Deniz bitmiş, gemi karaya oturmuş. Ekonomi küçülmeye başlamış ve bu durum en az bir yıl devam edecek gibi görünüyor. İşte size “derin ekonomik durgunluk” ya da reel sektör krizi hali
Uzun sözün kısası deniz bitmiş, gemi karaya oturmuş. Bu yılın ikinci yarısından itibaren ekonomi küçülmeye başlamış ve bu durum en az bir yıl devam edecek gibi görünüyor. İşte size adına “resesyon” da denilen “derin ekonomik durgunluk” ya da reel sektör krizi hali
Büyüme verileri açıklandı. Veriler 2017 yılından bu yana süren bir dönemin kapandığını, yeni bir dönemin başladığı gösteriyor.
TÜİK’e göre[1], ekonomi bu yılın nisan-mayıs-haziran aylarını kapsayan ikinci çeyreğinde %5,2 oranında büyüdü. Ne hoş değil mi, her şeye rağmen yüksek oranda büyümeye devam ediyoruz.
Nitekim 12 Eylül darbesinin hatırlattığı bir tanımlamayla “beşi bir yerde havuz medyası” bu gelişmeyi “yine “Hâlâ dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisine sahibiz” diye sundu.
Diğer yandan bu gelişmeye Hazine ve Maliye Bakanı temkinli bir biçimde yaklaştı ve (mealen) ekonomik büyümede yavaşlamanın söz konusu olacağı bir “dengelenme sürecinin başladığını”[2] söyledi.
Büyüme verisi (beklendiği gibi) halkımız arasında coşkuyla karşılanmadı. Bayram havası yaratmadı. Nasıl yaratsın ki? Döviz uçmaya, enflasyon yükselmeye, hayat pahalılığı artmaya devam ediyor. Tarım dışı işsizlikte bırakın azalmayı artma sürüyor, gençler arasında işsizlik oranı neredeyse %50 olmuş. Her gün şirket batışları ve toplu işçi çıkarımı haberleri peş peşe geliyor.
Öyle ki Merkez Bankası’nın yılsonu enflasyon beklenti anketinde beklenen enflasyon %19,1 çıkarken[3] ve Morgan Stanley’in öngörüsü %20,7 civarında[4]. ÜFE’deki yüksek artış yılsonuna doğru enflasyonun %22-25 olacağının işaretlerini veriyor.
Enflasyon yüksek döviz ile birlikte sabit gelirlinin daha da yoksullaşması, işsizlerin açlığa iyiden iyiye mahkûm edilmesi demek.
Bu büyüme sırasında emeğin milli gelirden aldığı payın azalmış ve bu yılın ilk çeyreğinde %38,2’den ikinci çeyrekte %36’ya gerilemiş olması da[5] bu büyümenin asıl olarak bir servet zenginleşmesi olduğunu gösteriyor.
Yani ekonomi büyümüş ama emekçinin aldığı pay %2 puandan fazla azalmış. Kapitalist büyümenin sınıfsal karakterini bundan daha iyi anlatabilecek başka bir somut veri olabilir mi?
Büyüme verisinin ayrıntıları çok daha büyük tehlikelerin önümüzde olduğunu gösteriyor. Bunu TÜİK verisindeki gözden kaçırılmaması gereken bir ayrıntı sunuyor aslında bize. Şöyle ki ekonomi geçen yılın ikinci çeyrek dönemine göre %5,2 büyümüş ama bu yılın ilk çeyreğine göre büyüme sadece binde 9 olabilmiş. Ayrıca bu yılın ilk çeyreği geçen yılın son çeyreğine göre %1,5 büyüyebilmiş.
Kısaca, geçen yıl yüksek cari açık vermek pahasına (%6) içeride bol Kredi Garanti Fonu kredileriyle hormonlu bir şekilde %7,4 büyütülen ekonomi bu yılın ilk çeyreğinden itibaren yavaşlamaya başlamış, bu büyüme hızı bir önceki çeyreğe göre önce %1,5’e ve ardından da binde 9’a kadar düşmüş.
Daha da kötüsü bu yılın ikinci yarısından itibaren (şu an üçüncü çeyrek içindeyiz) bu büyüme eksiye döndü. Yani bu yılın ikinci yarısında ekonomi büyümeyecek, tersine küçülecek (negatif büyüme). Bu küçülmenin %-2 ila %-4 arasında olması bekleniyor[6].
Ekonominin bu yılın ikinci yarısından itibaren küçülmeye başladığının göstergesi büyümenin dinamiklerindeki gelişmelerinden de anlaşılıyor.
%5,2’lik büyümeyi sağlayan dört faktör söz konusu. Sırasıyla; %7,2’lik artışla devletin yapmış olduğu tüketim harcamaları, %6,3’lük artış ile hanelerin yapmış olduğu tüketim harcamaları, %4,5’lik artışla mal ve hizmet ihracatı ve %3,9’luk artış ile sabit sermaye yatırımlarındaki artış. Buradan anlaşılıyor ki büyüme yine, yeni yatırımlarla değil, tüketim artışıyla sağlanmış.
Diğer yandan bu faktörlerin önceki değerleri dikkate alındığında “şeytanın ayrıntıda gizli olduğu” anlaşılıyor. Çünkü bu yılın ilk çeyreğinde hanehalkı tüketim harcaması %9,3 artmışken, ikinci çeyrekte bu sadece %6,3 olmuş (üçte bir oranında azalmış). Tüketiciler frene basmaya başlamışlar.
Yatırımlardaki düşüş ise çok daha belirgin. İlk çeyrekte %7,9’dan, ikinci çeyrekte %3,9’a gerilemiş. Yani yatırımlar yarı yarıya azalmış. Buna paralel bir biçimde sanayi üretimi bu mayısta %6,5 artmışken, haziranda bu artış %3,2’de kalmış. Bu dönemde asıl artan devletin nihai tüketim harcamaları olmuş. %4,9’dan %7,2’ye yükselmiş. Benzer biçimde ihracat da binde 7’lik bir artıştan %4,5’lik bir artışa yükselmiş.
Özcesi, artık ekonomi özel tüketim ve yatırım harcaması ile büyütülemiyor. Hormonlu büyümeyi devletin tüketim harcamaları sağlayabiliyor (birazda kur etkisiyle ihracat). Enflasyonun bu denli hızla arttığı bir dönemde devletin bu harcamaları sürdürebilmesi ise hiç kolay değil. IMF ile olası bir anlaşmanın kaçınılmaz şartı devlet harcamalarının kısılması olacağından, ekonominin önümüzdeki yıl ya da yıllarda küçüleceğini gösteriyor.
Merkez Bankası’nın faiz artırımına gitmesi de ekonomideki küçülmenin daha da artacağının bir göstergesi. Yani döviz ve enflasyonu baskılamak için yapılacak ciddi bir faiz artışı ekonomiyi belirgin bir biçimde küçültecek.
Uzun sözün kısası deniz bitmiş, gemi karaya oturmuş. Bu yılın ikinci yarısından itibaren ekonomi küçülmeye başlamış ve bu durum en az bir yıl devam edecek gibi görünüyor. İşte size adına “resesyon” da denilen “derin ekonomik durgunluk” ya da reel sektör krizi hali.
Hatırlayalım bu durum, döviz kurunun fırlamasıyla (ödemeler dengesi krizi) , özel sektör dış borç krizinin patlama noktasına gelmesi ve bunun bankacılık krizine dönüşmesi potansiyeliyle, yani bir finansal krizle başlamıştı. İşin finansal boyutunda bu gelişmeler hız kesmeden devam ederken, şimdi de ekonomi resesyona girmiş bulunuyor. Yani buna politik krizi, ekolojik krizi de eklersek Türkiye çoklu bir kriz sarmalına girmiş durumda.
Bu aslında irili-ufaklı özel sektör firmaları için bir “mahşer günü” tarifidir. Çünkü hem döviz kuru yüksek, hem başta döviz cinsinden olmak üzere borç stoklarınız çok yüksek, hem kısa vadeli borçlarınızın oranı çok yüksek, CDS’ler zirve yapmış, ülkenizin kredi notu sürekli düşürülüyor, dışarıda faizler yükselmeye başlamış, isteseniz dahi borcu çevirecek yeni borç alamıyorsunuz. Tüm bunlar yeterince sorun iken bir de ekonomi resesyona girmiş. Kime ne satıp da borçlarınızı çevireceksiniz? Sizin için deniz bitmemiş midir?
“Dış güçlerin durdurmaya çalıştığı şaha kalkan ekonomi” noktasından “Hepimiz aynı gemideyiz” noktasına hızlıca geçiverdik. Bu süreç çok uzun sürmedi. Artık “Krizdeyiz, ama hepimiz aynı gemideyiz” söylemleri yaygınlaşmaya başladı. Bu galiba krizin varlığını alıştıra alıştıra söylemenin bir yolu.
Bu söylemi son olarak, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) Ticaret ve Sanayi Odaları Konseyi Başkanı Necdet Takva yapmış ve “Şirketlerin borcu, 81 milyon Türkiye vatandaşının borcu haline geldi” demişti[7]. Bu hepimiz aynı gemideyiz söylemimizin bir adım daha geliştirilmişi.
Yani “fedakârlık yapacağız”, kemer kısacağız, yoksullaşacağız ama ses çıkarmayacağız, zira gemi batarsa hepimiz batarız. Ne güzel değil mi, kârlarınız sizin, zararınız ise tüm toplumun olsun! İşte kapitalist sömürüyü anlatan ikinci en güzel tarif.
“Aynı gemideyiz” söylemi devletin tüm kurumlarınca da benimsendi, daha da benimsenecektir. Hatta “zor durumlarda ülkeye sahip çıkmak” adına kapitalizmi ve onun sürdürücüsü siyasal iktidarları kurtarmaktan çekinmeyen ana muhalefet partimiz de bu aynı gemideyiz sözlerine canı gönülden katılıyor? Öyle ya, “Bu hale nasıl geldik, kimler getirdi” sorgulaması yapmaksızın, “Ülkeyi ekonomik krizden çıkarabilmek için üzerimize düşeni yapmaya hazırız” demiyorlar mı?
Gerçekten aynı gemide miyiz? Çok uzağa gitmeye lüzum yok. Ankara’da Eskişehir Yolu’na doğru bir gezintiye çıkın anlarsınız. TOBB’un dev ikiz kuleleri ile devlet bütçesinden birçok bakanlığın toplamından çok daha fazla ödenek kullanabilen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görkemli binası yolun iki tarafına konuşlanmıştır. Bu yola (ya da arka taraflarına) Ankara’nın Mamak İlçesinde yaşayanların evlerini ya da gecekondularını resmedebilirseniz “Aynı gemideyiz” diyebilirsiniz.
Dipnotlar:
[1] TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, II. Çeyrek: Nisan – Haziran, 2018, Bülten Sayı: 27827 (10 Eylül 2018).
[2] https://www.ntv.com.tr/…/bakan-albayraktan-buyume-aciklamasi (10 Eylül 2018).
[3] https://www.bloomberght.com/…/2153758-tcmb-anketi-2018-sonu…(10 Eylül 2018).
[4] http://www.paraanaliz.com/…/morgan-stanley-tcmb-faizi-425-b… (11 Eylül 2018).
[5] TÜİK, agb.
[6] Capital Economics/Turkey, “GDP (Q2 2018): Robust growth in Q2, but economy now in recession” (10 September 2018).
[7] http://www.diken.com.tr/tobba-gore-sirketlerin-borcu-81-mi…/ (31 Ağustos 2018).
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.