Evdeki krizi, sokağa taşırmak, sokaktakini büyütmek, diğer sokaklara yaymak ve sonunda Saray’ın krizi haline getirmek devrimcilerin elbirliği ile ilerletecekleri bir mücadele çizgisi olmalıdır
Evdeki krizi, sokağa taşırmak, sokaktakini büyütmek, diğer sokaklara yaymak ve sonunda Saray’ın krizi haline getirmek devrimcilerin elbirliği ile ilerletecekleri bir mücadele çizgisi olmalıdır
15 gündür dünya Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın, İstanbul’daki Suudi Arabistan topraklarında öldürülmesi ile çalkalanıyor. Hadi Trump ile Erdoğan’ı anladık, Kanada’sından Almanya’sına[1] kadar bütün ülkeler sıraya girdi. Hepsi “adalet savaşcısı”, “gazeteci özgürlüğü”nün kaleleri oldular. (Sanki ne olduklarını bütün dünya bilmiyor.[2])
Kaşıkçı olayını daha sağlıklı değerlendirebilmek için (çok değil) 2 yıl önceye gitmek yeterli. Başrol’de Donald Trump ve Muhammed bin Selman var. Selman, 2015’te 29 yaşında dünyanın en genç savunma bakanı oldu. Sadece iki ay sonra, Suudi Arabistan, komşusu Yemen’e askeri operasyon başlatacak koalisyona öncülük etti. İran’la diyalog başlatmayı reddetti. Trump seçildiğinde, veliahtlıkta 2. sıra idi. Trump’ın Ocak 2017’de koltuğa oturmasıyla bahtı (tahtı) daha da açıldı. Mart 2017’de Suudi Arabistan savunma bakanı olarak Beyaz Saray’ı ziyaret etti. Mayıs 2017’de bu kez Trump, Riyad’ı ziyaret etti ve o meşhur küre pozu verildi. Haziran ayına gelindiğinde Suudi Arabistan, Katar’ı hedef alan bir kriz çıkardı. Kriz sürecinde Suudi Arabistan birinci veliahtı ve İçişleri Bakanı Nayef görevinden alındı onun yerine birinci veliahtlığa Selman getirildi. Bu süre içerisinde ABD ile yaklaşık 500 milyar dolarlık anlaşmalar yapıldı. Kasım ayına gelindiğinde bu kez Lübnan krizi patlak verdi. Lübnan Başbakanı Saad Hariri, Riyad’a davet edildi, geldikten sonra gözaltına alındı ve başbakanlıktan istifa etmeye zorlandı. Hariri’nin alıkonulduğu gece 200 muhalif prense[3] gözaltı operasyonları gerçekleştirildi.
Aralık 2017’de Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan ederken ve Mayıs 2018’de ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşırken Selman, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı ikna etmeye çalışıyordu.
Bu tabloya eklenecek çok daha fazla icraat bulmak mümkün. Anlaşılmaktadır ki Trump, koltuğa oturur oturmaz, Ortadoğu’da iki önceliğini (İran’ı hedef yapmak ve İsrail’i genişletmek) belirlemiş ve kendisine yardımcı(!) olması için de Selman’ı seçmiş. Bu ilişkide bir başka ortak nokta Müslüman Kardeşler’in bölgedeki gücünü ortadan kaldırmak.[4] Selman’ın ABD’ye hizmetinin karşılığında da Katar’ı ve Kuveyt’i, Suudi Arabistan’a doğrudan bağlama hatta ilhak etme arzusu/girişimi var.
Trump’ın bel bağladığı bu 33 yaşındaki acemi ama hırslı yeniyetme şimdiye kadar her şeyi eline yüzüne bulaştırdı. Yemen operasyonunda sonuç alamadı, istifa açıklaması yaptırdığı Lübnan başbakanı ülkesine dönünce istifadan vazgeçti, Katar ablukası başarılı sonuçlanmadı ve Kaşıkçı’yı katletmesi (her ne kadar rakiplerine neler yapabileceğini gösterse de) fiyaskoyla sonuçlandı.
Trump açısından da durum pek parlak değil. Bir tarafta İran’ı sınırlandırma için ve İsrail’e kol kanat germesi için bel bağladığı, hatta çok iyi fiyata silah sattığı bir yerli işbirlikçiye kol kanat germek, diğer tarafta ABD içindeki mızırdanmalara hatta Avrupa merkezli Trump karşıtlarına göğüs germek zorunda. O yüzden her gün başka telden çalıyor.
Erdoğan’ın pozisyonuna gelindiğinde… O her zamanki gibi kendi yarattığı krizlerin içinde fırsat kovalıyor. O zamanki Suudilere güvenip Katar’ı da katarak üçlü pozisyon aldı, İsrail’e posta koyup, Mısır’da iktidarı değiştirmeye kalkıp, Suriye’de IŞİD’i de koalisyona ortak ederek Esad’ı yıkmaya çalışıp bölgede büyük güç olmak istedi. Ancak ABD’de ve Suudi Arabistan’da iktidarlarla birlikte faz da değişince geriye dönüş manevrası yapmakta geç kaldı. Çünkü kurduğu ilişkiler ve bağıtladığı akitler boyundan büyük riskler içeriyordu.[5] O da diğerlerine göre daha küçük aktörlerle, küçük bütçeli filmlere yöneldi. ABD’ye karşı Rusya kozunu, Suudilere karşı Katar ve Kuveyt kozunu[6] oynamaya başladı. Ve gelinen yer; kendi sınırları içindeki Suudi toprağında 15 ayrı beden parçasının kazıcılığını yapmak.
Ortadoğu’da etkin bir pozisyon alma hayallerinden hala vazgeçmiş değil Erdoğan. Ancak bunun için önündeki Selman engelinin aşılması gerektiğinin farkında. Tam da bu yüzden Kaşıkçı olayını büyütmeye, sorumluluğu veliaht Selman’a yıkmaya, Kral Selman’ı vareste tutmaya, ABD ile arayı yumuşatmaya, Katar ve Kuveyt hamiliği yapmaya çalışıyor. Bu hayalin, bu maceraperestliğin Türkiye ve bölge halklarına getirisi nedir? Ortadoğu toprakları, emperyalist güçlerin ve onların gölgesinde diktatörlük yapmaya çalışanların döktükleri kanla sulanmadı mı şimdiye kadar?
Erdoğan’ın, bu hayali kurmaya devam etmesi için tabii ki önce ülke içindeki iktidarını koruması gerek. İçerideki iktidarını geliştirmesi ve yerleştirmesi için de yerel seçimlerden mutlak bir başarı ile çıkması gerek. MHP ile kurulan ittifak ancak Erdoğan çizgisinde devam ederse sürdürülebilir nitelikte. Anlaşılmaktadır ki MHP’nin boyundan büyük talepleri Erdoğan tarafından kâr-zarar hesabı yapılarak değerlendirmeye alınıyor ve şu aşamada zarar kısmının daha fazla olduğu görülüyor. Erdoğan’ın eli daha güçlü, artık yüzde 50 değil, sadece çoğunluk olmak yerel yönetimleri almak için yeterli. Yani tribünlere oynamak kâfi. Ve o yüzden diyor ki “siz Türkçülük yaparsanız, onların da Kürtçülük yapma hakkı olur”, “AKP, uyuşturucu satıcılarını, kullanıcılarını affeden bir iktidar olarak anılmayacak”…
MHP’nin elinde ise devlet bürokrasisi içine yerleşmiş kafatasçılar ile büyük çoğunluğu cezaevlerinde olan çakal sürüsü kalmış durumda. Danıştay’dan ite kaka çıkarılan “and”ın tekrar yürürlüğe sokturulması bu kafatasçıların işi. Bu arada unutulmamalıdır ki bu “and”ın okunması ve okutturulması “yok” hükmündedir.[7] Bir de MHP’nin elinde olan, Meclis’te AKP’yi azınlığa düşürme kozu vardır ki bunu ancak HDP ile birlikte davranarak yapabilir!
Seçimlere 5 ay kala Cumhur İttifakı’nın (sadece yerel seçimler için) bozulması, bilinmelidir ki son karar değildir; Bugün bugündür, yarın yarın! Daha bu ilişkiler çok kirli su kaldırır.
Ancak anlaşılıyor ki Erdoğan, seçim startını çoktan vermiş. Sadece il örgütleri ile değil, bütün ilçe örgütleriyle de olan toplantıları bitirmiş. Hatta AKP’nin kadın örgütleriyle de toplantılar bitmiş ve göreve sevk edilmişler. Tabii AKP’li kadınları sahada çok zor bir soru bekliyor; AKP’li erkeklerin evlenmesini zorlaştıran “nafaka” davaları.[8] Geriye sadece gençlik örgütleri kalmış.[9]
Ana muhalefet partisine “şimdilik” laf etmek bile gereksiz, onlar birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışmakla meşgul.
Ayak kaydırmaya değil, tam tersine ayakları çoğaltmaya ve yan yana getirmeye çalışan toplumsal muhalefet ise hem iktidardakilerin hem de düzen içi muhalefetin başının belası olacak.
Bu dönemin güncel siyasal görevinin, ekonomik krizin halk üzerinde yıkıcı etkilerine karşı mücadele etmek olduğu açıktır. Ancak bu mücadelenin sadece emek ve meslek örgütlerinin öncülüğünde ve onların sınırlı programlarıyla sürdürülmesi yetersiz kalacaktır. Bu mücadele, bütün toplumsal muhalefet bileşenlerini (özne olacakları bir biçimde) kapsayarak genişletilmeli ve hatta sınırları, “ekonomik krizi siyasi bir krize dönüştürmeyi” amaçlayarak ilerletilmelidir.[10]
Açıktır ki Erdoğan, krizin yerel seçimler sonrasına kadar ötelenmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmakta/çalışacaktır da. (Erteleyemeyeceğini anladığında, seçimleri erkene bile almaya çalışacaktır.) Ancak kriz emekçinin kapısından içeriye işsizlik ve pahalılık ile girmiştir. Şimdi havaalanı işçilerinde görüldüğü gibi sokağa taşmaktadır. Evdeki krizi, sokağa taşırmak, sokaktakini büyütmek, diğer sokaklara yaymak ve sonunda Saray’ın krizi haline getirmek devrimcilerin elbirliği ile ilerletecekleri bir mücadele çizgisi olmalıdır.
Diğer yandan bu süreçte, yakın geçmişin kanıtladığı gibi kadınların en önde olacağı mücadele pratikleri kaçınılmazdır. Ekonomik krizin faturası en önce kadınlara çıkarılmaktadır. Ve her gün bir kez daha kanıtlanmaktadır ki AKP iktidarı, kadın özgürlüğünün en ufak kırıntısı kalmayana dek kadınların haklarına karşı saldırganlığını sürdürecektir. Kadınların “birlikte çok daha güçlü” olduklarını anlamaları bu süreçte çok daha mümkün hale gelmiştir.
Akıldan çıkarılmamalıdır ki tüm bu süreç yine bir seçim dönemi içinde yaşanmakta. Yerel seçimler dönemi, bir dizi zorluğun yanında devrimciler için bir dizi avantajı da beraberinde getirecektir. Neoliberal, piyasacı, rantiyeye ve kent sermayedarlarına olanak sağlayan model krizdedir, iflas etmiştir. Bu kriz fırsata çevrilmeli ve rantiyeye, yağmaya, taşeron firmalar cennetine son veren halkçı bir işleyiş hayata geçirilmelidir. Halkçı demokratik bir yerel yönetim programını bulunduğumuz her yerde tartışmak, düzen içi seçeneklerle karşılaştırmak, var olanları sorgulatmak ve elbette “seçim sürecine” müdahale etmek sosyalist üretimin farkını gösterecektir.
Pekala, krizi egemenlerin krizine çevirebiliriz!
Dipnotlar:
[1] Yemen savaşındaki rolü nedeniyle eleştirdiği Suudi Arabistan’a bu yılın ocak-eylül döneminde yaklaşık 417 milyon avroluk silah satan Almanya, Kaşıkçı nedeniyle silah satışını durdurdu, mesela.
[2] Kaşıkçı’nın katlini gerekçe gösterip boykot ettiklerini söyledikleri Riyad’daki “yatırım konferansı”nın daha ilk gününde Batılı ülkeler 50 milyar doları aşan yatırım sözleşmeleri imzalandı.
[3] 200 kişilik listeyi CIA’nın hazırladığı ve Selman’a ilettiği iddialar arasında.
[4] Koltuğa oturur oturmaz Selman da CBS televizyonuna yaptığı açıklamada Müslüman Kardeşler unsurlarının Suudi okullarını ‘istila’ ettiğini söylemişti.
[5] “Esed” düşmanlığından Esad ile işbirliğine geçişin zorluğu, IŞİD ile sınırdaşlık ve iç içelik, Müslüman Kardeşlerle tarihsel kökleri olan kankalık vs.
[6] Katar’da askeri üs, Kuveyt’le askeri tatbikat yaptı. Suudi’ler de karşılığında Suriyeli Kürtlere 100 milyonluk bir jest(!) yapınca kıyameti de kopardı.
[7] Hatta bunu Erdoğan, kendisi açıklamıştır; “bizim böyle bir andımız yoktur, tek andımız vardır; istiklal marşı”.
[8] Eski başbakan yeni TBMM Başkanı Binali, AKP’li erkeklerin derdine çözüm arıyor;”Yaşlı bir amca geldi, hanımı vefat etmiş evlenecek, bir türlü evlenemiyor, beni evlendir dedi. Hanımlara para veriyorsunuz kimse yüzümüze bakmıyor, evlenemiyoruz dedi. Dolayısıyla sosyal devletin de ölçüsünü, ayarını yerinde tutmakta fayda var”
[9] Haşmetmeap, onun startını da ODTÜ’lü pankartçıları makamına kabul ederek verdi.
[10] Bu noktada HDP’nin siyaset üretme konusundaki basiretsizliğine takılıp kalmamak gerekli. Bu süreçte önceliğini sadece kayyum atanmış belediyelere veren ve siyasal ufkunu “tecritin kaldırılması” ile sınırlayan bir anlayış kendi dar sınırları içinde kalmakla yetinecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.