İktisatçı olarak sermaye sınıfının çıkarlarını savunuyor olduklarının bilincinde bile olmayabilirler
Çoğu, Marx’ın Kapital’de anlattığı iktisatçı taifesinden N.W Senior gibi gerçeği tahrif etmek için kapitalistler tarafından görevlendirilmiş kişiler değildir. İktisatçı olarak sermaye sınıfının çıkarlarını savunuyor olduklarının bilincinde bile olmayabilirler
Ekonominin tarafsız ve teknik bir süreç gibi, sınıflar mücadelesini dışlayarak işliyor gibi kabulünün arka planında, kapitalizmin, ezeli olduğu ve kıyamete kadar süreceği varsayımı var. Bir bakıma “böyle gelmiş böyle gider” deyişine uygun bir anlayış. Hâlbuki eğer meta (mal) üretiminin genelleşmesini (ticaret) veya para ekonomisini başlangıç alırsak, kapitalizm on bin yıllık insanlık tarihinde, dört yüz yıllık bir tarihe sahip. Kapitalizmin bütün dünyada geleneksel üretimi yıkıp, değer yasasını global düzeyde hakim kılmasının tarihi ise aşağı yukarı 200 yıl. Yani kapitalizm tarihi bir kategori… Yani insanlık tarihinin minik bir kısmından başka bir şey değil…
O halde…
İnsanlık artık değişmeyecek, kıyamete kadar sürecek bir ekonomik sisteme sahip mi oldu kapitalizm ile? Yani böyle gelmiş böyle gidebilir mi? Gidebilir… Ama dünyanın barbarlığa teslim edilmesi koşuluyla.
Rosa Luxemburg, yüz yıl önce bile kapitalizme dünya ölçeğinde son verilmemesi halinde insanlığı büyük bir yıkımın beklediğini belirtmişti: “Ya barbarlık ya sosyalizm…”
Fikret Başkaya da daha yeni yayımlanan kitabı “Çöküş”te yeryüzünün maddi kaynaklarının kapitalizmin aşırı israfından dolayı tükenmeye yüz tuttuğunu ve yıkıma çeyrek kaldığını, bir an önce dünya çapında anti-kapitalist mücadelenin yükseltilmesinin önemine dikkat çekiyor ve insanlığın selameti için anti-kapitalist bir programın hayata geçirilmesinin aciliyetine vurgu yapıyor.
***
Okurlara sabır dileyerek ekonomi ve sınıflar mücadelesine dair şu pasajı da eklemek zorundayım:
Ekolojik, cinsel ve ulusal mücadeleler… Bunların anti-kapitalist bir yöne evrilmesi pekâlâ mümkün ve toplumsal mücadelenin parçası olarak kıymetli… Fakat kapitalizmi sona erdirecek toplumsal hareketin maddi zemini iktisadi alan. Yani kapitalizme içkin uzlaşmaz çelişkilerin neşet ettiği; ve toplumun en kalabalık kesimini, yani işçi sınıfını harekete geçireceği alandan söz ediyoruz.
O halde kapitalizmi (mevcut işleyişini) incelerken yüzeydeki görünüşleri değil, daha derindeki üretim sürecini incelemek gerekir. Bu süreç incelendiğinde doğrudan sınıfları karşımızda buluruz. Bu süreçte üretici güçlerin (işçiler) üretim kararları ve üretilen mallar üzerinde hiçbir söz hakkı olmadığını görürüz. İşçiler çalıştıkça, mallara el koyan sermaye sahibinin zenginleştiğini de. Kapitalizmin krizden çıkışının, işçi sınıfına karşı mücadele edilmeden (sermaye sınıfının da mücadele bilinci vardır) mümkün olamayacağını kesinlikle fark etmiş oluruz.
Bu (alfabe düzeyinde de olsa) kaçınılmaz pasajdan sonra ekonomiyi teknik ve tarafsız bir disiplin gibi inceleyen iktisatçı taifesini yeniden ele alalım.
Bu konuda kaba hatlarıyla, iktisatçıları (ve iktisatçım-sıları) iki gruba ayırabiliriz: Burjuva iktisatçıları ve burjuva sol veya burjuva sosyalist iktisatçılar.
Birinci grup kapitalizme açıkça veya dolaylı biçimde iman etmiş iktisatçılardan oluşur. Bu iktisatçıların sol siyaset ve öncü işçiler üzerinde ciddi etkisinin olmadığını varsaydığım için vaziyetlerini genel bir soyutlamayla vermekle yetineceğim.
Bunların, kapitalizmin ezeli ve ebedi olduğuna dair ön kabulleri vardır. Ki imanlarının temeli bu ön kabuldür. Bunlara göre krizler geçici aksaklıklardır; eninde sonunda kapitalizm kendisini onaracaktır; krizlerin psikolojik, yanlış iktisadi politikalar, yetersiz yöneticiler hatta tanrısal (kıtlık gibi) etkenler dahil çok çeşitli nedenleri olabilir ama hepsi geçicidir. Hilmi Ziya Ülken, “Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü” eserinde Türk aydınının tercüme odasında doğduğuna dair değerlendirmeler yapar. Ülken’den ilham alarak Türk burjuva iktisatçısının tevarüs etmese de sesini sanayi ve ticaret odaları sayesinde duyurup, fonksiyonel hale geldiğini söylersek abartmış olmayız.
Esasında Türk kapitalist sınıfı, burjuva ideolojisini hâkim kılmak dışında, iktisatçılara muhasebecileri kadar bile ihtiyaç duymamıştır. (Halen de duymaz.) Ticaret ve sanayi odalarında (ve odalardan daha tesirli olan TÜSİAD’da) akademide burjuvazinin köhnemiş iktisat teorilerini bile çoğu yüzeysel biçimde kavramış bu iktisatçı grubu, egemen burjuvazinin (dolayısıyla uluslararası sermayenin) taleplerine pragmatik gerekçeler uydurmaktan ileri gidememiştir.
Ve gerekçelerinin başlıca kaynağı, uluslararası sermaye kurumlarının raporlarından ve global düzeyde dolaşıma sokulan burjuva iktisatçılarının pragmatik görüşlerini basit biçimde tekrarlamaktan öteye de geçememiştir.
Şu da var ki, gerekçeleri taşıdıkları uzman, profesör, bilge gibi unvanların gölgesinde kalmaktan da kurtulamamıştır. Bir başka ifade ile, devlet katında elde ettikleri “bilimsel kisveli” unvanları ileri sürdükleri gerekçelerin içeriğinden daha güçlü olmuştur.
Misal, geçen gün vefat eden, savunduğu sistemin asli mensuplarının (kapitalistlerin) yontulup da bir türlü edinemedikleri “burjuva inceliği” gibi takdir ettiğim meziyete sahip Güngör Uras’ın unvanlarını sayıp döktülerdi, öve öve göklere çıkarıp, bilge filan ilan bile ettilerdi. Ama biricik özgünlüğünün iktisadi olayları Ayşe Teyze’nin anlayacağı şekilde (basitleştirerek) anlatması olduğundan başka bir bilgelik örneği de veremediler.
(Allah rahmet eylesin, belirtmeden geçemeyeceğim. Kendisini esaslı biçimde eleştirdiğim bir makale üzerine telefonla aramış, teessüf edeceğine, teşekkür etmişti. Üstelik çok kibar biçimde eleştirilerimi önemsediğini belirtmişti.)
Pekâlâ…
Bizi esas ilgilendiren mesele, görüşleri ile ekonomiyi toplumun (ve tabii işçi sınıfının) gözünde tarafsız, teknik bir alan, sanki bir mühendislik işi gibi görünmesini sağlama işini üstlenmiş olmaları. Bu iktisat “biliminin” gerçeği arama işini, yani maddi hayatın yasalarını ortaya koyma işlevini açık biçimde tahrif etmekten başka nedir ki?
Fakat bu tür iktisatçıların çoğu ki Marx, Kapital’de anlatmıştı, iktisatçı taifesinden N.W Senior gibi gerçeği tahrif etmek için kapitalistler tarafından görevlendirilmiş değildirler. İktisatçı olarak sermaye sınıfının çıkarlarını savunuyor olduklarının bilincinde bile olmayabilirler. (Bu bakımdan, kendi sınıfının bilincinde olan sermaye sınıfından çok geridedirler.)
İktisatçı performanslarını, “ekonominin gerekleri” diye ilan edilen, kaçınılmaz kurallara dikkat çekmek oluşturur ki bunlar konjonktüre göre değişen iç pazarın sübjektif ihtiyaçlarından başka bir şey değildir. Nedir bunlar? Bütçenin açık vermemesi, bütçe gelirlerinin büyük kısmının vergilerden oluşması, ihracatın ithalatı karşılaması, üretimde maliyetlerin düşürülmesi (ücretler de maliyet unsuru görüldüğü için düşük olmalıdır) enflasyonun düşük olması, iyi işleyen (mülkiyeti ve sömürüyü dert etmeyen) hukuk sistemi vs.
Bu kurallar belirleyicidir bunların görüşlerinde. Toplumun durumu, çalışma koşulları, ücretler bu zorunlu kurallara göre, oluşur veya belirlenmelidir. Dolayısıyla, sanki bu kurallar tarafsızdır ve teknik bir olgudurlar. Sadece zamanında ve uygun dozlarla hayata geçirilmelidir.
Bu teknik süreçte kârlılık, kâr hacmi hiçbir şekilde sorgulanmaz. Kârlılık adeta kutsal bir nitelik kazanmış, bereketin (Patron kazansın ki işçiye de versin!) simgesi olup çıkmıştır. Ne kadar kısa sürede teknik-önlemler alınır ve kesin biçimde uygulanırsa selamete de o kadar kısa sürede varılmış olacaktır.
Krizden bütün toplum zarar gördüğüne göre, krizden çıkış için toplumun bütünü de çaba harcamalı, mümkünse ekonomi yönetimine yardımcı olmalıdır. Ekonomi yönetimi de ekonomiyi teknik bir konuymuş gibi ve bu tekniğin gerektirdiği usullere göre yönetmelidir.
Gelecek yazıda burjuva sol veya burjuva sosyalist iktisatçıları ele alacağız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.