Gölge cumhurbaşkanı Bahçeli’nin “Mart seçimlerinde MHP olarak her yerde aday göstereceğiz” çıkışı, kriz olarak görünen sorunların aşılmamasına değil, esasen Ergenekon’un politik temsilciliğine dönüşen MHP’ye karşı uluslararası alanda geliştirilmeye başlanan kuşatmaya karşı bir tepkidir AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar ilişkisi, Türkiye’nin politik geleceğini belirleyen önemli bir stratejinin bir parçasıydı. Ancak AKP-MHP arasında oluşturulan ittifakta birkaç noktadan başlayarak […]
Gölge cumhurbaşkanı Bahçeli’nin “Mart seçimlerinde MHP olarak her yerde aday göstereceğiz” çıkışı, kriz olarak görünen sorunların aşılmamasına değil, esasen Ergenekon’un politik temsilciliğine dönüşen MHP’ye karşı uluslararası alanda geliştirilmeye başlanan kuşatmaya karşı bir tepkidir
AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar ilişkisi, Türkiye’nin politik geleceğini belirleyen önemli bir stratejinin bir parçasıydı. Ancak AKP-MHP arasında oluşturulan ittifakta birkaç noktadan başlayarak ilerleyen çelişkiler bir krize dönüştü. 2001 yılından beri taşları yerinden oynatan lider olarak ön plana çıkan Bahçeli, AKP’yi hizaya getirecek biçimde adeta meydan okudu. Bu çıkış bir tesadüf olmayıp esasen iktidarın gerçekte kimin kontrolünde olacağı sorununa ilişkin bir hamledir.
Gülen Cemaati’nin iktidar gücü olduğu dönemde özellikle yönetim kademesinde ağır darbeler alan “derin devlet” veya devlet aklı olanak tanımlanan “Ergenekon” ekibi, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra kendisini yeniden toparlardı. Devletin stratejik alanlarını yeniden hızla kontrol etmeye başladı. Darbeci Gülen Cemaati’ne karşı, Tayyip Erdoğan’ı açık olarak destekledi. Bu durum Erdoğan’ın gücünün pekişmesi değil, tersine zayıflayan iktidarını ‘yeni’ ittifak güçleriyle korumaya alması olarak okunabilir.
Devletin yeniden örgütlenme stratejisi ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi olarak uygulamaya konulan ‘tek adam’ iktidarı esasen ‘Ergenekon’un örgütlenme modelidir. Ankara’da toplanmış yetkilerin bir kişide merkezileştirilmesini, esasen Erdoğan’ın ‘tek adam’ olmak istemesi ve rejimi ‘tek başına’ yönetmesi olarak okuduğumuzda ciddi yanlış politik sonuçlar ortaya çıkacağı açıktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbeci Gülencilerin devletin bütün stratejik kurumlarına sızdığını, bunlarla tek başına mücadele etmenin nerdeyse imkânsız olduğunu gördüğü için ‘Ergenekon’ ekibiyle ittifaka yöneldi.
Peki, devlet aklı olarak tanımlanan ‘yeni’ Ergenekon, Erdoğan’ı aktif desteklemeye neden ihtiyaç duydu.
Birincisi, Gülen Cemaati’nin darbe girişimi karşısında önemli bir tehlike atlatmış olan Erdoğan’ı Ergenekon özellikle ordu içerisindeki gücüyle destekleyerek, kendisine tabi kıldı.
İkincisi, Ergenekon, yeniden ordunun bütün stratejik kurumlarına kendi kadrolarını atadı. Örneğin, Ergenekon-Balyoz davasında tutuklanıp yargılanan, görevden alınan, hatta emekli edilen birçok üst düzey subay yeniden göreve getirildi.
Üçüncüsü, Erdoğan’ın halen yüzde 30-35 civarında sağlam bir sosyal tabanı bulunuyor. Ergenekon İslamcı ve Milliyetçi tabanı buluşturarak esasen kendisine sosyal bir dinamik sağlamaya çalıştı.
Dördüncüsü, sadece ordu içinde değil, devletin bütün kurumlarında Gülen Cemaati’nin sıradan bir taraftarını dahi tasfiye ederek, Ergenekon’a bağlı veya yakın kadroları yerleştirme planını aşamalı olarak uyguluyor. Bu nedenle darbe girişiminden bu yana devlet içerisinde kadrolaşma ağırlıklı olarak Türkçü-Milliyetçi kesimlerden oluşmaya başladı.
Beşincisi, Ergenekon sistem üzerindeki ideolojik-politik hâkimiyetini ciddi oranda sağladı. Böylece cumhurbaşkanını kendi politik çizgisine çekti. Ya da Erdoğan bu politik çizgiye uymak zorunda kaldı. Aksi takdirde cumhurbaşkanlığını sürdürme imkânı pek kalmayabilirdi.
Altıncısı, Kürt politik güçleri başta olmak üzere, sisteme muhalif güçlerin bütünlüklü olarak tasfiye edilmesi politikası Erdoğan’a dolaylı olarak dikte ettirildi.
Yedincisi, Ergenekon, sadece devletin içyapısını yeniden organize etmek ve kurumları kontrol etmekle kalmadı aynı zamanda iç politikanın da yeniden dizaynını sağlamaya yöneldi. Özellikle politik partilerin belirlenen stratejiye uyumlu hale getirilmesi için ciddi kararlar alındı.
Sekizincisi, MHP, Ergenekon’un politik yönetim merkezi olarak konumlandırıldı. Bunun bir başka anlamı MHP, iktidar olmadan iktidar gibi hareket edecekti. Böylelikle iktidar görünen AKP ama gerçek anlamda iktidara hükmeden bir MHP gerçeği oluştu. Yani son iki yılın verilerine bakıldığında Türkiye’nin politik geleceğini AKP değil MHP belirliyor. MHP’nin belirlediği politika mutlak olarak yaşama geçiriliyor.
Dokuzuncusu, 24 Haziran 2018 seçimlerinde MHP’nin barajı aşarak AKP üzerinden politik bir güce dönüştürülmesi devlet aklı olarak tanımlanan ‘Ergenekon’un belirlediği bir stratejiydi. Böylelikle MHP’nin seçim boyunca yan gelip yatarak yüzde 10 barajını aşması, Ergenekon merkezli devletin derinden hazırlanan bir politik hamlesiydi.
Onuncusu, Ergenekon’un politik temsil yetkisi Bahçeli’ye verildi. Böylelikle Türkiye’nin politik yönelimi, Bahçeli tarafından belirlenen açıklamalarla şekillenmeye başlandı. Bunun bir başka anlamı, ‘gölge’ veya ‘paralel’ cumhurbaşkanı olarak Bahçeli çok daha fazla etkili olmaya başladı.
Cumhurbaşkanı, Ergenekon’un devlet kurumlarında ciddi bir güç hamline geldiğinin farkındadır. Geçmişte Erdoğan’ın en yakınında duranlar Gülencilerdi şu an Ergenekonculardır. Yani yeni bir ‘tehlike’ oluşmaya başladı denebilir.
Devlet aklı, kendi stratejisini uygulamak için yeni adımlar atmaya karar verdi. Özellikle Kürt politik güçlerine karşı bir kısım tasfiye planlarının devreye konulması için Alaattin Çakıcı’nın tahliye edilmesini istedi. Geçmişten beri devletle derin ilişkileri olan Çakıcı çevresinde yeni bir planlamanın yapılması tercih edildi. AKP’ye destek çıkan ve oluk oluk kan akıtabileceğini söyleyen, Sedat Peker’in üzeri çizildi. Planın merkezine Çakıcı alındı. Bu nedenle ‘gölge’ cumhurbaşkanı devreye girdi. Çakıcı’yı ziyaret etti ve affı olmazsa olmaz bir şart olarak ileri sürdü. AKP ise doğrudan af talebine karşı çıkamadı. Orta yol bulmaya yöneldi ama ‘gölge’ cumhurbaşkanı, ısrarla talebini tekrarladı.
Bir başka çelişki Brunson’un tahliyesi konusunda açığa çıktı. Ergenekon gücü, Brunson’un tahliyesine karşı çıktı ve Gülen’e karşı bir koz olarak kullanılmasında diretti. Ancak AKP iktidarının Brunson üzerinden, ABD ile krizi derinleştirmeyi göze alması, son derece ciddi sonuçlara yol açacak ve bu da Erdoğan’ın politik geleceğini riske edecekti.
Son olarak okullarda “öğrenci andı”nın okutulmasına ilişkin “Danıştay’ın” almış olduğu karar, krizin dışa yansımasına yol açtı. Andın okunması esasen Ergenekon’un yeniden ideolojik hegemonya sağlamasının ilk adımı olarak görüldü. AKP, tehlikenin farkındadır ve andın okullarda okutulmasına karşı tutum almaya başladı.
Gülencilere karşı mücadelede Ergenekoncu ekip Erdoğan’a koşulsuz destek sundu. 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu’nda ‘cumhurbaşkanlığı’ sisteminin onaylanması ve 24 Haziran 2018 seçimlerinde Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi Ergenekon’un politik temsilcisi MHP’nin doğrudan desteğiyle elde edebildi. Geçmişte darbeci Gülencilerin istediği gibi bugün de Ergenekon vermiş olduğu desteğin bedelini istiyor. Bu bedel sanıldığı gibi küçük taleplerle sınırlı değildir ve çok ciddi politik sonuçlara yol açacaktır.
Erdoğan, Ergenekon’a tabi olmanın uzun vadede kendisi için ciddi sorunlar doğuracağını görüyor. Bu nedenle politikalarında bir kısım değişikliklere gideceğinin işaretini bir süredir veriyor. Bir yandan ABD ve AB ile ilişkilerin yeniden dengelenmesi sürecinin ilk adımları atılacak. Bu yönelim Ergenekon’un stratejisine ters ve ciddi sorunlara yol açabilecek gibi görünüyor. Erdoğan’ın iç politik dengelerde bunu tek başına sağlaması oldukta zor ve riskli olacaktır.
Erdoğan’ın Almanya ziyareti bu sürecin önemli bir halkası oldu denebilir. Kamuoyuna yansımayan görüşmelerden biri de, AKP’nin AB konusundaki yönelimlerinin hangi aşamalardan geçerek ilerleyeceğidir. Erdoğan, Merkel’e değişim sinyalini verdi ve destek istedi.
Değişim iki noktada somutlaştırıldı. Birincisi, ekonomik açıdan Türkiye’yi daha fazla zorlayacak bir tutum alınmamasıdır. Bu konu üzerinde anlaşma sağlandı denebilir. Türkiye’nin ekonomik durumu üzerinde etkili olan ABD değil, Almanya merkezli Avrupa Birliği’dir. Merkel hem Almanya hem de AB merkezli şirketlerin İstanbul borsalarındaki gücünü devam ettirmeleri ve sermaye akışını sürdürmeleri konusunda Erdoğan’a güvence verdi.
İkinci nokta ise demokratikleşme hamlesinin devamı ve AB ile ilişkilerin yeniden dizayn edilmesi üzerine varılan ortak anlaşmadır. Erdoğan’ın buradaki sıkıntısı Ergenekon ve onun politik temsilcisi MHP’nin etki alanıdır. Hem AB hem de Almanya, MHP’nin politik hakimiyetini sınırlamak ve orta vadede etki gücünü minimum düzeye indirmek için bir kısım kararlar aldılar. Örneğin Avusturya’da MHP sembolleri aşırı sağcı olarak değerlendirilip yasaklandı, Almanya’da bunun tartışılmaya başlanması bir tesadüf olmayıp varılan ortak anlaşmanın sonucudur. Önümüzdeki aylarda MHP’nin AB Parlamentosu tarafından aşrı sağcı/ırkçı olarak görülüp yasaklanması gündeme gelirse buna şaşırmamak gerekir. Böylesi bir karar kısa vadede iç politikada MHP’nin oy oranını arttırabilir ama orta vadede MHP’nin tasfiyesini sağlayan bir faktör olacaktır.
Almanya’nın, Fransa’nın ve AB Ankara büyükelçilerinin çok uzun bir zamandan sonra Urfa-Mardin-Diyarbakır ziyaretine çıkmaları yeni bir sürecin başlamasının ilk işaretidir. Aynı şekilde AB’nin Türkiye Raportörü Kati Piri’nin, Diyarbakır’a gidip Başak Demirtaş’ı ziyaret ederek “Selahattin Demirtaş’ın bırakılma zamanı geldi. Bu konuda daha fazla çaba sarf edeceğiz” açıklamasında bulunması Berlin-Ankara hattının arka plan diplomatik görüşmelerinin bir yansımasıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da MHP ile arasına aşamalı bir mesafe koyacak adımlar atmaya başlaması önümüzdeki sürecin yeni sürprizlere gebe olduğunu gösteriyor. MHP’ye atfen “Siz Türkçülük yaparsanız Kürt kardeşim de Kürtçülük yapar” söyleminde bulunulmasına yabancı değiliz.
Gölge cumhurbaşkanı Bahçeli’nin “Mart seçimlerinde MHP olarak her yerde aday göstereceğiz” çıkışı, kriz olarak görünen sorunların aşılmamasına değil, esasen Ergenekon’un politik temsilciliğine dönüşen MHP’ye karşı uluslararası alanda geliştirilmeye başlanan kuşatmaya karşı bir tepkidir. Bu kuşatma yöneliminin AKP’nin ilgisi/bilgisi dışında olmadığı mesajı verilmektedir.
Ekonomik ve politik olarak sıkışan AKP, Kürt sorununda yeniden beklenen adımları atarak bir süreç başlatabilir. Selahattin Demirtaş başta olmak süre Kürt siyasetçiler arka arkaya bırakılabilir. AB ile demokratikleşme ve Terörle Mücadele Yasası’nda yeni düzenlemelere gidebilir.
MHP ise AKP’ye verdiği desteği çekerek yerel seçimlerde yenilgi almasını sağlayabilir.
Sonuç: 2020 yılında erken genel seçimlerin olması sürpriz olmaz. Süreç buraya doğru ilerliyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.