Ankara, çatışmasızlık anlaşmasının dışında tutulan Heyet-i Tahrir’uş Şam’ın etkisini kırmaya yönelik hiçbir çaba göstermedi
Ankara, çatışmasızlık anlaşmasının dışında tutulan Heyet-i Tahrir’uş Şam’ın etkisini kırmaya yönelik hiçbir çaba göstermedi. Onun yerine Türkiye’nin İdlip’teki etkisini pekiştirme ve Esad karşıtı güçleri kurtarma yönünde aktif bir çaba yürütüyorlar
Aşağıdaki yazı, kendisini “uzman ve gönüllülerden oluşan bağımsız ekip tarafından yürütülen bir ‘Analiz ve İstihbarat’ sitesi” olarak tanıtan, Suriye savaşı başta olmak üzere Ortadoğu’daki çatışmalara Rusya’nın yaklaşımını dikkat çekici bir profesyonellikle yansıtan South Front sitesinin hazırladığı “Suriye’deki Türk stratejisi: Askeri operasyonlar, vekil güçler ve İdlip meselesi” başlıklı kapsamlı analizin ilk kısmının çevirisidir. Diplomatik söylemlerin ve taktiksel ortaklıkların perdelediği gerçek siyasi denklemi, Türkiye’ye ilişkin ancak Türkçe basında göremediğimiz kimi ciddi iddiaları da içerecek biçimde, tabii ki Rus çıkarlarını merkeze alan bir öznellikle sunan bu analizin Sendika.Org okurlarının ilgisini çekeceğini düşünüyoruz.
Türkiye’nin Suriye’deki ihtilafa ilişkin yaklaşımını anlamak için ilkin Eylül 2018 itibariyle bölgede açığa çıkan askeri durumun açıklanması gerekir.
Eylül ayı başında Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ; eski adıyla Nusra Cephesi, El Kaide’nin Suriye kolu) liderliğindeki militan gruplar ile Suriye ordusu arasında Lazkiye’nin kuzeyi ve İdlip’in güneyinde yerel ölçekli çatışmalar yaşanıyordu. Suriye Arap Hava Kuvvetleri ve Rus Hava-Uzay Kuvvetleri, İdlip’in güneyinde ve güneybatısında silah depolarına, ekipman ve İnsansız Hava Aracı (İHA) imalathanelerine ve kilit önemdeki tesislere hava saldırıları düzenliyordu.
Bunların yanı sıra militan-kontrolündeki bölgelerle hükümet-kontrolündeki bölgeler arasındaki hattaki Suriye Arap Ordusu (SAO) birliklerinin tahkim edilmesi, militanlara yakın kaynaklarca Heyet-i Tahrir’uş Şam ve bölgedeki diğer El Kaide benzeri grupları alt etmeye yönelik yaklaşan SAO operasyonuna dair net işaretler olarak gösteriliyordu. Bölgedeki durum özellikle 17 Eylül’de Türk ve Rus devlet başkanlarının İdlip gerilimi azaltma bölgesinde militanlar ve hükümet birlikleri arasında 15-20 kilometre derinliğinde bir silahsızlandırılmış bölge ilan etmesinin ardından daha da karmaşık hale geldi. Radikal cihatçı grupların yanı sıra tanklar ve toplar dâhil bütün ağır silahların 10 Ekim’den önce söz konusu alanlardan çekilmesi ve 15 Ekim’den önce bu bölgenin tesis edilmesi gerekiyordu. Ne var ki Heyet-i Tahrir’uş Şam gibi radikal militan grupların askeri bir seçeneğe başvurmadan bu anlaşmaya uymasını sağlamanın nasıl mümkün olacağı meçhul.
SAO, Süveyde ve Şam Kırsalı’nda hala çöl bölgesinde varlık gösteren IŞİD hücrelerini ortadan kaldırmak için çalışıyor. Zaman zaman SAO’yu ve ABD destekli Demokratik Suriye Güçleri’ni (QSD) hedef alan birbirinden ayrı IŞİD saldırıları gündeme geliyor.
Rakka ve Deyrizor vilayetlerinin Kürt ağırlıklı QSD tarafından kontrol edilen bölgelerinde sağlık sistemi bütünüyle tahrip edilmiş durumda ve altyapıyı onarmaya yönelik hiçbir çaba yok. QSD kontrolündeki pek çok bölge, temiz su kıtlığı ve sağlık hizmetlerinin neredeyse hiç olmaması nedeniyle salgın hastalıklardan mustarip. Durum özellikle normal yaşamın ve hizmetlerin yeniden tesisi söz konusu olduğunda berbat bir hal alıyor. Bu meselelere çözüm getirmesi beklenen yerel otoriteler, asıl olarak kendi refahlarını dert ediniyorlar. Kürt liderler hala temel görevlerini bağımsız bir toprak parçası yaratmak ve daha sonra da bu topraklar üzerinde kendi devletlerini kurmak olarak görüyorlar. Bu da temel kaygılarının neden Arap nüfusunun yaşadığı topraklarda politik ve askeri hakimiyet kurmak olduğunu açıklıyor.
Sahadaki güncel güç denklemini gösteren harita. Kırmızı bölgeler Şam kontrolündeki toprakları, sarı bölge Kürtlerin ağırlıkta olduğu ABD destekli Demokratik Suriye Güçleri kontrolündeki toprakları, yeşil bölgeler çeşitli cihatçı grupların kontrolündeki toprakları, turkuaz bölgeler TSK kontrolündeki toprakları, siyah bölgeler ise IŞİD kontrolündeki toprakları gösteriyor.
Şam ve Kürtler arasındaki müzakereler yavaş bir tempoda ilerliyor. Kürt politik liderliği Şam’dan, Suriye içinde bir tür federasyon gibi bir taviz koparmaya çalışıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Ankara’nın vekil güçleri tarafından kontrol edilen Afrin düşük yoğunluklu bir gerilla savaşına sahne oluyor. Kürt Halk Savunma Güçleri (YPG) hücreleri Türkiye liderliğindeki güçleri düzenli olarak bombalamalar ve vur-kaç saldırılarıyla hedef alıyor.
TSK, YPG saldırılarına hızlıca yanıt verebilmek için ekstra güvenlik tedbirlerini devreye soktu, bölgedeki İHA’ların sayısını artırdı ve kentlerin çevresindeki arazilerde yangınlar çıkardı. Ne var ki YPG, bölgeyi yeniden kendi kontrolüne alacak yeterlilikte bir güce sahip olmasa da Afrin’de sınırlı bir partizan savaşını sürdürüyor.
Ankara, bölgesel düzeyde, Suriye krizinin çözümünde en önemli oyuncu olarak konumlanmak istiyor. Türkiye yalnızca kendine sadık ve işbirliği içinde olan oluşumları aktif bir şekilde destekliyor. Amacı ise Suriye’yi Türkiye’ye sadakatle bağlı bir ülke haline getirmek, Kürt silahlı oluşumlarını etkisizleştirmek, Esad hükümetinin yerine yeni bir hükümet geçirmek ve petrol başta olmak üzere enerji kaynakları için Türkiye’ye doğru güvenli bir iletim hattı oluşturmak. Ankara bu amaçlara ulaşabilmek için terörle mücadele retoriğini kullanıyor. Oysaki gerçekte amacına hizmet eden her türlü örgütü destekleyecektir.
Birincisi Kürt silahlı oluşumlarıyla kuzey Suriye’de hesaplaşmak. Türkiye silahlı Kürt gruplarla, esas olarak da YPG ile kuzey Suriye’de doğrudan savaşıyor. YPG, ABD destekli QSD’nin çekirdek gücünü oluşturuyor. YPG aynı zamanda Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile hem askeri hem de siyasi olarak bağlantılı. (YPG’nin politik kanadı PYD, PKK ile birlikte KCK olarak da bilinen Kürdistan Topluluklar Birliği’nin bir parçası.) Türkiye, ABD ve diğer pek çok ülke ile birlikte PKK’yi terörist bir grup olarak kabul ediyor. Buna rağmen, QSD’nin baskın parçasını oluşturan YPG ve PYD, ABD’den destek alıyor.
QSD üslerinin, Suriye’nin QSD/YPG elindeki topraklarını koruyacak “sınır güvenlik güçleri” (SGG) hazırlamak üzere kullanılacağı duyurusu, ABD’yi Türkiye sınırında bir “terörist ordu” yaratmakla suçlayan Ankara’da oldukça negatif bir reaksiyonu harekete geçirdi. Şayet SGG başarılı bir şekilde kurulursa, bu, ABD destekli PYD/YPG’nin Suriye topraklarında yarı-bağımsız bir Kürt devleti kurması yolunda önemli bir adım olacaktır. Bu senaryo Türkiye tarafından kabul edilemez çünkü böylesi bir devlet PYD/YPG ile PKK arasındaki kuvvetli bağlar nedeniyle ulusal güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit teşkil edecektir. Bu Türkiye’nin, Suriye’nin Afrin bölgesinde YPG’yi hedef alan Zeytin Dalı Operasyonu’nun arkasındaki kilit nedenlerden biriydi. Operasyon öncesinde Şam hükümeti, krize barışçıl çözüm bulmak için Suriye Ordusu’na bağlı birliklerin Türkiye sınırına konuşlanmak üzere bölgeye girişine izin verilmesi yönünde Afrin’deki PYD/YPG liderliğine tekrar tekrar teklifler götürdü. Ne var ki tüm bu teklifler geri çevrildi. Türkiye’nin operasyonunun başlamasının ardından, PYD Rusya’yı Ankara ile birlikte Kürtlere tuzak kurmakla suçladı.
20 Ocak’tan 24 Mart 2018’e kadar Türk Hava Kuvvetleri ve Türkiye destekli militan (cihatçı) gruplar Afrin’de YPG’ye yıkıcı bir darbe vurdu ve bölgenin büyük bir kısmını ele geçirdiler. YPG üyelerinin ve destekçilerinin çoğu Halep’te hükümet kontrolündeki bölgelere kaçtılar. Türkiye’nin ilerlemesi Suriye Ordusu mevzilerine dayandığında durdu.
Bu Suriye’nin kuzeyindeki ikinci Türk askeri operasyonuydu. Fırat Kalkanı Operasyonu adlı birinci operasyon, 24 Ağustos 2016-29 Mart 2017 arasında, el Bab-Azez-Cerablus üçgeninde gerçekleşti. Operasyon Kürt silahlı grupların kuzeybatı ve kuzeydoğu Suriye’deki topraklarını birleştirme yönündeki girişiminin ardından geldi ve bu planlara bir son verdi.
PYD, kuzey Suriye’deki en etkili Kürt siyasi partisi ama tek değil. Ocak 2018’de PYD, Rusya tarafından desteklenen Soçi Suriye Diyaloğu Kongresi’ne katılmadı. Türkiye PYD’nin katılımına karşıydı ve bir başka Suriyeli Kürt siyasi partisi olan Kürt Ulusal Konseyi’nin (ENKS) katılımını uygun gördü.
[AKP’nin ajandasındaki] İkinci hedef ise İdlip bölgesindeki nüfuzu korumak ve genişletmektir. TSK bölgeye Ekim 2017’de Ankara, Tahran ve Moskova arasında yürütülen Astana görüşmeler çerçevesinde giriş yapmaya başladı. Ondan sonra gerilimi azaltma bölgesinde 12 gözlem noktası kurdu. Aynı anlaşma uyarınca Rusya 10, İran da 7 gözlem noktası kurdu.
TSK’nin İdlip çevresindeki gözlem noktalarını gösteren harita.
28 Mayıs 2018’de Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) dahilindeki 11 grup, Cephet’ül Vataniye lil-Tahrir olarak da bilinen Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (UKC) kuruluşunu açıkladı. Birleşme Feylak’uş Şam, 1. ve 2. Sahil Tümenleri, 1. Piyade Tümeni, Özgür İdlip Ordusu, Ceyş’ül Nasr, İkinci Ordu, Ceyş’ül Nukba, İslam Şehitleri Tugayı, Hür Tugay ve 23. Tümen tarafından ilan edildi. UKC’nin başında Feylak’uş Şam lideri Albay Fadlüllah Hacı var.
Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin logosu.
Aynı gün içinde, bir UKC yetkilisi Türkiye’nin oluşturduğu bu gücün İdlip gerilimi azaltma bölgesini alacağını açıkladı. Rusya, Türkiye ve İran 6-12 aylık bir süre için bölgedeki durumu izleyecek ve bunu da bir başka faz takip edecek. Bölgedeki bütün gruplar dağıtılacak ve UKC esas olmak üzere tek bir ordu oluşturulacak. [UKC baş hukuk danışmanı] Ömer Hatzayafah, İdlip’in Türkiye kontrolündeki yerel konseyler tarafından yönetileceğini ve burada Rusya ve İran’ın asgari bir etkisinin olacağını söyledi.
Türk güçleri ve vekilleri, çatışmasızlık anlaşmasının dışında tutulan Heyet-i Tahrir’uş Şam’ın etkisini kırmaya yönelik hiçbir çaba göstermedi. Onun yerine bölgedeki etkilerini pekiştirme ve Esad karşıtı güçlerin ana unsurlarını kurtarma yönünde aktif bir çaba yürütüyorlar. Mevcut verilere göre, Türkiye HTŞ’yi dağıtması ve Türkiye liderliğindeki “muhalefet”e katılması için grubun lideri Muhammed Colani ile aktif müzakereler yürütüyor. Ankara ayrıca UKC ve HTŞ’nin Şam hükümetiyle olası barışçıl bir uzlaşma fikrini destekleyen tanınmış isimleri, saha komutanlarını ve eylemcileri engellemesine izin verdi.
İdlip’te Heyet-i Tahrir’uş Şam militanları ve taraftarları.
Bu arada, İdlip vilayetinin cihatçılar tarafından kontrol edilen bölgelerinde güvenlik durumundaki zafiyet sürüyor. Son birkaç aydır, bölge hem sivillere hem de cihatçı hedeflerine yönelik çok sayıda bombalı saldırıya ve cinayete sahne oldu.
Devam edecek…
[South Front’taki İngilizce orijinalinden Ali Ergin Demirhan tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.