ve çevresinde kurulan gözlem noktaları, Münbiç anlaşması, İdlip mutabakatı… Tüm bunlar, hem ABD hem de Rusya’nın isteklerinin yerine getirilmesi sonucu elde edilen kısa vadeli “başarılar”. Bu iki güç, çıkarlarının örtüştüğü noktalarda hoşnutken, çıkarlarının çatıştığı noktalarda da “şimdilik” diyerek AKP’ye göz yummayı tercih ettiler.
Ancak ABD, Rahip Brunson’un serbest bırakarak gerektiğinde hizaya geleceğini gösteren AKP’yle hızlı bir “normalleşme” sürecine girdi. İlk olarak 1 Kasım’da TSK ve ABD ordusu Münbiç’te ortak devriyelere başladı, ertesi gün Washington bazı bakanlara getirdiği yaptırımları kaldırdı.
Washington ayrıca, 5 Kasım’da İran’a karşı yürürlüğe giren ikinci aşama yaptırımlardan geçici olarak muaf tutulan ülkelerden birinin Türkiye olduğu açıkladı. Hemen ertesi gün de üç PKK yöneticisi; Cemil Bayık, Murat Karayılan ve Duran Kalkan hakkında bilgi sağlayanlara ödül vereceğini duyurarak bu jestleri genişletti.
21 Kasım’da da ABD Savunma Bakanı James Mattis, Türkiye’nin kaygılarına yönelik olarak Suriye’nin kuzeyinde birkaç bölgede gözlem noktaları kuracaklarını açıkladı.
NATO’nun sorunlu bir ortağını avcuna almış olmanın rahatlığıyla hareket eden Moskova ise, ABD’yle makasın daraldığı bu anları izlemekle yetinmiyor. Buna paralel olarak AKP’yi sıkıştıracak hamlelere başlıyor.
Rusya zaten İdlip mutabakatının geçici nitelikte olduğunu ve cihatçı grupların çekilmeyi reddetmesi halinde askeri operasyonun masada olacağını defalarca söyledi. Şam yönetimi de hazırlıklarını buna göre yaptı.
Ama Rus stratejisi, bir sorunun sadece dillendirilmesi şeklinde değil; sorunun, kırılma anlarında daha sert dillendirilmesi ve sahada karşılığının olması şeklinde işliyor.
Rusya Dışişleri 8 Kasım’da “Teröristler ve ılımlı muhalifler hala ayrıştırılmadı” diyerek Türkiye’nin İdlip’teki başarısızlığına dikkat çekerken, Suriye ordusu da 11 Kasım’da Hama’nın kuzeyindeki ve İdlip’in güneyindeki tüm birliklere teyakkuz emri verdi.
Rus haber ajansı Sputnik’e konuşan Suriyeli General Hasan Ahmed Hasan da İdlip için “Türkiye süreci uzatabilir, manevra yapabilir” diyor ve sonunda İdlip’in de Şam yönetiminin kontrolüne geçeceğini belirtiyordu. Suriyeli general ayrıca, Şam’ın siyasi yollarla Afrin’de kontrolü geri alamaması durumunda Türkiye’ye karşı güç kullanacağını da söyledi.
12 Kasım’da Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov ise Kürtlerin Suriye barış sürecine dahil edilmesi gerektiğini belirterek AKP üzerindeki baskıyı artırdı.
AKP’nin sahadaki açmazları tam bu noktada başlıyor. PYD-YPG’ye karşı öne çıkardığı ve model olarak ABD’ye sunduğu cihatçı gruplara ne makyaj yaparsa yapsın tutmadığı gibi bunların tamamen kontrolü de mümkün değildi. “Zeytin Dalı” ve “Fırat Kalkanı”nda maaşa bağlayıp “Kuvâ-yi Milliye” diye sunduğu bu grupların birçoğu şimdilerde TSK’nin hedefinde.
17 Kasım’ı 18’ine bağlayan gece Afrin’le başlayan operasyonlar Azez-Bab-Cerablus hattına kadar genişletildi. Söz konusu müdahale “artan gasp, yağma ve hırsızlık olaylarına karşı huzur operasyonu” diye tanımlansa da asıl gerçek itaatsizlik. AKP, militan sayısı birkaç yüzü geçmeyen gruplara doğrudan TSK eliyle müdahale ederek diğerlerine de gözdağı vermiş oldu. Ancak bu müdahalenin, yaklaşık 30 bin militana sahip Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) için ne kadar caydırıcı olduğu meçhul.
Rusya ve İran’ın desteğiyle Şam yönetimi İdlip için harekete geçmeden bir şeyler yapmak zorunda olan AKP’nin, çekilme konusunda ikna edemediği HTŞ’ye karşı TSK ve güdümündeki cihatçılar eliyle kanlı bir savaşa girişmesi de ihtimal dahilinde.
AKP’yi İdlip’te ciddi bir sınav beklerken, “Fırat’ın doğusu” hedefinde de fırtına öncesi sessizlik durumu hâkim. Bu süreci daha öncesinden farklı kılan şu: AKP-ABD arasındaki makas daraldıkça, PYD-YPG’nin sıkıştığı bir durum açığa çıkmaya başladı.
14 Kasım’da ABD’li üst düzey bir yetkili “YPG ile ilişkimiz geçici, taktiksel” derken, iki gün sonra da ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey’den “PYD’yi Fırat’ın doğusuna çekmek için Türklerle çalışıyoruz” açıklaması geldi. Saray-AKP iktidarı hizaya geleceğini gösterdiği sürece Washington’un da PYD-YPG konusunda daha fazla taviz vermesi muhtemel. Bu tabii ki “Fırat’ın doğusu”na yönelik topyekûn değil, AKP’nin iç politikada işine yarayacak sınırlı bir saldırı seçeneği olabilir. Sonuç olarak Rusya’nın Afrin’de yaptığını, ABD’nin Münbiç ya da Tel Abyad’da yapmasının önünde hiçbir engel yok.
Kürtlerin, TSK’nin Kobanê-Tel Abyad saldırıları nedeniyle durdurulan Deyrizor operasyonunu yeniden başlatması ya da ABD askerleriyle YPG savaşçılarını yan yana gösteren görüntüler yayımlaması şeklindeki hamleleriyle durumu dengelemesi zor görünüyor. Üstelik bu durum, PKK’den gelen açıklamalarda da kendini hissettiriyor: 17 Kasım’da KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, ABD’nin üç PKK’li hakkındaki kararına Rojava’daki güçlerin karşı koymaması halinde yenilgiyi kabul etmiş sayılacaklarını söyledi.
Karasu bu sözleri yine taktik gereği sarf etmiş olsa bile bir gerçeğe işaret ediyor. ABD emperyalizmi Suriye’de çözüm için değil çıkarları için bulunuyor ve o çıkarlar uzun vadede halk güçlerine bir inisiyatif aralığı sunmuyor. Kendi özgüçleriyle Suriye siyaset sahnesinde var olan ancak emperyalizmle kurdukları askeri işbirliğinin basıncı altında giderek daha zorlu tercihler yapmakla yüz yüze gelen Kürtler, ABD’ye karşı koyabilecek mi? İşte bütün sorun burada düğümleniyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.